- Julian’ı Unutma! - 27 Mart 2023
- Geçmişle Övünmek Geleceği Kurtarmadığı Gibi, Geçmişi Suçlamakta Geleceği Kurtarmıyor - 26 Mart 2023
- Erdoğan’ın Tek Derdi Var; O da İktidarda Kalmak - 24 Mart 2023
Eskiden, çocukken birbirimize kendimizce akıl oyunları yapardık. Bu öyle “Akıl nedir?” gibi ağır sorular içermiyordu, akıllıysan veya akıllı olduğunu düşünüyorsan “bana aklını göster” şeklindeydi. Hepimizin eli kafamıza giderdi, çünkü hepimiz kendimizce akıllıydık ve aklımızın kafamızın içinde olduğunu düşünüyorduk.
Şimdi ‘akıl’ derken bilincin kastedildiğini varsayıyorum.
Sanırım o zaman soru şu olacak:
Bilinç Nedir?
Sri Nisargadata Maharaj: İsim ve şekil veremediğimiz şeydir der.
Bana kalırsa adına ‘bilinç’ dediğimize göre bunu bir isim olarak kabul edebiliriz veya en azından bu isimle neyi kastettiğimizi biliyoruz.
Ama iş şekle gelince aynı şeyi söyleyebileceğimi sanmıyorum, çünkü karşımızda bir şekil yok.
Bir şeye şekli bir tarif getiremediğimizde onu insana izah etmemizin zor olduğunu da biliyoruz, çünkü insanlar ancak imgeleyebildiklerine bir isim verebilirler ve insanların imgeleyebilmeleri içinde o tarifin şekli olması gerekiyor.
Ama iş bilinç olunca şekil yok!
Peki insana bilinci izah etmek için ne yapacağız?
İzah ederken aklın kavrayabileceği pek çok belirleme yapabiliriz, hatta onlara ismi ve şekli tanımlamalarda getirebiliriz, o bizim elimizde, ancak ne var ki o bilincin tanımı değil, bilincin tanımladığı olur.
Acaba bilinç kendi kendini tanımlayamıyor mu?
Yoksa oda tanımlarına kendi tanımladıkları üzerinden mi gidiyor?
Akıl oyunları oldum olası zor oldu; kimi bunu sayılarla dener, kimi de kelime oyunlarıyla.
Ben kelimeleri seçtim, çünkü soyutlamalarda sayılar bana kelimeler kadar esneme şansı vermiyordu.
Benim gibi düşünmeyenlerin olduğunu biliyorum ve doğrusunu isterseniz onlara hakta veriyoruz, çünkü rakamları ne kadar soyutlarsanız soyutlayın onlar yine de kelimelerden daha somut sonuçlar veriyorlar.
Matematik elbette soyut bir bilim dalıdır, soyut hali rakamların kendi başına bir şey ifade etmemesinden geliyor.
Aslında mantıkta soyut bir bilim dalıdır, ortada bir şey yoksa onun da herhangi bir şeyi soyutlaması şansı yoktur; dolayısıyla bu yönüyle mantığın matematikten bir farkı yoktur, çünkü ikisinin de bir şeyi soyutlaması için o şeyin tanımlanabilir bir şekli noktaya sahip olması gerekiyor.
Şekli bir nokta olduğunda biri rakamları ve diğeri de kelimeleri kullanıyor.
Ben kelimeleri seçtim, çünkü rakamlar beni kendi sonuçlarına götürürken kelimelerin beni istediğim sonuca götürebileceğini gördüm.
Ama merak etmeyin zaten mantık soyut matematiktir ve matematikte kelimelere kıyas kısmen somut olsa da o da soyuttur; daha ileri gittiğinizde ise aralarında bir farkın olmadığını, soyutlamaların soyutlaması olarak birleştiklerini ve özünde bir olduklarını göreceksiniz. Biz yalnızca yol almaya çalışırken ihtiyaç öncelliklerimize göre bu soyutlama araçlarından herhangi birini önceliyoruz.
Gelelim niteliği bulunmadığı için onu bir şekle göre tanımlayamadığımız bilince.
Bilince isim buluşumuz gerçekten bir buluş mudur, ondan emin değilim, ama ismin işleve esas bir kabul olduğunu biliyorum; yukarıda da ifade etmeye çalıştığım gibi; sanırım biz şeylere işlevsel özellikleri gereği isim buluyoruz.
Bunun doğru bir yöntem olduğu iddiasında değilim, ama elimizdeki en iyi yöntem olduğunu ve daha iyisi bulunmadığı sürece bunu kullanmaktan vaz geçmeyeceğimizi söyleyebilirim.
Sri Nisargadatta Maharaj bilinci ifade etmeye çalışırken; “Bir isim ve şekil veremediğinizdir” der, “çünkü bir niteliği bulunmayan ve bilinç ötesi olandır o. Diyebilirsiniz ki o bilinç içinde bilinç ötesi olan bir noktadır. Bir kâğıttaki bir deliğin hem kâğıtta oluşu hem de kâğıttan olmayışı gibi, en yüce halde bilincin tam merkezinde ama yine de bilinçten ötedir. Bu zihinde bir delik gibidir ki oradan zihne ışık sel gibi dolar. Bu delik ışık bile değildir. O yalnızca bir geçittir, bir deliktir.” (O Benim S. 42 Akaşa Yayınları)
Anladığım kadarıyla Maharaj bilinci bizden hem öte sayıyor hem de saymıyor, çünkü bizi hem onu yansıtmanın bir aracı olarak tarif ediyor hem de kendisi olarak. Ama şu var; eğer biz bilinç için bir geçit isek bu bilincin bizden öte bir şey olduğu anlamına gelir, değil isek değildir. Kaldı ki kendimizde öte olanı tanımlamakta yine kendimizden hareketle olanı soyutlamaktır ki, bu da aslında bilincin bizden öte olmadığını kanıtlamaktadır.
Maharaj’ın temel bir inanıştan hareketle bir sonuca gitmesi anlaşılırdır, ancak bunlar bilincin bizden bağımsız olduğunu tarif etmek için yeterli değildir; kaldı ki bilinç bizden bağımsız olsaydı onu bilme şansına sahip olmayacaktık; kısacası o bizde var ve o bizde var olduğu için biz kendi varlığımızın bilincindeyiz.
Bizden öte olanı tarif etmeye çalışmak ise yine kendimizle ilgili bir neticedir ki, insanın ne olduğunu veya kim olduğunu sorgulaması da zaten o sorunun cevabını bulmak içindir.