AMY

0
Latest posts by Aysun Saygı Köknar (see all)

Kadın karakterlerin hayatı oldum olası ilgimi çekmiştir. 

Şu zalim dünyada öne çıkabilen, paçasından çeken her olumsuzluğa rağmen adını tarihe altın harflerle yazdırabilen hemcinslerimin herkese gösterdiklerinin ardındaki zaafları, korkuları, hazları kısacası gizli dünyalarını keşfetmek beni hep cezbetmiştir.

Bugün sizlere maalesef aramızdan henüz 27 yaşındayken ayrılan İngiliz şarkıcı ve şarkı sözü yazarı Amy Winehouse’un kısa ama çarpıcı hayatından bahsedeceğim.

Geçtiğimiz haftalarda Tiyatro Keyfi’nin sahneye taşıdığı Kemal Başar’ın yönetmenliğini yaptığı Cansu TekolukAlkış Peker, Zeynep Yaylıcıoğlu’nun rollerini paylaştığı “Bana Amy de” isimli müzikli tiyatro oyununu izledim.

Tiyatro oyununa daha iyi hâkim olmak amacıyla 2015 yılında çekilen yönetmenliğini Asif Kapadia’nın yaptığı en iyi belgesel ödülü alan “Amy” isimli belgeseli seyrettim ve sanatçısının genç yaşta ölümle sonuçlanan trajik hayatından çok etkilendim. 

Amy Winehouse çoğu sanatçı gibi hassas ve kırılgan bir ruha sahip, varoluş sancıları çeken, müzikle saf bir bağı olan, beyaz bir insanda bulunan siyahi bir gırtlağa sahip nadir sanatçılardan biriydi. Çekici ve tatlı bir kadındı. Kendine özgü bir insandı. 

Yetişkinliğinde içindeki boşluğu bir türlü dolduramamaktan bahseden Amy’de parçalanmış bir aileye sahipti. Haddinden fazla yumuşak bir anne, varlığını hissettiremeyen, silik bir baba ile çocukluğunu geçiren Amy, 9 yaşına geldiğinde anne ve babasının ayrılması ile kendisinde derin izler bırakan o travmasını yaşadı. Depresyonla tanıştı, daha 13-14 yaşlarındayken doktora götürüldü ve antidepresana başladı.

Şarkı söylemeye bayılıyordu. Daha 16 yaşlarında bir genç kızken amacı sadece Dinah Washington ya da Tony Bennettgibi şarkı söylemekti. Ancak hiçbir zaman kariyerinin bu yönde ilerleyeceğini tahmin etmemişti. 

Fakat insanlar onun sesindeki büyüyü çok geçmeden fark etmeye başladılar. Kendine has tarzı, özgün yorumu ve farklı sesiyle kısa sürede yapımcıların dikkatini çekti ve stüdyoya girdi. 

Daha 16 yaşını sürerken ilk sözleşmesini imzaladı ve hayal ettiği gibi kendi kanatları ile uçmaya başladı. Tek amacı kendi kiraladığı eve çıkıp; şarkı yazıp, şarkı söyleyip, serseri gibi takılıp, ot sarıp içmekti.

Arkadaşları onu 18 yaşındayken bile 65 yaşında bir ruha sahip dünya yorgunu insanlardan olduğunu söylüyordu.

Amy ise sadece ama sadece müzik yapmak istiyordu.

O aslında ünlü olmaktan delice korkan biriydi. Arkadaşlarına “Ünlü olursam muhtemelen deliririm” diyor, müziğinin geniş kitleleri etkileyen bir skalada olmadığını düşünüyordu.

Ancak şiirsel sözleri ve melodi kabiliyetiyle yapımcıları etkilemeyi başarıyordu.

Derken hayatına Amy’nin kalbinin üzerine adını kazıdığı oysa funlarının ölümünün baş sorumlularından biri olarak gördüğü ve “şeytan” olarak nitelediği Blake dâhil oldu. 

Blake’le sınırları zorlayan, bir dargın bir barışık, fırtınalı bir aşk hayatı yaşıyorlardı. Birbirlerini sürekli aldatıyor, içiyor, dağıtıyor, bu toksik ilişkiden en çok da Amy zarar görüyordu. En sonunda ayrıldılar.

Amy, sürekli sevgili değiştiriyor bunun babasının onu çok küçük yaşta terk etmiş olmasıyla bağlantısı olduğunu savunuyordu. Sorumsuzca davranışlar sergiliyor, vücudunun kaldırabileceğinden çok içiyordu. Kaybolmuş ruhunun parçalarını kadehlerin dibinde arıyordu. 

Blake’in kendisini terk etmesinden dolayı kalbi kırıktı, kafası allak bullak olmuştu. 

Ancak bu ayrılık onu zirveye taşıyan Back to Black albümünün muhteşem parçalarının oluşmasını sağladı. Kötü bir olaydan iyi bir şey çıkarmıştı. 

Tam işler bir nebze olsun yoluna giriyor derken onu çocukluktan beri büyüten, sıkı bağlar kurduğu babaannesinin ölümü ile yüzleşmek zorunda kaldı.

Bu olay her şeyin tuzu biberi oldu, bağımlılıklarına şimdi de kalori düzeyi yüksek yiyeceği tıkınırcasına tüketme, ardından da kusarak çıkarma olarak seyreden bulimia hastalığı eklenmişti. 

Amy her şeye rağmen pes etmiyor hayata tutunmaya çalışıyordu.

Back to black albümün öne çıkan parçası “Rehab” ile adını dünya listelerinde en üst sıralara yazdırdı. Ve ticari bir stara dönüştü. 

Ünlü olmaktan delice korkan Amy Winehouse 2007 yılında İngiltere’nin en hatırı sayılır pop müzik ödülü olan Brit’s en iyi İngiliz kadın şarkıcı ödülüne layık görüldü. Brtit’si kazanmak onun için bir dönüm noktasıydı.

Paparazziler peşinden ayrılmıyor, magazinciler, radyocular, televizyoncular ondan bahsediyordu. Rehab’le müzik listelerinde hızla yükseliyor, dergilere kapak oluyor, ismi manşetleri süslüyordu.

Krepe yapılmış kabarık saçları, kalın eye liner çekilmiş gözleri ve enfes sesiyle ortalığı sallıyordu. 

Fakat o çevresindekilere bu şaşaadan ürktüğünden bahsediyor, korkularını dile getiriyor hatta ön plana çıkmış olmaktan utanç duyduğunu anlatıyordu.

Burada Blake yeniden sahneye girdi; saplantılı ve çalkantılı bu aşk ilişkisi yeniden alevlendi. Evlendiler.

Amy “aşığım” deyip hayatına yeniden aldığı bu kötü ruhlu adam yüzünden çıkılması çok zor bir yola daha girdi ve genç kadın uğruna canını bile vermekten bahsettiği bu adam sayesinde hayatında ilk kez kokain ve eroinle tanıştı.  

Amy temizlenmek amacı ile birkaç kez rehabilitasyon merkezine yatmasına rağmen en küçük bir sarsıntıda yeniden başa dönüyordu. 

Şöhret olmak istemeyen Amy Winehouse her şeye rağmen şöhret basamaklarını çıkıp 2008’de Grammy’e 6 dalda aday gösterilip 5 dalda ödül kazanınca dünyanın en ünlü talk show programlarına, dergilerine, gazetelerine davet edilip ünlü sunucular tarafından ceketleri iliklenerek karşılandı. 

Ancak şöhret öyle bir canavar ve kimileri için ünlü olmak öyle ağır bir yük ki sunucusundan, showmenine, izleyicisinden, paparazzisine herkes sahneye çıkan kişi hakkında söz söyleme hakkı gördü ve acımasızca eleştirdi.

Artık çok ünlü ve zengindi. Ancak özgürlüğü elinden alınmıştı. 

Bağımlılıklar ve bulimia ile mücadele ettiğini bilmelerine rağmen güya “gelişmiş” ülkeler statüsüne ilk sıralardan giren İngiltere’de bile hasta bir insanla ilgili gayet rahat bir biçimde alay edip, gülebildiler. 

Ne kadar acı ve riyakârca…

Toplum tarafından “normal” kabul edilen sınırlar içinde olduğunuzda sizin karşınızda ceketini ilikleyip hazır ola geçen insancıkların -olur ya insanlık hali- “hasta, muhtaç, zavallı” ya da herkesçe kabul gören normlar dışına çıkmaya görün birdenbire üstten bakan tavırlarına, küçümseyici, alay edici, dışlayıcı yargılamalarına, ikiyüzlülüklerine maruz kalabiliyordunuz. 

Bu kural değişmiyor insanlar yaralarınızı gösterdiğinizde alçakça en zayıf anınızı kollayıp yumuşak karnınızı hedef almayı seviyordu.  

Amy için özellikle medyanın yargılayıcı bakışları, acımasız eleştirileri ile baş etmek zaten zor olan hayatını daha da yaşanmaz kılıyordu. Üzerinde oluşan baskı yüzünden daha da uçlara gitti. 

Ne fiziksel ne de mental olarak kendini bir türlü toparlayamadı.

23 Temmuz 2011 günü Londra’daki evinde kanında normal sınırların beş kat üzerinde bulunan alkol zehirlenmesi yüzünden hayatını kaybetti. 

Çocukluğunda hayalet ama şöhret olunca dibinden ayrılmayan, paragöz babasının ne yaptığını bilmem ama genç kadının belki de ölümünde çok büyük katkısı olan hayatının hatası eski koca Blake Fielder-Civil şarkıcının ölümünden sekiz yıl sonra bile mülkünden 1.8 milyon sterline yakın bir para talep etmek için dava açtı. İddiasına göre 6 yıllık birlikteliklerinde Amy en başarılı çalışmalarına imza attığından dolayı başkalarının sırtından geçinmeyi seven her asalak gibi Blake’de edinilen bu servette hak sahibi olduğunu söylemekte.

Görüyorsunuz işte, bazıları doğuştan şanssızdır. Bazen ölünce bile huzur yok insana.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz