- Ocak Söndürmek!.. - 30 Nisan 2023
- Yarın duyduğunuzda utanacağınız cümleler kurmayın!.. - 28 Nisan 2023
- Adaletin ayak sesleri - 26 Nisan 2023
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin Meclis Grup Toplantısında konuştu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a seslenerek “Milletin adamı diye milletin omuzlarında geldin; İstibdatın adamı olarak, milletin iradesiyle gidiyorsun.” diyen Akşener, “İşte o nedenle sen kendini parçalasan da bağıra bağıra nutuklar atsan da bizler, aynı bizden öncekiler gibi istibdata ‘dur’ demeye devam edeceğiz. ‘Yeter söz milletindir!’ diyeceğiz. Kahrolsun İstibdat, Yaşasın Hürriyet!” ifadelerini kullandı.
Abdülhamit Han üzerinden başlayan tartışmalara da değinen Akşener, “Erdoğan, tarihi bir türlü öğrenemiyor. Çünkü kendisi okumayı sevmiyor. Eline tutuşturulan notlardan ötesini görmüyor. Kulağına üflenen sesler dışında kimseyi duymuyor. Biz tarihe değerler, sistemler ve sonuçlar üzerinden bakıyoruz. Çünkü biz Abdülhamit Han’la değil o günün şartlarındaki demokrasi rüzgârıyla ilgileniyoruz. Tarihin her döneminde, milletimizin istibdata karşı koyduğu tavırla ilgileniyoruz. Tekleşmeye, tek adamlığa giden her yolu, azimle kesmiş olan millî iradeyle ilgileniyoruz.” dedi.
Akşener’in konuşması şöyle:
Geçtiğimiz hafta, sporun, basketten voleybola, birçok branşında alınan başarılarla,
milletçe gururlandığımız bir hafta oldu.
Bu muhteşem sonuçlarda emeği geçen,
tüm sporcularımızı, teknik ekiplerimizi ve yönetim kadrolarımızı yürekten kutluyorum.
Yalnız bu başarılardan birinin, farklı bir anlam ve önemi var.
Brezilya’da gerçekleşen, 24’üncü “İşitme Engelliler Olimpiyatları’nda”,
ülkemizi temsil eden milli sporcularımız;
8 altın, 19 gümüş, 17 de bronz madalya alarak,
toplamda 44 madalya ile, 73 ülke arasında 3’üncü oldular.
Buradan, bu fevkalade önemli gurur tablosu için, tüm sporcularımızı ayrıca kutluyor,
başarılarının devamını diliyorum.
Sağ olsunlar, var olsunlar.
Bu haftaya ise, maalesef acı bir haber ile başladık.
Devam eden Pençe-Kilit operasyonunda, 5 evladımızı şehit verdik.
Şehitlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine ve milletimize başsağlığı diliyorum.
Cenabı Allah’tan, yaralı evlatlarımıza şifalar niyaz ediyorum.
Allah, milletimizin güvenliği ve esenliği için göğsünü siper eden,
tüm Mehmetçiklerimizi her türlü kötülükten, musibetten saklasın.
Değerli dava arkadaşlarım;
Geçtiğimiz hafta sonundan beri, Sayın Erdoğan ve arkadaşlarını,
Abdülhamit Han üzerinden, bir yaygara tufanı almış gidiyor.
Hakaretlerin, öfke nöbetlerinin, nefret şovlarının, bini bir para…
Oysa;
Dillere destan şanlı tarihimize, sahip çıkmanın da,
Tarihimizden ilham alarak, yol yürümenin de,
Tarihe atıf yaparak, siyaset dersi vermenin de yolu,
İlk önce, tarihi öğrenmekten geçer…
Ama tarih;
“Keşke Yunan galip gelseydi.” diyen, Meczup Fesli’lerin hezeyanlarından öğrenilmez.
Yalan yanlış danışman notlarından da öğrenilmez.
Dizi sahnelerinden, çizgi romanlardan, hiç öğrenilmez.
Tarih, okuyarak, araştırarak öğrenilir.
İşte bu yüzden;
Sayın Erdoğan, tarihi bir türlü öğrenemiyor.
Çünkü kendisi okumayı sevmiyor.
Eline tutuşturulan notlardan ötesini, görmüyor.
Kulağına üflenen sesler dışında, kimseyi duymuyor.
Dört bir yanını saran cehalet duvarından attığı hamasi nutuklarla,
günü kurtarmaya çalışıyor.
Ancak unuttuğu bir şey var:
Biz tarihe, onun gibi kişiler üzerinden bakmıyoruz.
Biz tarihe, onun gibi kavgalar üzerinden de bakmıyoruz.
Biz tarihe;
değerler, sistemler ve sonuçlar üzerinden bakıyoruz.
Çünkü biz;
Abdülhamit Han’la değil,
o günün şartlarındaki demokrasi rüzgârıyla ilgileniyoruz.
Tarihin her döneminde, milletimizin istibdata karşı koyduğu tavırla ilgileniyoruz.
Tekleşmeye, tek adamlığa giden her yolu, azimle kesmiş olan millî iradeyle ilgileniyoruz.
Sayın Erdoğan nedense,
istibdat dönemi ile, günümüz arasındaki benzerlikleri,
dile getirmemden, çok rahatsız oldu.
Abdülhamit Han’ı kendisine benzetmemi, bir “hakaret” olarak algıladı.
Yani Sayın Erdoğan’ı Abdülhamit Han’a benzetmek, rahmetliye hakaretmiş…
Evet arkadaşlar, yanlış duymadınız.
Sayın Erdoğan için;
rehber kabul ettiği, rol model aldığı,
ama nasıl vefat ettiğini bile bilmediği Abdülhamit Han’ı,
kendisine benzetmek, büyük bir hakaretmiş.
Yani biz aslında;
İstibdata karşı koyan o ruhtan bahsederken değil;
Sayın Erdoğan’a benzetirken, Abdülhamit Han’a hakaret etmişiz.
Arkadaş en azından kendisinin farkında…
Bu da bir şey…
Aziz milletim;
İstibdat bir olgudur, bu inkar edilemez.
Bu tarihsel bir hakikattir.
Ancak görüyoruz ki;
Sayın Erdoğan için istibdatın kendisi değil,
istibdata kimin maruz kaldığı ve istibdatı kimin uyguladığı daha önemli.
Kabileci zihniyet işte böyledir.
Kendi uyguladığı istibdatı umursamaz;
ama kendi maruz kaldığı zaman, avaz avaz bağırır.
Hâlbuki istibdat, göreceli değildir.
Ya vardır, ya da yoktur.
Ya karşısındır, ya da yanındasındır, bu kadar basit.
Eğer istibdata karşıysan;
Söz Abdülhamit Han’a da gelir, 1912’deki sopalı seçimlere de, 1946’daki sandık baskısına da…
Askeri vesayete de karşı olursun, 27 Mayıs darbesine de, 12 Mart’a da, 12 Eylül’e de…
1909’daki darbe teşebbüsüne de karşı durursun, 15 Temmuz 2016’dakine de.
Yassıada mahkemelerindeki adaletsizliğe de isyan edersin,
tweet atan gençlerin Silivri’ye yollanmasına da.
28 Şubat’la da mücadele edersin, Sayın Erdoğan’ın partili istibdat rejimiyle de.
Eğer istibdata karşıysan;
Hadi Atatürk’e zaten yabancısın ama;
En azından, Namık Kemal’i, Ziya Gökalp’i bilmen gerekir.
Mehmet Akif’i, Kazım Karabekir’i, Fevzi Çakmak’ı hatırlaman gerekir.
Enver Paşa’yı, Talat Paşa’yı, “Galip Hoca” Celal Bayar’ı anımsaman gerekir.
Ali Fuat Cebesoy’u, Fethi Okyar’ı, Rauf Orbay’ı unutmaman gerekir.
Elmalılı Hamdi Yazır’ı, Yusuf Akçura’yı, Ahmet Ağaoğlu’nu ıskalamaman gerekir.
Bunun adı tutarlılıktır.
Ve siyaset tutarlılık ister.
Ama sen ve ortakların;
Bilmezseniz, hatırlamazsanız, unutursanız;
hatta bir de üstüne, hem de meclis kürsüsünden, çıkıp onlara “kanı bozuk” derseniz;
Bu sadece tutarsızlık olmaz.
Bu en hafif tabiriyle, vefasızlık, vicdansızlık, terbiyesizlik olur.
Değerli dava arkadaşlarım;
Ancak Sayın Erdoğan için, bunların hiçbir önemi olmadığını, biz zaten biliyoruz.
Sayın Erdoğan için;
tarihimizin, ecdadımızın, sadece kendi iktidarını korumaya hizmet ettiği sürece,
değerli olduğunu da biliyoruz.
Artık apaçık ortada olan, beceriksizliğini, iş bilmezliğini,
manevi değerlerimizin, tarihi şahsiyetlerimizin, ardına sığınarak,
saklamaya çalıştığını da görüyoruz.
Çünkü bu bir zihniyet meselesi.
Ama gün gelir o tarih, işte böyle, döner dolaşır,
aynı bugün olduğu gibi, yakana yapışır.
Ve bütün cahilliğin ortalığa saçılır.
Ne diyelim…
Allah akıl, fikir, izan versin.
Ama biz, bu hazımsızlığı çok iyi anlıyoruz.
Nitekim;
Kaybedeceğini anlayan Sayın Erdoğan’ın,
çaresiz çırpınışlarını eğlenerek izliyoruz.
Tazmanya canavarı edasıyla attığı,
hamasi tiratlarını gülerek dinliyoruz.
Çünkü biz biliyoruz ki;
Çok az kaldı!
Haddi kim bilecekmiş, hududu kim görecekmiş,
milletimizin tokadını kim yiyecekmiş, hep birlikte şahit olacağız.
Çok az kaldı!
Sayın Erdoğan’ı şimdiden uyarıyorum.
Bu saatten sonra, “milletim beni affetsinler” tutmaz.
“Ortağım beni kandırdı.” edebiyatını da kimse yemez.
Benden söylemesi.
Yenilgiyi şimdiden sindirmeye başlasan iyi edersin.
Çünkü sandıkta başına gelecek hazin sonu görmemize;
İnan ki çok az kaldı!
Artık nafile.
Özgürlük, demokrasi diye geldin;
1909’un intikamı peşine düştün.
Kalkınma dedin, zenginlik dedin;
21’inci yüzyılın, Duyunu Umumiye’si oldun.
Milletin adamı diye, milletin omuzlarında geldin;
İstibdatın adamı olarak, milletin iradesiyle gidiyorsun.
İşte o nedenle;
Sen kendini parçalasan da,
Bağıra bağıra nutuklar atsan da;
Bizler, aynı bizden öncekiler gibi, istibdata, “dur” demeye devam edeceğiz.
“Yeter söz milletindir!” diyeceğiz.
“Kahrolsun İstibdat, Yaşasın Hürriyet!” diyeceğiz.
Adalet diyeceğiz.
Müsavat diyeceğiz.
Meşveret diyeceğiz.
Uhuvvet diyeceğiz.
Ve en sonunda, aynı dün olduğu gibi;
bugün de biz kazanacağız, millet kazanacak.
İstibdatçılar gidecek, Hürriyet kazanacak.
Kötüler gidecek, İYİler kazanacak!
Kimse merak etmesin, çok az kaldı!
Aziz milletim;
Bildiğiniz üzere, Putin’in yayılmacı ve saldırgan politikası,
bütün Avrupa’da, bir güvenlik krizi yarattı.
Ukrayna’da 4 aydır süren işgal,
şimdiye kadar NATO üyesi olmayan,
İsveç ve Finlandiya’yı da, harekete geçirdi.
Her iki ülke de, Rusya’ya karşı caydırıcılık elde etmek için,
NATO üyeliğine başvurdular.
Ama bu talebin kabul görmesi için, mevcut üyelerin oy birliğine,
yani Türkiye’nin de onayına ihtiyaçları var.
Yalnız, burada unutmamamız gereken bir şey var:
Ülkemizin şimdiye kadar, batılı ülkelere gösterdiği iyi niyet,
defalarca suiistimal edildi.
Mesela;
Yunanistan’ın NATO üyeliği için verdiğimiz onay;
Ege adalarının, silahlandırılması ile sonuçlandı.
Mesela;
Sovyet Rusya ve Yugoslavya’dan kopan ülkelerin,
NATO’ya girmesi için verdiğimiz destek;
Pkk’ya yardıma dönüştü.
Mesela;
Kore’de, Bosna’da, Afganistan’da, Türk askerinin verdiği mücadele,
müttefik bildiğimiz ülkelerin,
FETÖ’ye kol kanat germeleri ile son buldu.
İşte bu yüzden;
Bugün, Türkiye’den İsveç ve Finlandiya’nın üyeliği için,
iyi niyet bekleyenlerin, ilk önce kendi niyetlerini sorgulaması gerekiyor.
İYİ Parti olarak bu kararın;
Millî menfaatlerimiz gözetilerek verilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Bu noktada, ülkemizin iki önemli çıkarı var:
Birincisi;
Avrupa’daki pkk varlığını sonlandırmak,
ve terör örgütünün, Avrupa yapılanmasını çökertmek.
İkincisi ise;
Çarlık rüyaları gören Putin’in, saldırgan Rusya’sına karşı,
Avrupa güvenliğini güçlendirmek.
Bizim anlayışımıza göre;
Bunlar birbiriyle çelişen hedefler değildir.
Çünkü;
Ukrayna topraklarının işgalinin, daha ilk günlerinde,
pkk terör örgütünün yaptığı, Putin’in işgal tezlerini destekleyen açıklamalar;
Yıllarca, Avrupa ülkelerinde, kendine güvenli sığınak bulan, terör örgütünün,
Avrupa’nın, Soğuk Savaş’tan sonra yaşadığı, en büyük güvenlik krizinde,
Putin’in, yardakçılığına soyunduğunu gösterdi.
Eğer İsveç ve Finlandiya,
Rusya tehdidini ciddiye alıyor, ve kendilerini korumak için,
NATO’ya üye olmak istiyorlarsa;
Öncelikli olarak, kendilerini kullanan,
ve ilk fırsatta, sırtlarından bıçaklayacak olan pkk’ya karşı, gerekli tepkiyi göstermeli,
ve terör örgütünü, topraklarından çıkartmalıdır.
Ayrıca;
Bunu sadece, İsveç ve Finlandiya değil,
Batı güvenlik mimarisinin geleceğini önemseyen;
Almanya, İngiltere ve Fransa gibi ülkeler de yapmalı,
içlerindeki Putin uzantılarından, derhal kurtulmalıdır.
Demokrasi, Putin’in çarlık rüyalarının propagandasını yapma özgürlüğü demek değildir.
Avrupa da, terör örgütlerinin,
gündemlerini ve ajandalarını, sınırsız bir pragmatizm ile,
takip edecekleri bir coğrafya olamaz.
İşte biz, bu nedenle;
pkk’nın Putin yanlısı tutumunu,
Türkiye ile diğer NATO ülkeleri arasında,
ortak zemin oluşumu için, bir fırsat olarak görüyoruz.
Bu fırsat, ülkemizin her iki millî çıkar hedefine;
Yani, pkk’yı Avrupa’dan söküp atma,
ve Avrupa güvenliğini güçlendirme çabasına katkı sunacaktır.
Ancak bunu sadece;
devlet ciddiyetine yakışan, etkin bir diplomasi ile başarabiliriz.
Şu aşamada olması gereken, “sessiz bir diplomasi” yürütmek
ve ortak tehditleri vurgulamaktır.
Ancak gelin görün ki;
Maalesef Sayın Erdoğan, bunun tam tersini yapıyor.
Ve her zaman olduğu gibi,
Yine dış politikayı, bir iç politika şovuna dönüştürmeye çalışıyor.
Aslında, biz Bay Kriz’in siciline baktığımız zaman,
bu tip tribüne oynayışların, milletimiz için, pek hayırlı sonuçlanmadığını görüyoruz.
Çok değil, daha geçtiğimiz sene;
Millî Savunma Bakanı, Birleşik Arap Emirlikleri’nin,
pkk’ya verdiği destekten bahsediyordu.
İçişleri Bakanı, 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında,
Birleşik Arap Emirlikleri’nin olduğunu iddia ediyordu.
Sayın Erdoğan’da bu doğrultuda;
Mısır’a, İsrail’e ve Suudi Arabistan’a, en üst perdeden konuşuyordu.
Peki bu efelenmelerin,
iç politikadaki siyasi hesaplarla yapılan şovların,
sonucunda ne oldu?
Sayın Erdoğan’ı, Körfez ülkelerinin liderleriyle,
fevkalade neşeli pozlar verip, para konuşurken bulduk.
Hatta bu arkadaşımız en son,
yaşananları, söylenenleri, “aile içi gürültü, patırtı” diyecek kadar küçümsedi.
Her şey bir anda unutuluverdi…
Nitekim, öyle bir unutuldu ki;
Cehaletine yenik düşmeleriyle meşhur, grup başkanvekillerini bile;
Yanlışlıkla, Birleşik Arap Emirlikleri’nin gerçeğini hatırlattığı için harcadılar.
Bak, Sayın Erdoğan;
pkk; elinde Mehmetçiklerimizin, çocuklarımızın, evlatlarımızın kanı olan,
hain ve alçak bir terör örgütüdür.
Eğer amacın, bu terör örgütünü Avrupa’dan tasfiye etmekse,
bunu yapmanın, yolu da, yordamı da bellidir.
Biz de yanında dururuz.
Ama yook…
Eğer amacın, tansiyonu yükseltip,
yine bir para pazarlığına oturmak, ve elini yüksekten açmaksa;
İşte orada, sana “dur” demek, bizim boynumuzun borcudur!
Avrupa ülkeleriyle para pazarlığı yapmak için,
şehitlerimizin kanını peşkeş çekmene, müsaade etmeyiz!
Yandaşlarını daha fazla semirtmek için;
Türk devletinin itibarını, ayaklar altına almana, müsaade etmeyiz!
Çapsız danışmanlarına, 12’inci maaşlarını bağlamak için;
Türk Milleti’nin onurunu ezdirmene, müsaade etmeyiz!
Bunu böyle bilesin.
Aziz milletim;
Bana, Ak Parti iktidarının en büyük başarısızlıklarını sorsanız;
Hiç kuşkusuz, ilk 3’e mutlaka tarımı da koyarım.
Pandemi öncesinde, pandemi sürecinde ve sonrasında,
aylardır aynı şeyi söylüyoruz.
“Tarım, bir millî güvenlik sorunudur.” diyoruz.
Ama bu arkadaşlar, bizi ısrarla duymazdan gelmeye devam ediyor.
Ne kadar yangın uçağımız olduğunu bile bilmeyen,
kepeği, ekilerek yetiştirilen bir ürün zanneden birini,
tuttular, ülkenin en stratejik alanlarından birine, bakan yaptılar.
“Çok kuyruk oluyordu, o yüzden fiyatları arttırdık.” diyen bir densizi,
Et ve Süt Kurumu’na, Genel Müdür yaptılar.
Sonuçta ne oldu?
Ülkemizde çiğ süt fiyatları,
2018 yılında, Avrupa Birliği ülkelerine göre, yüzde 18 daha ucuzken;
Bugün, yüzde 10 daha pahalı hâle geldi.
Üstelik onların alım gücü, bizim 4 katımız olmasına rağmen…
Peki bunlar neden oldu?
Çünkü her şeye kulağını tıkayan,
saraydan dışarı adımını atmayan, atamayan,
korkudan milletin, çiftçinin, hayvancının arasına karışamayanlar;
Kesime giden inekleri, düveleri ve hayvanlarının arkasında ağlayan yetiştiricileri,
duymazdan, görmezden, bilmezden geldiler.