- Veda ederken - 30 Nisan 2023
- 14 Mayıs 2023 Seçimlerine doğru Türkiye ve Dünya - 29 Nisan 2023
- Halkının mutluluğunu, refah ve barış içinde yaşamasını isteyen küreselleşme ve uluslararası dayanışmayı savunan devlet Adamı kimdir ? - 5 Nisan 2023
Kayaları aşındıran dalgaların gücü değil onun sürekliliğidir diye anonim bir söz vardır. Bunu olumlu anlamda düşünürsek azimle çalışmanın başarı getirmesi kaçınılmaz olur da denebilir. Tabii olumsuz yorumda bulunmak da mümkün. Sürekli devam eden dalgalar gibi yavaş yavaş artan Suriyeli veya geçici mülteci nüfusu birgün gelir bazı bölgelerde çoğunluk olur. Burada konu ırkçılık değil, ekonomik olarak ihtiyaç içindeki Türklerden daha çok desteklenen geçici statülü göçmenlerin sayıca artmalarının insan hakları bakımından sosyal ve ekonomik alanlarda ortaya çıkaracağı sonuçlardır. Arap ve Türk kültürleri birbirinden çok farklı kültürlerdir. Farklı kültür ve geleneklerden gelenlerin Türk toplumuna uygunluk sağlamalarında dindaşlık ortak bir payda olmaktan çok uzaktır. Dindaş olanlar bugün Cemal Kaşıkçıcinayetinde olduğu gibi veya Rusya’nın Ortodoks dindaşı Ukrayna’ya saldırısı sonucu birbirlerini yok edebiliyorlar.
Bir dünya mirası ve ibadet yerinin kapısına zarar veren bu sefer doğal nedenler değil insanlar olmuş. Sanat TarihiDerneği Başkanı Şerif Yaşar‘ın 21 Nisan 2022’de, Habertürk TV kanalına yaptığı açıklamada, bir Ayasofya görevlisinin “İnsanlar kutsal olarak gördükleri kapının parçalarını ağızlarına atıyorlar.” şeklindeki ifadesine yer vermesiyle ortaya çıkan durum, ağaca çaput bağlama, tahtaya üç kez vurma vb gibi şamanist rituellerden nerelere devşirildiğimizin açık göstergesini teşkil etmekte. Ayasofya Katedraline girerken İmparatorların kullandıkları kapı olduğu için “İmparator Kapısı” denilen ve özel olarak kurutulmuş meşe ağacından yapılmış ve demirle kuvvetlendirilmiş, çerçeveye alınmış bu kapının 1400 yıl sonra kapıyı kutsal sayan Müslüman Türkler tarafından parçalarının “yenmesinin” psikolojik ve sosyolojik sonuçlarını uzmanlara bırakmak en doğru seçenek olacak.
Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (S.A.V.) Hadislerinde belirttiği üzere “Cahiller cesur olurlar”, İrlandalı oyun yazarı ve kadın hakları savunucusu Bernard Shaw ise “Hareket halindeki cehaletten daha korkunç bir güç yoktur” diyerek cehaletin ne kadar kötü olduğunu vurgulamışlardır. Kapının üstündeki yuvarlak ahşap oyma kabartmayı sert bir cisimle kırarak tahrip etmek ve camiye dönüştürülen bir kilisenin kapısının kutsal olabileceğini düşünmek hiçbir mantığa sığmayan bir eylemdir. Onu kutsal kılan camiye dönüştürülmesi midir? Dünyada da yankı bulan ve Yunanistan Dışişleri Bakanlığının açıklama yapmasına neden olan bu tahripkâr insanların ülke itibarına verdikleri zarar hiç de kutsal sayılmaz. Hatta sonuçları itibarıyla vatan hainliğine bile girebilir. Üstelik de Kutsal Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de cehaletle ilgili 24 ayet varken bu “kutsal kapı yeme” işi İslam dinine de ters düşen bir eylem olarak tarihteki yerini alacak. Failler tabii ki bulunamadı. Yedikleri kutsal ahşap parçalar onları koruyor olmalı! Dua edelim de dünya kültürel mirası sayılan bu en eski ibadet yeri bundan sonra tahrip edilmesin. Tahrip edilen sadece Kilise/Cami değil aynı zamanda Türkiye’nin itibarı.
Kapının ahşabını yemek cehaletinden bugün kullanılan yapay zekaya gelecek olursak yapay zekayı bulan insan zekası yani doğal zekayı göz ardı etmemek gerek. Yapay zekayı bulan insan zekası, yapay zeka gibi depolanamasa da yaptığı icatlarla yine de önde gelen bir zeka türü. Yapay zeka, robot veya makinelere bağlı bilgisayarların teknoloji yoluyla daha etkin ve hızlı şekilde kullanılması olarak tanımlanıyor. Anadolu topraklarında yaşamış tarihçi Herodot‘un “Hayatta en iyi şey bilim, tek kötülük de cehalettir” dediği gibi bilim bize yapay zekada olduğu gibi yeni kapılar açmaya devam ediyor. Yeter ki bu konuda iyi eğitim alınsın.
Yapay zeka denince aklıma Roma’daki Papalık Gregoriana Üniversitesinde ders veren Fransisken Tarikatına bağlı İtalyan Rahip Paolo Benanti geldi. Aynı zamanda makine mühendisi olan ve sonradan ahlak felsefesi Profesörü olarak bu Üniversitede dersler veren Rahip Benanti ile Vatikan Büyükelçiliğimizdeki görevim sırasında tanışmıştım. 25 yaşında genç bir mühendis olarak bir İtalyanla nişanlı iken nişanlısının teşviki ile Fransiskenlerle arkadaş olan Benanti, nişanlısını terkedip rahip arkadaşlarından etkilenerek rahip olmaya karar vermiş. Kaderin garip cilvesi diyelim. Buna benzer işini, ailesini bırakan başka bir rahip ile de Venedik’te tanışmıştım. Bölgenin en tanınmış kalp cerrahı olan bu Profesör, gel zaman git zaman Cizvit rahiplerle tanışır ve ailesi ile çocuklarını bırakarak Cizvit Tarikatına katılır. Sorum üzerine Hastanelerde kalp ameliyatları yaptığını ancak para almadığını, ailesinin de kendisini ziyaret ettiğini belirtmişti. Katolik tarikatları ve faaliyetleri Vatikan’a bağlı ve Vatikanın denetimi altındaki tarikatlar. Yani bizdekilerden çok farklılar.
Rahip Benanti makine mühendisi olmasının yanısıra aynı zamanda yapay zeka uzmanı. Papa Francis‘in talebi üzerine yapay zeka ve bilgisayar teknolojisi konularında Papa’ya danışman olarak atanmış. Papa’nın bilgisayar teknolojisine ilgisi ise 24 Şubat 2022’de Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile savaşın gidişatını takip etmek amacıyla daha da artmış. Hatta Amerikan teknoloji devi Mikrosoft‘un Başkanı Brad Smith de Papa’nın daveti üzerine yapay zeka konusunda bilgi vermek amacıyla özel uçağı ile Roma’ya gelmiş. Papa’nın görüştükleri arasında Alphabet isimli yapay zeka konusundaki şirket ortağı ve Deepmind Yapay Zeka Şirketinin sahibi Suriye asıllı İngiliz vatandaşı Mustafa Süleyman da var. Rahip Benanti tüm bu görüşmelerde Papa’nın yanında. Bu yıl içinde Malta ve Kazakistan’a gidecek olan 85 yaşındaki Papa’nın, yapay zeka konusunda bazı hassasiyetleri olduğu rivayetler arasında. Bunlardan en önemlisi Sanayi Devrimi ile yaşlıların toplum dışı kalmaları ve çocukların ihmal edilmesinden sonra bu kez yapay zeka kullanımıyla toplum üzerindeki etkilerinin daha büyük ve olumsuz olacağı konusunda. Aslında Papa’nın yapay zekanın insanlar arasında eşitsizlik yaratma fikri üzerinde 2018’den itibaren çalışmaya başladığı uzmanlarca ifade ediliyor. Roma Çağrısı (Rome Call) denilen ve Rahip Benanti tarafından hazırlanan bir Belge, Şubat 2020’de İtalya, Vatikan, Mikrosoft IBM ( Uluslararası İş Makineleri Şirketi merkezi New York ABD) tarafından imzalanıyor. Önümüzdeki Mayıs ayında Abu Dhabi’de, Vatikan’ın girişimiyle bu Belgenin üç Semavi din temsilcisi tarafından imzalanması planlanıyor. Böyle bir Belgenin yapay zekanın insanlığa vereceği zararı azaltması amacıyla imzaya açılacağı Vatikan çevrelerince belirtiliyor. Vatikan, insan klonlanması için yapılan bioteknoloji çalışmalarının da karşısında. Vatikan’ın yapay zeka karşıtlığı için kullandığı argumanlardan biri de ABD’ndeki hastanelerde kronik rahatsızlığı bulunan 70 milyon Amerikalı beyaz hastalara yapay zeka tarafından yapılan bir programla Afro-Amerikalı hastalardan öncelik tanınması olarak gösteriliyor. Yapay zekanın sadece hastanelerde değil hapis cezalarında, eğitimde ve diğer alanlarda da kullanılmalarının böyle ayrımcı programlar uygulayabilmesi nedeniyle tehlikeli olabileceği tartışılıyor.
Papa Francis yapay zekanın insani değerler ve doğrudan insana verebileceği zararlarla ilgili çalışmalarda bulunması için Nisan 2020’de Vatikan’da Rönesans Vakfını kuruyor.
Adı “Kutsal Bilgelik” anlamına gelen Ayasofya’nın İmparator Kapısından Papa’nın yapay zeka konusundaki endişelerine ve bu konulardaki çalışmalarına kadar geldik.
Tüm bu tartışmaların içinde yer almak ve geride kalmamak için bilimsel çalışmalara, laik bir eğitim sistemine ihtiyacımız var. Böylece kapılar “kutsal” sayılarak ahşabı çiğnenmeyecek. Yoksa çoğu Arap ülkesi gibi bilim alanındaki yarışın çok gerisinde kalacağız. Çok sayıda üniversite açmak değil kaliteli eğitim vermek ve dünya çapındaki üniversitelerimizde bilimsel eğitime fırsat tanımak, üniversite özerkliğine saygı duymak en başta gelen öncelikler olmalı. Ulusal egemenlik de kaliteli ve laik bir eğitimle gerçekleşir. Atatürk”ün ” Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” sözünü unutmamalı ve unutturmamalıyız.
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız kutlu olsun.
Ayasofya’nın kapısını kim kemirdi/yedi? Fail bulunana kadar gerçeğin ne olduğunu bilemeyiz ama eğer yorum ile bir yere gideceksek, kapıyı kemiren ya da yiyen’in bir müslüman olmaktan daha çok bir hristiyan olması daha muhtemel. Şöyle ki Ayasofya bir kilse olarak inşa edilmiştir. Müslümanlar bu binayı mescit olarak görüyorlar ve el an Ayasofya bu işlevi görüyor olsa bile hristiyanlar açısından o hala bir kilise. Siz de çok iyi bilirsiniz ki kilse aynı zamanda İsa’nın bedenleşmiş hali olarak da yorumlanır. Eveharistiya sakramentinde yenilen ekmek İsa’nın bedeni, içilen şarap ise İsa’nın kanı olarak tüketilir. Bu durum Son Akşam Yemeği’inde dile getirilen bir husustur. Dolayısıyla bir şeyleri yiyerek tanrısal bir bünyeye katılma inancı hristiyanlığın en temel inançlarından biridir. Muhtemeldir ki tanrı ile bütünleşmek isteyen bir hristiyan dindar bu kemirme/yeme işlemini yapmış olsun.
Sayın Yusuf Bey,
Görüşünüze katılamayacağım. Hristiyanlar kutsal eşya parçalarını yemek veya yutmak isteselerdi bunu çok daha önce yaparlardı.
Selçuklu Sultanı Melik Şah’ın mumyasının parçaları da “kısırlığa karşı ve güç kazanmak için” yenildiği basında yer alan haberler arasında.
Bu konuyu en iyi değerlendirecek olanlar psikiyatristler ve sosyologlar olmalı.
Teşekkürlerim ve selamlarımla