ABD tarihinde azil süreçleri..

0
Andrew Johnson, Clinton ve Trump, Amerikan tarihinde azledilen başkanlar. Nixon azil oylaması yapılmada istifa etmişti.

ABD Temsilciler Meclisi, Başkan Donald Trump’a yönelik “görevi kötüye kullanma” ve “Kongre’nin çalışmasını engelleme” suçlamalarıyla başlayan azil süreci soruşturmasının sonuçlarını onayladı.

Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi, bu onaylama kararını, büyük bir olasılıkla yılbaşından hemen sonra Cumhuriyetçilerin çoğunlukta olduğu Senato’ya gönderecek. ABD’de azil süreci soruşturmalarının sonuçları önce Temsilciler Meclisi’nde oylanıyor, bu kararlar onaylanırsa, bir mahkeme ve jüri gibi çalışacak olan Senato’ya gönderiliyor.

Senato, uygun görürse yeni tanıkların ifadelerine başvurabiliyor, Başkan da kendini savunuyor. Başkanın görevinden alınabilmesi için Senato’nun da azil kararını üçte iki çoğunlukla onaylaması gerekiyor. Cumnhuriyetçiler Senato’da çoğunlukta ve onların Senato’daki liderleri Mitch McConnell’ın, “Temsilciler Meclisi’nin iddialarını zayıf bulduğuna ve yeni tanıklar dinlemeye gerek bırakmadan hızlı biçimde sonuçlandırmaktan yana olduğuna” ilişkin açıklamaları, Cumhuriyetçilerin, seçimlere yaklaşık 10 ay kala önlerine gelen azil davasını kısa bir görüşmeden sonra reddederek seçim ortamını daha fazla etkilemesine olanak vermeden kapatmaktan yana olduklarını gösteriyor.

Bu ABD tarihindeki dördüncü azil süreci. Bu da öncekiler gibi ülke açısından çok önemli bir tarihsel kavşakta gündeme geldi. İlk azil süreci iç savaştan hemen sonra “yeniden yapılanma” olarak bilinen, “iç savaşın” son kalıntıları temizlenirken, köleciliğin kaldırılması ve kölelikten kurtulan Afrikalı Amerikalılara vatandaşlık ve oy hakkının tanınması döneminde (1865-1877) Başkan Andrew Jackson’a karşı gündeme gelmişti.

İkinci azil soruşturma süreci Vietnam Savaşı sırasında, savaş karşıtı muhalefetin, Afrikalı Amerikalıların sivil haklar mücadelesinin yükseldiği bir dönemde Watergate skandalıyla birlikte Richard Nixon’ı hedef alıyordu.

O sırada, II. Dünya Savaşı sonrası “hızlı ekonomik büyüme dönemi” kapanıyordu. Büyüme döneminin ekonomik modeli tükenmiş, dünya ekonomisi bir kriz ortamına girmişti. Bu ortamda ABD’nin dünya sistemi içindeki ekonomik ve siyasi konumu da değişmeye başlıyordu. Nixon, azil süreci sonuçlanmadan istifa etmişti.

Bill Clinton’ı hedef alan azil soruşturması bir başka dönüm noktasında gündeme geldi. ABD önderliğinde başlayan küreselleşme, Latin Amerika’dan Rusya’ya kadar ilerleyen bir “Asya finansal krizi” ile sarsılmıştı; gündemde 1999 ve 2000 yıllarında dünya ekonomisini sarsacak bir finansal krizler dalgası vardı.

O sırada, Avrupa II. Dünya Savaşı’ndan sonra ilk kez kendi topraklarında, Balkanlar’da bir savaş hatta bir “soykırım” yaşıyordu. ABD dış politika kurumları ve entelijensiyası, ülkenin ekonomik üstünlük döneminin kapanmakta olduğu saptamasından hareketle, askeri üstünlüğe öncelik veren, “imparatorluk eğilimi” olarak tanımlanan yeni bir dış politikayı gündeme getiriyordu.

Bu dış politika, 11 Eylül 2001’de İkiz Kuleleri hedef alan El Kaide saldırısından sonra uygulanmaya konacaktı. Diğer taraftan bu azil süreci ABD siyasi yaşamında, etkileri giderek daha da güçlenerek bugüne kadar ulaşan bir siyasi kutuplaşma sürecini de başlatmıştı.

Üç azil süreci konjonktüründe de gözlemlenebilen, ekonomik, siyasi ve ideolojik dönüm noktasını bu kez Donald Trump’ı hedef alan azil soruşturmasının ortaya çıktığı konjonktürde de görmek olanaklıdır.

Sağ popülizmin yükselişi

Donald Trump’ın başkanlık seçimlerini kazanma koşulları ve yönetimdeyken izlediği politikalar, ABD toplumunun, aşırı sağcı, ırkçı, dinci bir popülizmin yükseldiği bir dönemde olduğunu gösteriyor. Trump’ın başkanlık pratikleri de dünyada başka yerlerdeki diğer popülist liderliklerin, yerleşik kuralları, meşruluk ölçütlerini tanımama; güçler ayrılığı ilkelerini ısrarla zayıflatma; oy tabanını bir takım hayali düşmanlara karşı, ırkçı, milliyetçi söylemlerle kışkırtarak canlı tutma eğilimlerini yansıtıyor.

Bu gelişmeler, ABD siyasi düzeninin bir “yeniden tanımlanma” ya da “yeniden yapılanma” döneminin eşiğinde olduğu anlamına geliyor. Trump dönemi uygulamaları, ABD yönetiminin, “ABD’yi yeniden büyük yapma”, “Önce Amerika” sloganlarıyla küreselleşmeciliği terk ederek ulusalcılığa dayanan ekonomik ve siyasi dış politikayı benimsemeye başladığını gösteriyordu.

ABD artık tek ve rakipsiz bir güç değildi; uluslararası alanda hızla yükselmekte olan Çin, Rusya, Hindistan gibi güçlerin karşısında kendi konumunu koruyabilmek için önceliklerini yeniden belirlemeye çalışıyordu. Böyle kritik bir ortanda gündeme gelen azil süreci, Demokrat Parti’nin çoğunlukta olduğu Temsilciler Meclisi’nde onaylandı. Azil süreci şimdi Senato’ya gelecek. Cumhuriyetçi Parti’nin çoğunlukta olduğu Senato’da onaylanmasını kimse beklemiyor.

Cumhuriyetçilerin tüm soruşturma sürecinde önlerine konan kanıtları yok sayan tutumlarından, Temsilciler Meclisi oylamasında hiç fire vermeden “Hayır” demelerinden, ABD toplumunda siyasi kutuplaşmanın had safhaya ulaştığı anlaşılıyor.

Cumhuriyetçi Parti artık geleneksel bir muhafazakâr parti değil. Parti şimdi hızla Trump’ı, azil sürecini “çarmıha germe” olayına benzeterek, onu İsa Peygamber ile kıyaslayan, “gelmiş geçmiş en büyük başkan” olarak gören, “beyaz üstünlüğü” hareketleriyle ilişkileri olan temsilcileriyle birlikte, Trump’ın ırkçı, cinsiyetçi, popülist, otoriter, eğilimlerini tümüyle benimseyen işine gelmeyen olguları “sahte-yalan haber” olarak reddeden, Demokrat Parti’yi, “sosyalist”, “aşırı solcu”, “ABD’nin ulusal güvenliğine yönelik bir tehlike” olarak sunan bir partiye dönüşüyor.

Bu dönüşüm, ABD’nin liberal demokratik kurumlarının geleceği, hatta uluslararası ortamdaki yerinin üzerinde önemli soru işaretlerinin oluşmasına yol açıyor. Yalnızca ABD toplumunun siyasi iklimini ve giderek bütünlüğünü tehlikeye atacak bir gelişme değil söz konusu dönüşüm. Uluslararası ilişkilerde çok riskli istikrarsızlıkların tohumlarını taşıyor.

Bu bağlamda 2020 başkanlık seçimlerinin sonuçları, ABD toplumunun bugün durduğu kavşakta çok kritik bir önem kazanıyor. Temsilciler Meclisi’ndeki azil oylamasının Trump’ın popülaritesini olumsuz yönde etkilemediği, hatta bir Gallup kamuoyu yoklamasının sonuçlarından, onun popülaritesini az da olsa artırdığı anlaşılıyor.

Trump’ın seçim kampanyası boyunca azil sürecinde uğradığı “haksızlıkları”, “cadı avı”, “sahte kanıtlar”, “dedikodudan öteye gitmeyen iddialar” gibi bir söylemle başarıyla kullanması durumunda, ikinci kez kazanma olasılığının giderek güçlenebileceğini söyleyebiliriz.

Demokrat Parti’nin Trump karşısında hala güvenilir ve seçmene heyecan verecek bir aday üzerinde anlaşamamış olması da bu olasılığın güçlenmesine katkıda bulunuyor.

Kaynak: BBC Türkçe

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz