Akrabalarıma ve Arkadaşlarıma… (1)

1
Latest posts by Psk. Dr. Ziya Doğan (see all)

Bir önceki yazı dizisinde otokritik adına kendi iç dünyama hitap etmemiştim. Bu seride ise akrabalarıma ve arkadaşlarıma yazacağım.

Gerçi 16 Haziran 2021’de bu köşede ‘‘Akrabalık Bağı Koparmalı İnsan’’ başlıklı bir yazı yazmıştım. O yazıdaki duygu ve düşüncelerim güncelliğini hâlâ koruyor olması vahim bir durum. Akrabalarımı ben seçmedim, şaşkınım. Ama arkadaşlarımı ben seçtim, üzgünüm.

Sevgili akrabalarım ve arkadaşlarım, denemediğim yol kalmadı ama bir türlü ön yargılarınızı yıkamıyor ve duvarlarınızı aşamıyorum. Kesinlikle sesimi duyuramıyor, asla anlatmak istediklerimi anlatamıyorum. Hoş, aslında ben anlatıyorum ama siz duymak istemiyorsunuz ve katiyen de duymuyorsunuz. Sonrası zaten anlaşılamamak, üzüntü ve bir başına kalmak… Buraya yazdıklarımı belki hiç okumayacaksınız ama olsun, düşüncelerim kafamda durup içimi kemireceğine en azından burada dursun. Belki benim durumumda olan sevgili okuyucularıma bir reçete olur.

Sevgili akrabalarım ve arkadaşlarım, lütfen beni kırmayın… Benim de bir insan olduğumu unutuyor, kalbim yokmuş gibi davranıyorsunuz. Derviş değilim; sıradan, yalnız, mahzun ve kırılgan bir insanım. Bana ‘‘miş gibi’’ davranmayın. Üzülmüş gibi, anlamış gibi, halden anlamış gibi… Sanki hiç kırılmayacağımı düşünüyor ve üzüyorsunuz beni. Oysa kırılıyorum ve güceniyorum. Neden bir türlü görmüyorsunuz? Kalbimin bir dili olsa da nice nelere ev sahipliği yaptığını anlatsa! Neden bana bir taşmışım gibi davranıyorsunuz? Taş değilim, duyuyor musunuz? Neden bir türlü anlamıyorsunuz? Tamam beni anlamanızı geçtim, bari anlaşılma arzuma set olmayın, taş koymayın.

Sevgili akrabalarım ve arkadaşlarım, lütfen beni yaralamayın Ruhumun elle tutulup gözle görülmüyor olması yanıltmasın sizleri; gözle görülmüyor olması, kalbimin yaralanmış olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Yeter, yaralamayın beni! Ve ‘‘İnsan…’’ diye başlıyor cümleye her insan… Her yara kabuk tutuyor; bazen zamanla, bazen de bir insanla… ‘‘O insan’’ olmadığınız daha dünden belli.  Açtığınız her yara, sizlerden vazgeçmem için zorluyor beni. Ellerimde ellerinizin olması gerekirken, neden yaraların eline bırakıyorsunuz beni, söylesenize! Hiç mi hatırım yok? Her yaranın iz bıraktığını ve kabuk bağlasa da izinin kaldığının farkında mısınız? Ya da açtığınızın yaraların geceleri uykularımı kaçırmasıyla ilgilenmediğiniz gibi hatırımı da boş verip çöpe attınız. Ama… Ama çok üzdünüz beni! Memleketimi her sorduklarında ‘‘Yaralıyım’’ diyorum, soranlara! Yarası olan yarası olanı anlıyor sadece… ‘Yaranın sızısını, yarası olmayana anlatmamak gerekir’in farkındayım. Demem şu ki: Yüreğimde kalan izlerin bir gün yok sayılamayacağının, sizlerin de benim için bir anlam ifade etmeyeceğinizi düşünebilir ve anlayabilir misiniz? Yaranın sızısını yarası olmayana anlatmak âmâya renk anlatmak gibidir. Ne diye uzun uzun yazıyorum ki…

Sevgili akrabalarım ve arkadaşlarım, lütfen beni yormayın… Yaşadıklarım beni zaten yeterince yorarken, hayatın incitip kırmayı beceremediği “eksiklerini’’, sevdiklerimin tamamlaması beni üzüyor. Hayatın oyunları ile bir şekilde baş edebiliyorum da arkamı dönünce sevdiklerimin yaptıkları, haddinden fazla kırıyor beni. Öyle yorgunluklarım var ki; dinlenebilmek için bütün bir ömür, bir başıma kalmam gerekli. Hâl böyleyken bir de sizler yormayın beni. Nasıl anlatsam… O kadar yorgunum ki… Mesela bir gram kırgınlığı bile taşıyamam… Hele bir de sizlerin ideolojik gevezelikleriniz… Sizlerle bu konuları konuşmak, yürüme bandında koşmak gibidir, belki çok terliyorsunuz ama asla bir adım ilerlemediğinizi, ilerlemeyeceğinizi hatırlatmak isterim. 

Sevgili akrabalarım ve arkadaşlarım, lütfen beni üzmeyin… En fazla ne kadar üzülebileceğimi merak ediyorsunuz galiba. Ya da herhangi bir üzüntüye ne kadar dayanabildiğim mi merak konunuz acaba? Yoksa beni bu denli çok üzmenizin başka bir açıklaması olamaz! Yeter daha fazla üzmeyin beni! Artık oynamayın şu yaralarımla, izin verin kabuk bağlasınlar. Hâlden anlayın biraz ya! Ne çok severmişsiniz yara kanatmayı, acılar üstünden mutlu olmayı. Yüz kere çelme yesem de, çelme takan olmayacağım.

Sevgili akrabalarım ve arkadaşlarım, lütfen benim küçük dünyamı kirletmeyin… Tüm art niyetinizi ve fesatlıklarınızı toplayıp gidin hayatımdan. Var olan her şeyinizle uzak durun küçük dünyamdan. Benim zaten bir türlü kapanmayan öyle yaralarım var ki bir de siz, kem düşüncelerinizle mikropluk etmeyin, uzaklaşın yaralarımdan. Anlam veremeyip akıl erdiremediğim öyle şeyler var ki! Mesela benim yaralanmam sizlere ne kazandırıyor olabilir ki? Eğer tek derdiniz çıkar sağlayıp sürekli kazanan taraf olmaksa tamam, kabul ediyorum, siz kazandınız. Yeter ki benden uzak durun, leke sürmeyin küçük dünyama. Küçücük bir dünyam var benim; çocukluğumun el değmemiş yanlarıyla ilmek ilmek işlediğim. 

Sevgili akrabalarım ve arkadaşlarım, lütfen benim arkamdan kuyumu kazmayın… Hiç kimseden hiçbir beklentim yok, Yüce Rabbimden başka. Yalan söylemeyin, kuyumu kazmayın ya da yüzüme gülüp de arkamdan da dünyanın en kötü insanıymışım gibi konuşmayın. İçiniz, dışınız bir; diliniz, kalbiniz aynı olsun. Beni sevmek zorunda değilsiniz ama sever gibi görünüp çelme takmak için fırsat kollamanın da pek insancıl bir şey olmadığını söylemek isterim. 

Sevgili akrabalarım ve arkadaşlarım hem yarımımsınız hem de yaramsınız! Ne sizli oluyor ne de sizsiz… Biliyor musunuz, dünyanın en ağır yükü, aklı sende olmayanın gönlünde taşımaktır.

(devam edecek…)

1 Yorum

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz