Ana Sayfa Ocak Yazarları Tren penceresinden… Vedalar, vuslatlar…

Tren penceresinden… Vedalar, vuslatlar…

Tren penceresinden… Vedalar, vuslatlar…

Gurbete gitmek deyince benim aklıma tren penceresinden sarkıp sevdiklerine el sallayan, hüzün dolu yaşlı gözleriyle bu ülkenin garip insanları gelir. Bir de yavaş yavaş yol almaya başlayan trenle beraber koşuşturan gözleri yaşlı analar, babalar, çocuklar, arkadaşlar ve sevgililer… Sonra trende gözleri buğulu bir halde yerine oturup gelecek günlerden çok geçmiş günlerin hatıralarıyla baş başa kalan o garibin yerine koyarım kendimi. Sevdiklerini uğurlayanlara ise dillerinde dualarla ayrılığın hüznünü yaşamak düşer. Sonra da hem gurbet yolcusunun hem sevdiklerinin dillerine gurbet şarkıları, gurbet türküleri ve gurbet şiirleri üşüşür. “Ben gurbette değilim gurbet benim içimde” sanki onlar için bestelenmiş şarkıdır. 

Gurbete gidenin bir de gurbetten dönüşü vardır. Tren garına yaklaşırken yolcu pencerede yerini alır. Bekleyenler garın en uç noktasından başlarlar sevdiklerini görmek için koşmaya. Tren durmadan önceki sevinç gözyaşları hazırdır hem yolcuda hem karşılayanlarda. Kucaklaşmalar, sarılmalar… Çocukların beklentileri… Haydi, çantalar açılsın… 

İstanbul yoluna bu kez trenle düşmeye karar verdik. Yolcuları uğurlamaya gelenler bir güvenlik noktasından öteye geçemiyordu. Yani yolcuların pencereden el kol sallayarak vedası mümkün olmuyordu. Yaşlısı genci bavullarını kendileri taşımak zorunda kalıyor, belki ayrılığın ya da kavuşmaya gidişin heyecanı kimilerinde yerini geçici de olsa başka kaygılara bırakıyordu. Oysa ne güzeldi pencerelerden vedalaşmak. Hayır. Kimseyi bırakmıyorlardı el sallamak için. Her şey güvenlikten mi ibaret… Yok mu bizim gibilerin nostalji arzularına hoş bakacak bir uygulama… 

İstanbul’da bizi karşılamak için Söğütlüçeşme istasyonuna gelen oğlumuz ve torunumuz Zeynep Meryem’i aradı gözlerimiz tren durmaya başlarken. Yoklardı… Belli ki trenin yanına bırakılmamışlardı… Onları ancak o malum güvenlik noktasının arkasında kucaklayabildik… 

Günümüz dünyasının güvenlik kaygıları bakın nelerden mahrum ediyor bizi. Özgürlük güvenlik dengesinin çoğu kez güvenlikten yana kullanılması da ayrı bir sorun. Bu tren yolculuğu için demiyorum ama güvenlik tercihi özellikle otoriter rejimlerde sahasını oldukça genişletiyor. Örnekleri çok ancak bu yazının konusu değil.

Bir nokta daha: Güvenlik sadece istasyonun içini mi ilgilendiriyor? İstasyondan çıkanlar arabalarla aynı yoldan yürümek zorunda. Ellerinde valizleri ile arabalara yol vermek zorunda bırakmak doğru mu yolcuları? Büyük bir istasyon Söğütlüçeşme. Marmaray’ın da önemli durak noktalarından biri. Ne yolcular için yeter o düzensiz park yeri ne uğurlamaya ve karşılamaya gelenlere… 

14 Mayıs seçimlerine giderken, seçim sonrası veda ve vuslat kavramlarıyla yüz yüze gelmemiz kaçınılmaz gibi geliyor bana. İktidar sahiplerinin iktidara vedası da mümkün iktidar hayaliyle her şey olup bitmiş gibi davrananların hayallerine vedası da mümkün. İktidar mensuplarının iktidara yeniden kavuşmaları da mümkün iktidar karşıtlarının vuslata erişmesi de mümkün. 

Hasret ve vuslat bir arada zikredilir çoğu kez. Hasret vuslatın yarısıdır denir.  Gözü yaşlı anaların, aşıkların hasreti var bir yanda, öbür yanda toplumların hasreti… Kimi Kâbe hasretiyle, Peygamber aşkıyla yanıp tutuşur, kimi Ramazan’ı, kimi bayramı hasretle bekler. Topluluklar da adil bir devlet hasretiyle geçirir günlerini. Kiminin ufkunda bütün kurum ve kurallarıyla demokrasi vardır, kimi sosyal devleti sosyalizmde bulacağını sanır. Hepsinde hasretin vuslatla neticelenmesi arzusu baskındır.

Yahya Kemal ne güzel anlatır vuslatı. “Ey vuslat! O aşıkları efsununa ram et!/  Ey tatlı ve ulvi gece! Yıllarca devam et!”diyor Yahya Kemal. Necip Fazıl visalin verdiği zevk bitmesin ister: “Visal başlayınca ölüyor visal.”

Seçime giderken benim de hasreti içinde olduğum duygular var. İstiyorum ki siyasetle uğraşanlar kendileri için istemediklerini siyasi rakipleri için de istemesinler. Kendileri için arzu ettiklerini rakipleri de isterlerse hoş karşılasınlar. Öyle değil mi? Özgürlükler tek taraflı kısıtlanmasın…

Siyasetin dili incitici olmasın isterim. Barış arzusu önce dilde ve tavırda tecelli etse güzel olmaz mı? Hakaret ve tehdit dilinin kutuplaştırıcı ve ayrıştırıcı olduğunu bilmeyen var mı? Bizde siyasetle uğraşanlar propagandayı hep kendilerine oy veren kitleye dönük olarak icra ediyorlar. Oysa kendilerine o ana kadar oy vermeyen insanları da kendi saflarına çekebilmektir marifet. 

Ülkemizin şu sıralar yaşadığı sorunların ilk sıralarında enflasyon var. Yani gündemimiz enflasyon ağırlıklı olması gerekirken başka konular öne çıkıyor. Bu da enflasyon sorununun umursanmadığı şeklinde bir algıya yol açıyor. İktidar enflasyondan pek de rahatsız değilmiş gibi duruyor. Enflasyon yerine başka konuların gündemi işgal etmesinden memnun gözüküyor. 

Muhalefet ise bir türlü gündemin ağırlık merkezini enflasyon etrafında baskın hale getiremiyor. Halbuki hepimiz düşük enflasyonun hasreti içindeyiz. Enflasyonu kanıksıyor muyuz yoksa? Bu çok tehlikeli ve ahlaki tahribatı yüksek bir bedel ödetir toplumlara. Çok yüksek seviyelere çıkan enflasyonu nasıl düşüreceğine ilişkin bir tedbirler manzumesi ortaya koyamıyor mevcut yönetim. Sadece dövizin frenlenmesiyle enflasyonun düşürülemeyeceğini cümle alem biliyor. Muhalefetin de bu konuya yeterince önem verdiğini söylemek zor. Şu ana kadarki propaganda malzemesinde ekonomi ağırlığını hissettirmiyor. Hayat pahalılığı demokrasi, adalet, liyakat gibi kavramlardan daha çok ilgilendiriyor geniş halk kesimlerini. 

Maaş ve ücretlere zam yaparak halkımızı enflasyon canavarına ezdirmedik söylemi eskiden beri iktidarların yapıştığı kurtarıcı sanılan bir husus ama yıllık oranların %50’lerin çok üstünde olduğu da bilinen bir gerçek. Eğer enflasyonu önleyici tedbirler ciddiye alınıp uygulanmazsa liradan tekrar sıfır atma mecburiyeti çıkar ortaya. %5 civarındaki enflasyonun üretim ve istihdam artışına yarayacağını söylerler ekonomistler. Biz de o günlerin hasretini çekmeye başlasak iyi olur. Ne demiştik, hasret vuslatın yarısıdır.

Zaman makarasını ileriye sarmak mümkün mü sizce? Gaibi bilmekten bahsetmiyorum. Bilmem kaç yıl sonrasında yaşayan birisi bugünkü olayları nasıl değerlendirir diye merak ediyorum. Diyeceksiniz ki her hadiseyi cereyan ettiği dönemin şartlarını göz önüne alarak değerlendirmek gerekir. Eyvallah derim, itirazım yok.

Eğer adımlarımızı yarınları da düşünerek atıyorsak gelecekten bugünlere bakacakların hakkımızda verecekleri hükümler için kaygılanmak gerekmez…

Geçmişte yaşananların bugünlerde nasıl değerlendirildiğine bakarsak meselenin çok basit olmadığını daha iyi anlarız. Yarının gözlemcilerinin hakkımızda verecekleri hüküm hem şahsımızı hem de temsilcisi olarak mühürlendiğimiz dünya görüşünü ilgilendiriyor. Tanıdığım nice insan var ki söz ve eylemlerinde bu inceliği gözetmeye dikkat eder.

Seçim yarışında bugün söylediğimiz sözleri hem tarihin zabıt katipleri hem de kıyamet gününün kayıt memurları tutanaklara geçiriyorlar. 

mtekeli35@gmail.com

@mtekeli35

Önceki İçerik En çok silah ithal eden ülkeler arasında 9 Arap ülkesi var..
Sonraki İçerik Yeniden UEFA başkanı..
İstanbul Teknik Üniversitesi Makina Fakültesi Uçak Bölümü mezunudur. Ege Üniversitesi Mühendislik Fakültesi'nde Yüksek Lisans, Dokuz Eylül Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü'nde Doktora yapmıştır. Dokuz Eylül Üniversitesi ve Celal Bayar Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyeliği, Sakarya Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi Kurucu Dekanlığı, Adalet ve Kalkınma Partisi Kurucular Kurulu Üyeliği, TBMM XXII. XXIII. ve XXIV. Dönem İzmir Milletvekilliği, XXII. ve XXIII. Dönem Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi ve Avrupa Güvenlik ve Savunma Asamblesi – Batı Avrupa Birliği (Batı Avrupa Birliği Parlamentolararası Avrupa Güvenlik ve Savunma Asamblesi) Türk Delegasyonu Üyeliği, XXIV. Dönem Avrupa Birliği Uyum Komisyonu Başkanlığı ve Türkiye - Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu Türk Grubu Üyeliği yapmıştır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz