Arabuluculuk iddiası boş bir sözdür!.. (Özel Haber)

0
Latest posts by Emrullah Bayrak (see all)

DEVA Partisi Genel Başkanlık Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Koordinatörü Emekli Büyükelçi Abdurrahman Bilgiç, Ocak Medya’ya konuştu. “Türkiye’nin bozulan ve gerilen dış ilişkileri, yalnızlıktan kurtulmaya çalışırken bile beceriksiz çabaları var.” diyen Bilgiç, dış politikada taktik kazanımların, stratejik başarıyı garanti etmeyeceğini vurguladı.

Türkiye’nin, milli çıkarları gereği Kırım dahil Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü savunmak zorunda olduğunu belirten Bilgiç, tarafsız olmayı zorunlu kılan arabuluculuk iddiasının özellikle Türkiye’yi aşan böyle bir Stratejik Kırılma döneminde boş bir söz olduğuna dikkat çekti. “İktidar hala dış ilişkilerinde daha ziyade güce yaslanmayı tercih ediyor ve kavgacı üslubu ve siyaseti, diplomasi veya kamu diplomasisi sanıyor.” diyen Bilgiç, Türkiye’ye Doğu’da ve Batı’da bu kritik dönemde güven duyulmadığını kaydetti.

Ocak Medya’nın sorularını cevaplayan Bilgiç, Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine yönelik karşı tutumunu şöyle değerlendirdi:

“Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine yönelik itirazlarının iki boyutu bulunmaktadır. Bunlardan birincisi bu ülkelerin 9 Ekim 2019 tarihinde başlattığımız Barış Pınarı harekatımıza tepki olarak Avrupa Birliği çizgisinde savunma sanayimize kısıtlama getirmiş olmalarıdır. İkinci boyutu ise terörle mücadele konusunda bu ülkelerin takındığı tutum ve davranışlardan rahatsızlığımızdır.

İsveç ve Finlandiya’nın bu konularda tutumlarını esnetmeye başladıklarını gözlemlemekteyiz. Ancak şu ana kadar aldığımız tepkilerden tatmin olmadığımız anlaşılmaktadır. Nitekim söz konusu ülkelerin üyeliklerini engellemeye devam etmemiz bunu açıkça ortaya koymaktadır.

İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelikleri, Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle hız kazanan, güvenlik alanında küresel ve Avrupa çapında dramatik etkiler oluşturan bir jeopolitik kayma dönemine rastlamaktadır. Bu ülkelerin NATO üyelikleri, münferit güvenlik kaygılarının ötesinde Rusya’nın kuşatılması, NATO’nun Baltık Denizi’nde ve Kuzey Kutbu’nda daha etkin hale gelmesini de sağlayacak önemli bir gelişmedir. Üyelik oybirliğini gerektirdiğinden, Türkiye’nin engellemesi büyük anlam ifade etmektedir.

Yani Türkiye’nin elindeki bu kozu kullanarak süreci bloke eden tutumu NATO genişleme sürecinin kaderini belirleyici niteliktedir. İktidarın bu engelleyici tutumu NATO müttefiklerimiz arasında şu şekilde algılanmaktadır: Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’de fiilen başlamış seçim sürecinde sahnede güçlü lider imajı oluşturarak dikkat çekmeye çalışmaktadır. Erdoğan İktidarı Rusya’ya göz kırpmaktadır.

Batılı ülkeler, NATO’nun genişlemesi konusunda Türkiye’ye yönelik eleştirilerini özenli yapmakta, yeni stratejik ortamda nisbi değeri artan Türkiye’yi uzaklaştırmak istememektedirler. Türkiye’deki iktidarın itirazlarının aşılacağından ise emin bir tavır sergilemektedirler. Rusya ise PKK’yı terör örgütü olarak tanımadığı halde şu sıralarda Türkiye’nin meşru güvenlik kaygılarına göndermelerde bulunmak suretiyle ülkemizi yanına çekmeye çalışmaktadır.

Bu ay sonunda İspanya’da yapılacak NATO Zirvesi’nde bu konunun çözüme kavuşturulması ihtimali güçlü değildir. Bu durum Türkiye’nin dünyada ve bölgesinde olduğu gibi NATO içerisinde de yalnız kalmasına ve NATO’nun kara koyunu gibi algılanmasına yol açmaktadır. Diğer NATO ülkeleri arasında seslendirilmeye başlanan seçeneklerden birisi de Türkiye engelleyici tutumunu sürdürse bile İsveç ve Finlandiya’ya NATO güvenlik garantilerinin NATO’nun bellibaşlı ülkeleri tarafından verilmesidir.

Aslında İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelik başvuruları Türkiye’nin müttefikleri ile yaşadığı sorunları aşması, maruz kaldığı savunma sanayimize ve caydırıcılığımıza darbe vuran ambargolardan kurtulması ve F-35 programına dönmesi için büyük bir fırsattır. Bu fırsat hamaset ve iç politika hesapları yüzünden heba edilmemelidir.”

Suriye’ye operasyon

Türkiye’nin olası Suriye operasyonu ve ABD’nin tutumu konusunda ise Emekli Büyükelçi Abdurrahman Bilgiç şöyle konuştu: “Türkiye’nin bozulan ve gerilen dış ilişkileri, yalnızlıktan kurtulmaya çalışırken bile beceriksiz çabaları var. Buna dış politika demek doğru değil. Daha Mısır’a ve İsrail’e karşılıklı Büyükelçi atamayı dahi başaramayan bir İktidar sorunuyla karşı karşıyayız. Türkiye’ye maalesef Doğu’da ve Batı’da bu kritik dönemde güven duyulmamaktadır.

Türkiye’nin meşru güvenlik kaygıları, ülke içindeki kutuplaştırma ve ötekileştirmenin yıkıcı popülist etkileri altında yeterli ölçüde destek görmemektedir. Güvenlik kurumlarımızın muhalefet partilerini Suriye operasyonunun gerekçeleri, süresi, kapsamı ve hedefleri konusunda bilgilendirmeleri kuşkusuz yararlı olacaktır. Maalesef bu operasyonun, uluorta açıklanması uygun ve gerekli olmayan askeri hedefleriyle yetinmek yardımcı olmuyor.

ABD’nin Türkiye’yi Suriye operasyonundan vazgeçirme kapasitesi zayıf. Zaten çok ağır yaptırımlar uygulamaktadır. YPG’yi, DEAŞ’a karşı mücadelede de vazgeçilmez bir müttefik olarak desteklemektedir. Böyle bir ortamda ABD’nin seçenekleri sınırlıdır.

Suriye sahasında bazı bölgeleri boşaltan Rusya ise yeni bir konuşlanma düzenine geçmiş bulunmakta ve Türkiye’nin bu defaki operasyonuna zımni destek anlamına gelebilecek bir tutum sergilemektedir.

İşte bu koşullar altında Türkiye’nin Tel Rıfat ve Münbiç’e askeri operasyonu riskler içerse de askeri amacına ulaşabilir. Ancak bu taktik bir kazanım olacaktır. Dış politikada taktik kazanımlar, stratejik başarıyı garanti etmez. Türkiye’nin stratejik başarısı Suriye’de kalıcı çözümlere, barış ve istikrara katkıda bulunabilme yeteneğiyle doğru orantılıdır. Bu husus hem meşru güvenlik kaygılarımızın giderilmesi hem de ekonomik refahımız bakımlarından geçerlidir. İktidar hala dış ilişkilerinde daha ziyade güce yaslanmayı tercih ediyor ve kavgacı üslubu ve siyaseti, diplomasi veya kamu diplomasisi sanıyor.”

Rusya-Ukrayna Savaşı

Türkiye’nin Rusya-Ukrayna Savaşında izlediği tarafsızlık politikasının boş bir söz olduğunu dile getiren Bilgiç, şunları söyledi: “Ukrayna Savaşı bütün yıkıcılığı ile bir insanlık trajedisi şeklinde devam ediyor. Ufukta bir ateşkes ve barış ihtimali henüz belirmedi. Batılı ülkeler Rusya’ya yönelik yaptırımları dalgalar halinde yoğunlaştırırken, Ukrayna’ya emsali görülmemiş askeri yardımları sürdürüyorlar. Şimdilik Ukrayna’nın kolay lokma olmamasına ve sürecin büyük ölçekli bir Avrupa Savaşı’na dönüşmemesine özen gösteriyorlar.

Türkiye, milli çıkarları gereği Kırım dahil Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü savunmak zorundadır ve bu itibarla tarafsız kalamaz. Bu durum Rusya’ya karşı kışkırtıcı, özensiz ve dengesiz politikalar izlemesini gerektirmez. Montrö Sözleşmesi hükümlerinin titizlikle uygulanması da bunun bir parçasıdır. Tarafsız olmayı zorunlu kılan arabuluculuk iddiası özellikle Türkiye’yi aşan böyle bir Stratejik Kırılma döneminde boş bir sözdür. Ancak Türkiye, Ukrayna’dan bir gıda koridoru açılması konusunda Birleşmiş Milletler ile işbirliği halinde kolaylaştırıcı bir rol oynayabilir. Böyle bir sürece katkıda bulunmak ileride bir ateşkes sağlanması zeminini de takviye edebilir.

Bu yıpratma savaşının uzun sürebileceğini hesaba katmamız gerekir. Bizi de siyasi, ekonomik ve güvenlik alanlarında doğrudan etkileyen bu süreçte ayaküstü değerlendirmelerden kurtulup kapsamlı analizlere dayalı politikalar geliştirmemiz gereklidir. Aksi takdirde, savaşın seyrine göre Rusya’ya yönelik yaptırımlara katılmamız yönünde ve Montrö rejimini delme amaçlı baskılara maruz kalabiliriz.”

Avrupa Parlamentosunun Türkiye Raporu

Avrupa Parlamentosunun Türkiye Raporu’yla ilgili iktidarın tepkilerini de değerlendiren Bilgiç, Avrupa Parlamentosu’nun 7 Haziran günü kabul ettiği 2021 Türkiye Raporunun ‘sığ ve vizyonsuz’ denilip geçiştirilemeyeceğini vurguladı,

Bağlayıcı olmasa da daha dikkatli değerlendirilmeyi hak ettiğini anlatan Bilgiç, şöyle devam etti: “Gereken reformlar konusunda siyasi iradenin bulunmadığı açıkça ifade ediliyor mesela. Soruyorum size, var mı böyle bir siyasi irade? İktidarın, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, hatta kendi Anayasa Mahkememizin kararlarını umursamayan tavrı, Türkiye’de yargının bağımsızlığına ve tarafsızlığına yönelik eleştiriler, hukukun üstünlüğünden ve demokratik ilkeler, değerler ve işleyişten uzaklaşmamız Türkiye’ye yönelik önyargıları pekiştirmektedir. Bunda İktidarın hamasi söylemleri, kavgacı üslubu, içeride korkutmaya ve dışarıda hamaset eşliğinde güç projeksiyonlarına yönelmesi de rol oynamaktadır.

Öte yandan, Avrupa Parlamentosu’nun AB’nin Dış ve Güvenlik Politikası’na ‘en uzak ülke’ olduğumuz yönündeki eleştirileri ise gerçekten önyargılı, bazı AB üyelerinin dar çıkarlarına endeksli, özellikle Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile dayanışma adına ibretlik bir yaklaşımdır. Keza, Türkiye’ye sığınmacılar konusunda tampon bölge muamelesi yapılmasına da karşı durmalıyız.”

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz