Akşener: Meseleyi kadere havale etmek şuursuzluktur, aymazlıktır, terbiyesizliktir

0

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin Meclis Grup Toplantısında konuştu. “Tedbir almayıp sorumluluğunu yerine getirmeyip, milletimizin enkazdan uzanan elini tutamayıp, üstüne de tevekkülden bahsedip meseleyi kadere havale etmek şuursuzluktur, aymazlıktır, terbiyesizliktir.” diyen Akşener, şunları söyledi:

“Yakın tarihimizin en büyük acısını yaşıyoruz. Ama tüm acılarımıza rağmen her zaman olduğu gibi yan yanayız. Ve bu yarayı hep birlikte saracağımızın farkındayız. Çünkü ne olursa olsun, bizim mayamızda kardeşlik var, dayanışma var, zor günlerde kenetlenme var. Toplu duran, sinmeyen ve asla yılmayan yüreklerimiz var. Bu, dün de böyleydi, şükürler olsun bugün de böyle ve yürekten inanıyorum ki yarın da böyle kalacak. Şüphesiz, yaşadığımız bu felaketin izleri ne hafızamızdan ne de kalbimizden silinmeyecek. Hayatla ölüm arasındaki o ince çizgiyi, memleketimizi yasa boğan o büyük acıyı, tüm Türkiye’nin kulaklarını çınlatan o feryatları asla unutmayacağız. Nice hayatların, nice hayallerin moloz yığınlarının altında kalışını unutmayacağız. Tertemiz niyetlerle uyunan bir geceye çamurun sıçradığı o karanlık sabahı unutmayacağız. Sesini duyuramayan evlatlarımızı, annelerimizi, babalarımızı, kardeşlerimizi unutmayacağız. Başkaları unutabilir. Biz, dün de unutmadık, bugün de unutmayacağız ve asla unutturmayacağız.

Elbette ki acının asıl sahibi, depremi şehrinde, mahallesinde, köyünde yaşayan vatandaşlarımızdır. Binlerce ailemizin can kayıpları var. Kaybettikleri evleri, iş yerleri, birikimleri var. Hatıraları, anıları var. Kaybolan çok şey var. Bu vesileyle hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Yüce Allah’tan rahmet, ailelerine ve sevdiklerine sabır diliyorum. Allah, ailesiz kalan çocuklarımızı korusun. Allah, çadırlarda kalan depremzedelerimize direnme gücü versin. Allah, yaralarımızı sarmak için ter döken görevlilerimize, gönüllülerimize güç kuvvet versin. Yaralı vatandaşlarımızın bir an önce sağlığına kavuşmaları için dua ediyorum. Hepimizin başı sağ olsun, hepimize geçmiş olsun.

Ben, 1999 depremini bizzat yaşamış, yakınlarını kaybetmiş bir insanım. Dolayısıyla deprem gerçeğiyle yüzleşmenin ne demek olduğunu iyi biliyorum. 99 depremi hepimize çok şey öğretti. Mesela bunlardan biri, ilk 72 saatin önemiydi. Arama-kurtarma çalışmalarının yapıldığı yerlerde ayak altında dolaşmamak, oradaki çalışmalara engel olmamak çok önemlidir. Çünkü ilk 72 saatte en büyük ihtiyaç, enkaz altındaki vatandaşlarımızın kurtarılması ve bölgeye gerekli desteğin en hızlı şekilde sağlanmasıdır. İşte biz de tam olarak bu sebeple, afeti öğrenir öğrenmez Afet Koordinasyon Merkezi’mizi kurup parti olarak seferber olduk. Milletvekillerimizi, genel başkan yardımcılarımızı, gençlik kollarımızı, teşkilat mensuplarımızı ve gönüllülerimizi harekete geçirdik. Hem arama-kurtarma faaliyetlerine yardımcı olmaları hem de bölgedeki eksikleri, talepleri ve ihtiyaçları tespit etmeleri için 10 şehrimize gönderdik. İYİ Parti olarak, bu süreç boyunca bir sivil toplum kuruluşu gibi çalıştık. Milletimizin içine düştüğü ateşi söndürmek için çalıştık. Vatandaşlarımızla beraber, hep birlikte yaralara merhem olmak için çalıştık.

Bugün salonda gençlik kollarımız yok. Onlar, ‘Biz, bu ateş sönene kadar hep buradayız’ dediler ve hâlâ bölgedeler. O nedenle gençlik kollarımızdaki tüm evlatlarıma da özellikle teşekkür etmek istiyorum. Milletimiz için uyumadan, dinlenmeden gece gündüz çalıştılar. İYİ Partili olmak ne demek, herkese gösterdiler, göstermeye de devam ediyorlar. Onlarla gurur duyuyorum. İyi ki varlar. Ayrıca depremin ilk gününden itibaren elinden geleni yapmak için çalışan, imkanları ölçüsünde maddi yardımda bulunan, bölgedeki çalışmalarda emek veren veya duasını eksik etmeyen gencinden yaşlısına, erkeğinden kadınına her bir vatandaşımıza, sivil toplum örgütlerimize, gönüllülerimize minnettarız. Allah her birinizden razı olsun.

Ben de 72 saat sonra deprem bölgesindeydim. Yaralılarımızı ziyaret ettim, aile fertlerini, yakınlarını, sevdiklerini kaybetmiş insanlarımıza taziye ziyaretlerinde bulundum. Yürütülen çalışmaları yerinde gördüm. Depremzede vatandaşlarımızın taleplerini dinledim. Özellikle ilk 3 gün boyunca bölgede yaşanan organizasyon krizi, vatandaşlarımızın canını yakan başlıca konulardan biri oldu. 5’inci günde bile hâlâ arama-kurtarmanın ulaşamadığı enkazlar vardı. O enkazların başında binlerce insanımız, yakınlarının enkaz altında gün geçtikçe azalan seslerini dinlediler. Evlatlarını çıkarma ümidiyle günlerce beklediler. Kimisi evladının sesini duymuş, enkaz altındayken onunla konuşmuş. Yüzlerce kiloluk betonları elleriyle kaldırmaya çalışmış. Ama beklediği yardım gelmemiş. Acısına, bir de bu çaresizliğin getirdiği acı eklenmiş.

Enkaz altından kurtulan vatandaşlarımızın çektiği çile de ayrıydı. Cenazesine kefen bile bulamayan insanlarımız vardı. Depremin 7’nci gününde bile çadır bekleyen aileler vardı. Dondurucu soğukta barınma, ısınma ve hijyen ihtiyaçlarını karşılayamayan, günler boyunca tuvalet sorunuyla uğraşan vatandaşlarımız vardı. Biz, 1999 depreminin üzerinden geçen 24 yılın ardından, 6 Şubat’ta sadece deprem gerçeğiyle yüzleşmedik. Biz, aslında 24 yıl sonra hiçbir dersin alınmadığı gerçeğiyle yüzleştik. Sadece beton blokların değil, ahlakın da çürüdüğü gerçeğiyle yüzleştik. Yapı denetim sisteminin işlemediği gerçeğiyle yüzleştik. Rant sevdasının, hırsızlığın, yolsuzluğun acı reçetesiyle yüzleştik. İmar affının çözüm değil, tam tersine ölüm fermanı olduğu gerçeğiyle yüzleştik. Tedbirsizlikle, iş bilmezlikle, liyakatsizlikle yüzleştik.

Ülkemizin içine hapsedildiği tek adam sistemiyle devletimizin kurumsal yapısının nasıl can verdiğini senelerdir anlatıyoruz. Ancak ne yazık ki bu gerçek, kendisini kriz anlarında daha net belli ediyor. Ormanlarımız yanıyor; söndürecek uçağımızın olmadığını yangın sırasında öğreniyoruz. Paramız ani kur ataklarıyla pul oluyor; Merkez Bankamızda para kalmadığını, dolar üç katına çıktığında öğreniyoruz. Ve maalesef deprem oluyor; binlerce vatandaşımız enkaz altında yardım bekliyor, soğukta çadır bekliyor, tuvalet bekliyor, aş bekliyor ve biz, iktidarın hiçbir ciddi hazırlığının olmadığını, afet yönetiminin çöktüğünü, Sayın Erdoğan ve ekibinin acizliğini görüyoruz.

Ülkemizde deprem sonrasında arama-kurtarma için vinç olmadığını, ‘10 tane vinç kiraladık’ diye övünen Cumhurbaşkanı Yardımcısı’ndan öğreniyoruz. Mesela yine aynı kişinin yerle bir olan Elbistan’a 20 kişilik bir ekip gönderdiğini açıklamasıyla arama-kurtarma ekiplerimizin ne kadar yetersiz olduğunu görüyoruz. Mesela Kahramanmaraş’ta depremzede vatandaşlarımız geceleri eksi 18 derece soğukla mücadele etmeye çalışırken Teknoloji Bakanı’nın 1 milyon battaniye üretmekten duyduğu gururu izliyoruz. Mesela bir yandan iktidar mensupları tarafından yol şartlarından ötürü gecikme yaşandığı söylenirken diğer yandan Ulaştırma Bakanı’nın ‘Dayanıklı yollar sayesinde ulaşım kesintisiz sağlanmış oldu’ dediği yaman bir çelişkiye şahit oluyoruz.

Depremin ertesi gününde birçok ilimizden doğru düzgün haber bile alamazken Türk Kızılay’ı başkanının ‘Ulaşılamayan bir nokta yok’ diyerek kendini bile inandıramadığı yalanına maruz kalıyoruz. Mesela bir vatandaşımız ‘Yardım edin, bir vinç gelsin, bir ekip gelsin’ diye feryat ederken eski bir bakanın, acılı babanın yüzüne bile bakmadan telefonuyla oynadığı aymazlığa şahit oluyoruz. Mesela binlerce insanımız enkaz altında can verirken Hazine ve Maliye Bakanı’nın, tek sıkıntıyı sosyal medyadaki haberlerden ibaret gördüğü ve kamera kadrajına girme peşinde eski başbakana omuz attığı bir büyük kepazeliği izliyoruz. Oysa iktidar, karar mercii olduğu kadar aynı zamanda sorumluluk merciidir. Ancak AK Parti iktidarında hiç kimse sorumluluk almıyor, hiç kimse hesap vermiyor. Bir Allah’ın kulu bile istifa etmiyor. Ne diyeyim. Yazıklar olsun.

Onlar zerre utanmıyor ama, ben utanıyorum. Onlar adına utanıyorum. Bu ciddiyetsizlikten utanıyorum. Bu yüzsüzlükten utanıyorum. Bu arsızlıktan utanıyorum. Vatandaşını en zor anında yalnız ve çaresiz bırakan bu liyakatsizlikten utanıyorum. Tüm bu ciddiyetsiz, yüzsüz ve liyakatsiz açıklamalara neden maruz kalıyoruz, biliyor musunuz? Sadece ama sadece kriz üreten, felaket üreten tek adam sistemi yüzünden. Nitekim bu ucube sistemin tek adamı Sayın Erdoğan, tüm süreç boyunca, yine her zaman olduğu gibi sınırsız yetkiyle donatılmış, kocaman bir sorumsuzluk hali içindeydi. Hatırlayın; 2020’deki Elazığ depreminde, İBAN numarası paylaşıp ‘Bu tür afetler bizler için büyük bir imtihan’ demişti. Hatırlayın; 2021’de, Rize’deki sel felaketinin ardından vatandaşlarımıza keyif çayı dağıtmıştı. Hatırlayın; 2022’de, Marmaris’teki orman yangını mağdurlarına da paket paket çay fırlatmıştı. Yıl oldu 2023. Biz ‘Acaba ders almış mıdır’ diye düşünürken bu sefer de depremden 1,5 gün sonra çıktığı ilk televizyon yayınında, ‘Günü geldiğinde, şu anda tuttuğumuz defteri açacağız’ diyerek milletimizi tehdit etti.

Enkaz altındaki insanlarımızın yerini bildirdiği ve iktidarın yapamadığını yapıp organize olarak yardım istediği sosyal medyaya kısıtlama getirdi. Sonra da çıktı ve her felakette tekrarladığı gibi yine utanmadan, ‘Bunlar, kader planının içerisinde olan şeyler’ dedi. Yani yine ‘kader’ dedi, yine ‘tevekkül’ dedi. Gerçekten ibretlik. Sayın Erdoğan, sana daha önce de söylemiştim. Sen istediğin kadar duymazdan gel. Sen istediğin kadar kulaklarını tıka. Gerçekleri değiştiremezsin. Tevekkül, her türlü tedbiri aldıktan sonra bir işi nihayetinde Allah’a havale etmektir. Hamdolsun hepimiz, kadere iman edenlerdeniz. Ancak tevekkül, tembelliğe açılan bir kapı değildir, sorumsuzluğa uydurulacak bir kılıf hiç değildir. Yaşadığımız felaketlerin altında yatan büyük sorumsuzluğu gizlemek için imanımızı sömürmeye kalkmak, kimsenin haddi de hakkı da değildir.

Tedbir almayıp, sorumluluğunu yerine getirmeyip, milletimizin enkazdan uzanan elini tutamayıp, üstüne de tevekkülden bahsedip meseleyi kadere havale etmek şuursuzluktur, aymazlıktır, terbiyesizliktir. Kendi beceriksizliğini, ‘Kader planı’ diyerek perdeleyemezsin Sayın Erdoğan. Kurduğun yağma düzeninin ağır faturasını kader planına yükleyemezsin. Devletimizi yönetemediğin gerçeğini, ‘Kader planı’ diyerek gizleyemezsin. Hiç kadere sığınma. Bu beceriksizliğin arkasındaki tek sorumlu sensin, sen. Kızılay’ın içini boşaltıp AFAD’ı arpalığa çeviren, devletin en kritik kurumlarının tepelerini çapsız, birikimsiz, yetersiz kadrolarla dolduran sensin, sen. Bilim insanlarının, jeologların, jeofizikçilerin televizyonlarda yıllardır bağıra bağıra anlattıkları ‘Kahramanmaraş’ta 7.5 şiddetinde deprem olacak’ sözüne kulak asmayan sensin, sen. Deprem için toplanan paraları çarçur edip kanal projesi peşinde yılları heba eden sensin, sen. Milletimiz kapıdaki depremi çaresizlik içinde beklerken imar affı ile para toplayıp çürük binaları aklayan sensin, sen. Sayın Erdoğan, sen istediğin kadar ‘Kader planı’ diyerek kendi beceriksizliğine kılıf ara; bu felaketin yegane sorumlusu sensin, sen.

Milletimize hizmet etmek yerine sarayda sefa sürmeyi seçtin. Çünkü sen, binlerce insanımızın hayatını kurtarmak yerine yandaşlarına ihale dağıtmayı seçtin. Hatırla; 2003’teki Bingöl depreminde, ‘Deprem, kader diyerek geçiştirilemez’ diyen bizzat sendin. Hatırla; ‘Deprem felaketi kötü yönetimin sonucudur, tüm sorumlulardan hesap sorulmalıdır’ diyen de bizzat sendin. Ne oldu Sayın Erdoğan? O günden bugüne ne değişti? Geçtim sorumlulardan hesap sormayı, felaketin daha üçüncü gününde utanmadan çıkıp, ‘Bugün daha rahatız, yarın daha da rahat olacağız’ dedin. Bugün, depremin 16’ncı günü. Söylesene, rahat ettin mi, Sayın Erdoğan?

Tarihimizin en büyük felaketlerinden birini yaşadık. 42 bin 310 kardeşimiz can verdi. İnsanlarımız koordinasyonsuzluktan, organizasyonsuzluktan enkaz altından kurtarılmadığı için soğuktan donarak öldü. Söylesene, rahat ettin mi, Sayın Erdoğan? Hatay yok oldu, Maraş harap oldu. Adıyaman’da, Malatya’da, Kilis’te, Osmaniye’de, Diyarbakır’da, Şanlıurfa’da, Gaziantep’te, Elazığ’da nice ocaklar söndü. Söylesene, rahat ettin mi, Sayın Erdoğan? Doğrudur, depremler doğal afetlerdir. Ama bu afetin felaketle sonuçlanmasının sorumlusu bizzat Sayın Erdoğan’dır. Doğrudur, kaderde doğal afetler vardır. Ama devletin kurumlarını felç edip felakete davetiye çıkartan, bu ucube sistemdir. Doğrudur, depremin merkezi Pazarcık ve İslâhiye’dir, ama liyakatsiz ellerin neden olduğu bu büyük felaketin merkezi Beştepe’dir.

Felaketin üzerinden geçen 16 günün ardından açık ve net olarak gördüğümüz bir gerçek var. Biz milletçe canımızın derdindeyken iktidar medyası da her zaman olduğu gibi propagandasının derdindeydi. Ama tüm çabalarına rağmen gerçekleri yine eğip bükemediler, yine değiştiremediler. Kampanya videoları çektiler. Yasaklar getirdiler. Evlere polis gönderdiler. Ama yine de sözüm ona asrın liderinin ve asrın sisteminin, asrın felaketine neden olduğunu gizleyemediler.

AFAD gibi, bu ülkenin canını emanet ettiği bir kurumda liyakati önemsemediler. Önlerine koyulan sayfalarca analiz ve rapordaki gerçeği görmezden geldiler. Kendilerinin bile inanmadığı tribün tatbikatları yaptılar, ders almadılar. SMS göndermekten bile aciz olduklarını görmelerine rağmen telekomünikasyon sorunlarını gidermediler. Ve sonuç olarak, yüzyılımızın en büyük depremine, yüzyılımızın en beceriksiz, en aciz iktidarıyla yakalandık. Yaşadığımız bu büyük felaketin ekonomik, psikolojik, sosyolojik ve demografik birçok etkisi olacak.

Deprem bölgesindeki göç hareketliliği, büyük bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. 2,5 milyondan fazla vatandaşımızın tahliyelerle ve kendi imkanlarıyla bölge dışına çıktığı tahmin ediliyor. Mevcut sığınmacı sorunuyla birlikte irdelendiğinde bu durum, gelecekte bölgedeki insanlarımız için bir demografik değişim tehlikesini gözler önüne seriyor. Nüfusumuzun yüzde 16’sını oluşturan deprem bölgesinde yaklaşık 1 milyon 700 bin Suriyeli sığınmacı bulunuyor. Göçlerin yoğun yaşandığı illerimizde boşalan alanlar dışında, göçün gerçekleştiği Mersin ve diğer illerimizde de bu sorun hayatı giderek daha da olumsuz etkileyecektir. Köylerin boşaltılması ise bu kapsamda sadece bir demografik değişime değil, terör örgütlerine yeni alanlar açılmasına da neden olabilir. O nedenle öncelikle Hatay’dan başlayarak tüm Türkiye’de yabancılara konut satışının durdurulması çağrımı buradan da tekrarlıyorum.  Bu çağrımın ne anlama geldiğini idrak edemeyenlerin, zaten bu sorunu bizzat çıkaranlar olduğunu kimse unutmasın.

Bizim amacımız, insanlarımızın evlerine, yurtlarına geri dönmesi, hiçbir vatandaşımızın herhangi bir hakkının kaybolmamasıdır. Çünkü kadim devlet geleneğimizde devleti yönetenler, sınırlarda güvenliği, içeride ise huzuru temin etmekle sorumludur. Çünkü sınır güvenliği ve milletin huzuru, ülkenin varlığı için vazgeçilmezdir. Ancak Sayın Erdoğan ve arkadaşlarının böyle bir derdi olmadığını maalesef biliyoruz. O nedenle buradan uyarmak istiyorum; özellikle bölgedeki insanlarımızın mülklerini korumalarına yönelik hukuki bir çerçevenin oluşturulması ve farkındalık çalışmalarının derhal organize edilmesi gerekiyor. Evet, şehirlerimizi yeniden onaracağız ve bunu yaparken de yeni bir usulsüzlüğe ve çarpıklığa izin vermeyeceğiz.

Ancak artık sığınmacı problemini çözme vakti gelmiştir. Buradan iktidarı, başlayacak olan yeni inşa süreci kapsamında sığınmacıları ülkelerine geri göndermeye, bunun için de gerekli adımları atmaya ve diplomatik görüşmeleri derhal başlatmaya davet ediyorum. Biz, en kısa zamanda Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni bu konuda görüşmeye çağıracağız. Eğer Sayın Erdoğan’ın inadı hâlâ sürüyorsa daha önceki çağrımı da bu vesileyle buradan yineliyorum. Milletimiz için, devletimiz için ben bu görüşmeleri yapıp bu sorunu çözmeye hazırım. Bizler hazırız.

İYİ Parti olarak, bir de acil eylem planı hazırladık. Bu eylem planında tarımdan sağlığa, sanayiden istihdama, eğitimden kurumsal kapasitenin güçlendirilmesine, sığınmacılardan barınma sorununa kadar hayati önem taşıyan birçok alanda kısa, orta ve uzun vadede ne yapılması gerektiğini anlattık. Ayrıca Millet İttifakı olarak da bu çerçevede bir komisyon kurduk. Çalışmalarımızı ortaklaştırıp en kısa zamanda milletimizle paylaşacağız. Ayrıca bölgede sürdürülebilir bir yaşamın sağlanması için iktisadi faaliyetlerin ve üretimin yeniden başlaması gerektiğini biliyoruz.

Türk sanayicisini ve emekçisini her zamankinden daha fazla desteklememiz gerektiğinin farkındayız. Bunun için de eylem planımızın yanında, adına ‘İnsani Sanayi Bölgeleri’ dediğimiz ve İYİ Parti iktidarında hayata geçireceğimiz bir de proje geliştirdik. İnsani sanayi bölgelerimiz, bölgemizde çeşitli uygulamaları olan özellikli sanayi bölgeleri ile aynı yapıda olacak. Zemin çalışması yapılmış yerlerde bin hektarlık alanlar üzerine kurulacak bu bölgeler, yapacağımız uluslararası iş birlikleri sayesinde dünyanın her yerine, herhangi bir tarife ve kota engeline takılmadan ihracat yapma imtiyazına sahip olacak.

Böylece depremden zarar gören illerimiz, sanayi ve ihracat için bir çekim merkezi hâline gelecek. Türk sanayisi kazanacak, doğrudan yabancı yatırım gelecek, bölge zenginleşecek ve sağlanan nitelikli istihdam sayesinde bölgenin demografik yapısı korunacak. Kısacası Türkiye kazanacak. Hesabını kitabını da yaptık. Bin hektarlık bir İnsani Sanayi Bölgesi’nin altyapı ve kurulum maliyeti, 8 milyar lira. Bir İnsani Sanayi Bölgesi, 30 bini doğrudan olmak üzere 65 bin kişilik istihdam sağlayabiliyor. Yani depremden etkilenen illerimizde kuracağımız dört İnsani Sanayi Bölgesi’yle en az 250 bin insanımıza istihdam sağlayıp 1 milyondan fazla vatandaşımızı da kendi memleketlerinde eskisinden daha iyi koşullarda yaşatabiliriz.

Hesabını kitabını yaptık derken finansmanı nasıl sağlayacağımızı da planladık. İYİ Parti olarak, daha önce önerdiğimiz Emlak-Sanayi Modeli’miz ile bu bölgelerde faaliyet gösterecek şirketlerimizin arsa ve inşaat maliyetlerini uzun vadeye yayacağız. Böylece bu şirketler, üretim yapmak için ihtiyaçları olan makine ve ekipman yatırımlarına daha kolay kaynak ayırabilecekler. Ayrıca yine daha önce tanıttığımız Takas Fonu’muzda biriken gelirin bir kısmını da bu projede kullanacağız. Bunun yanında ise sosyal etki ve kalkınma etki tahvillerinden elde edeceğimiz gelir ile konut, okul, hastane gibi inşaatların maliyetini karşılayacağız. Yani İYİ Parti olarak biz diyoruz ki gelin, yaralarımızı beraber saralım. Bu depremin yol açtığı enkazdan sanayimizle, üretim gücümüzle, ihracat kabiliyetimizle ve işçimizin alın teriyle çıkalım. Kimse merak etmesin, bu zorluğu da atlatacağız. Yaralarımızı birlikte saracağız. Milletçe el ele verecek ve iyileşeceğiz. Zengin, mutlu ve güçlü bir Türkiye’ye mutlaka ulaşacağız.

İktidarın her türlü sabotajına rağmen, bu zorlu süreçte millet olarak birbirimize karşı sorumlu olmanın, dayanışmanın, iş birliğinin en güzel örneklerinden birini sergiledik. İktidarın dayattığı, tüm ‘oculuk-buculuk tartışmalarını, el ele verip birlikte dağıttık. Hepimiz birimiz için, birimiz hepimiz için. Bir olduk, beraber olduk, birlik olduk. Farklı ideolojilerden, farklı toplum kesimlerinden farklı yaş gruplarından, farklı kültürlerden, farklı şehirlerden insanlarımız, birbirinin yardımına koştu. Ve bu büyük millet, devletini, aciz bir iktidarın üzerine yıktığı enkazdan çekip çıkarttı. Kendinden olmayan ya da çökmeyi başaramadığı tüm sivil toplum kuruluşlarına hasetle bakan iktidara inat sivil toplumun önemine ve gücüne şahitlik ettik. Bu vesileyle emek veren, ter döken, depremden etkilenen, insanlarımızın acısını yüreğinde hisseden her vatandaşımıza, her siyasi partiye, her derneğe, madenci kardeşlerimize, arama-kurtarma gönüllülerine, iktidarın iş bilmezliklerine rağmen görevini hakkıyla yapmaya çalışan devlet görevlilerimize ve yardımımıza koşan tüm ülkelere ayrı ayrı teşekkür ediyorum. 

İnsanlarımızın mağduriyetlerini fırsat bilip bu depremi bir inşaat şovuna dönüştürmeyi planlayanların farkındayız. Bu büyük felaketin sorumlusu kendileri değilmiş gibi felaketten seçim vaadi devşirmeye kalkanların farkındayız. Depremi bir sahne olarak görüp sergiledikleri performansla öfkeli insanlarımızı bireysel hedefleri doğrultusunda etkilemeye çalışanların farkındayız. Fırsat bu fırsat diyerek depremzedelerimizin acılarının üzerinden hesap görmek isteyenlerin farkındayız. Bulanık suda balık avlamak isteyenlerin, yangını söndürmenin değil, yangından mal kaçırma peşinde olanların da elbette farkındayız. Varsın olsun. Biz, İYİ Parti olarak bunların hiçbiriyle ilgilenmeyecek, her zaman olduğu gibi milletimizin yanında duracağız. Öncelikle depremden etkilenen vatandaşlarımızın yaralarını saracağız. Sonrasında ise ülkemizin başına bela edilen bu ucube sistemden kurtulmak için var gücümüzle çalışmaya devam edeceğiz. Çünkü insanımız, huzurla nefes almayı hak ediyor. Çünkü milletimiz, güneşli günleri hak ediyor. Çünkü Türkiye, çok daha iyisini hak ediyor.”

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz