Amerika’da, bir suçlu asılmak suretiyle idama mahkûm olmuştur. Üzerinde bir deney kurgulanır. Mahkûm, serumla uyutularak idam edilecek, bunun karşılığında mahkûmun ailesine yüklü bir para yardımı yapılacaktır. Mahkûm, teklifi kabul eder.
İnfaz anı gelir, mahkûm yatağa yatırılır, serum bağlanır. Doktorun verdiği bilgiye göre, serumda üç renk sıvı vardır. En alttaki yeşil sıvı bittiğinde eller ve ayaklar uyuşacak, ortadaki mavi sıvı bittiğinde kollar ve bacaklar uyuşacak, en üstteki kırmızı sıvı zehirdir, o bittiğinde ise kalbin ritmi yavaşlayacak, nabız düşecek ve infaz gerçekleşmiş olacaktır.
Tam doktorun söylediği gibi gelişir her şey. Eller ve ayaklar, sonra da bacaklar ve kollar uyuşur. Kırmızı sıvada kalp durur ve mahkûm ölür. Ölüm raporu tutulur, Ölüm sebebi kalp krizidir; çünkü serumda bulunan, zehirli olduğu söylenen kırmızı sıvı, sadece sudur.
Kişi, öleceğine inanırsa ölür, yaşayacağına inanıyorsa yaşar. Telkin ve inanış ilişkisi.
Özgür olduğumuzu, özgür yaşadığımızı düşünüyoruz; fakat birer yazılım nesnesi olduğumuzun farkında değiliz. Ellerin aya gittiğini, fakat bizim yayalığa mahkûm olduğumuzu kabullenmişiz. Ayakta kalma enerjisi olarak sahip olmamız gereken özgüveni, kendini beğenmişlik diye adlandırmış ve bunun ahlaki bir kusur olduğuna inandırılmışız. Her türlü telkine açık, güdülmeye hazır bireyler sürüsü olmaya hızla yol alıyoruz. Ölmeden ölüyoruz.
Yakınlarıma ve çevremdeki insanlara, benimle konuşmalarında yükleminde “-sız/-siz” ve “-me/-ma” olumsuzluk eki kullanmalarını yasakladım. Olmaz diye bir şey yok, sen yaparsan o, olacaktır. Önemli olan inanmaktır, yapmaktır. Öleceğine inanmışsa şayet mahkûm, zehir telkiniyle kendisine verilen kırmızı saf su ile bile ölür.
Algı oluşturmak, zamanımızın en yaygın uğraşlarından biridir. Toplumda, insanları kendi isteği dışında, düşünüp istemediği şekilde etkilemek için yaratılan çaba ve gayretler birer algı oluşturma eylemidir. Renk, ışık, ses, konuşma, el ve kol hareketleri, teknoloji, süs, aktiviteler, bağışlar, magazin gibi pek çok unsur algı oluşturmak için kullanılır. Dikkatini çekerek insanları kendi istediğimiz tarafa yönlendirmek ve istediğimiz gibi düşünmelerini sağlamak, başarıyla oluşturulan algının sonucudur. “Sanal gerçeklik” de diyebiliriz buna.
Bir kandırmacadır, algı oluşturmak; telkinle kanaat değiştirmektir.
Her algı unsur ve çalışmasının bizde oluşturduğu yargı ile günlük hayatımızı idrak ediyor, geleceğimizi kurguluyoruz. Dışımızdan gelen telkinlerin zihin dünyamızda oluşturduğu ölçülerle eşyayı tanıyor, olayları yorumluyor, düşünceleri tetkik ve tahkik ediyoruz. Kendimizin öznesi olma çabası gösterirken dış özneler tarafından kurulan cümlelerin nesnesi olmaktan kurtulamıyoruz.
Kendimizi gerçekleştirmenin huzur, gurur ve mutluluğunu duyamıyoruz; kendimiz olmaktan uzaklaştık. Gizli güçlerin piyonu olmuşuz. Bedenimizi okşaması için göğsümüzü açtığımız rüzgârlar, her dem, sonbahar yaprağı misali bizi bir sağa bir sola sürüklüyor. “Algı tanrısı”nın gönüllü kulları, kendisini gerçek anlamda özgürleştiren Tanrı’dan kaçarak daha da karanlığa gömülüyor, bataklığa saplanıyor. Algı oluşturma sektörünün kendisi bataklık; malzemesi, yalan; yöntemi, yanıltma; enstrümanları, yazılı, sözlü, dijital medya; amacı, insanları hakikatten koparma.
Algı canavarlarına yem olmamak elbette mümkün. Rabb’im Hucurat suresi altıncı ayette “Ey iman edenler, eğer bir fasık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz…” buyurarak ne güzel ölçü vermiş. Bir haberi, bilgiyi kimin getirdiğini tetkik, bilginin muhtevasını tahkik etmek bizi algı silahşorlarının maktulü olmaktan kurtaracaktır. Yine Peygamberimizin “Zandan sakının; çünkü zan sözlerin en yalanıdır.” uyarıcı hadisine uyduğumuzda kendimiz de bir algı katili olmayız.
Akıllı olmak zorundayız. Isırıldığı yere elimizi ikinci kez sokmak, bize yakışmaz. Zamanı ve mekânı kimlerle paylaştığımız, kimlerle istişare yaptığımız çok önemli. Arkadaşlarımız kimliğimizdir, ilkelerimiz duruşumuzdur, niyetimiz varlık nedenimizdir, aklımız sermayemizdir. Arkadaşlarımız doğru, ilkelerimiz sağlam, niyetimiz iyi, sermayemiz aktif, irade ve muhakememiz güçlü olursa algı sektörünün yamyamları sefilleşir, perişan olur, semtimize bir daha uğramaz. Biz de bir insan gibi yaşamanın mutluluğu ve huzuru ile ‘dünya’ adlı bekleme salonundan ayrılıp yolculuğumuza devam edebiliriz.
“Asûde olam dersen eğer gelme cihâne, / Meydâne düşen kurtulamaz seng-i kazâdan.” (Eğer mutlu olayım dersen dünyaya gelme, [çünkü] Dünyaya gelen kaza taşından kurtulamaz.) berceste beytinde Ziya Paşa, dünyaya gelenlerin dertlerden kurtulamayacağını söyler.
Ben Ziya Paşa gibi karamsar değilim. Dert, sıkıntı birer dünya gerçeğidir, sınavıdır. Özellikle soğuk savaşın bitmediği, siyasetin ranta dönüştürüldüğü dünyamızda ve ülkemizde algı oluşturma çalışmaları artarak devam edecektir. Kumu oyu araştırmacısı, toplum mühendisi, güvenlik ve strateji uzmanı gibi sıfatlarla takdim edilen insanlar, bu sektörün aktörleridir. Onların görevi algı oluşturmaksa bizim görevimiz de bu algılardan kendimizi korumak olmalıdır.
Davranışlarımızda tutarlı, sözlerimizde güvenilir, kararlarımızda ve öngörülerimizde isabetli olmak, geçmişimizden utanmamak, eylemlerimizden pişmanlık duymamak istiyorsak bir algı oluşturma taarruzunun altında olduğumuzu bilmek ve buna göre uyanık davranmak zorundayız.
Günümüz şartlarında, kendini ve sorumlu olduklarını her türlü haşerattan korumak, “salih amel”in önceliğidir, dense yerinde olacaktır.