Ana Sayfa Ocak Yazarları Bebeğime mama çaldım veya kutsal devletin çöküşü

Bebeğime mama çaldım veya kutsal devletin çöküşü

0
Bebeğime mama çaldım veya kutsal devletin çöküşü

Sözler boğazımıza düğümleniyor

Evet deprem çok kuvvetli, çok büyük bir coğrafyada etkili

Ama böyle mi olmalıydı

Siyasetçiler her zamanki gibi birbirlerini suçlarken

Şehirlerde, köylerde, sokaklarda insanlar ölüyor…

Bir anne feryat ediyor:

“Biz aç değiliz, açlıktan kimse ölmez. Ama ben çocuğuma ikinci günün akşamı mama çaldım marketten, mama çaldım. Kendimiz çadır kurduk, kendimiz pazarcıların demirleriyle. Dört gündür orada çocuklarımla beraber 6-7 aile kaldık. Bolu’dan, Antalya’dan, plakalarını bile çektim, teşekkür edeceğim hepsine tek tek, kendi imkanlarıyla benzin getirmişler litre litre. Bebek bezi, çorap.. Ama ne idareciler ne bir belediye başkanı ne bir başka, hiç kimse bize bir su bile vermediler. 

Biz market yağmaladık yani, bütün anne babalar market yağmaladık. Mama çaldım ben çocuğuma, bez çaldım. Utanmıyorum bundan, onlar utansın. Hiç utanmıyorum ben bundan…”

Merak etmeyin yetkili kimse de utanmayacak bundan

Sadece biz bunları okurken utanacak ve ağlayacağız

Halk utanacak, sade insanlar, iyi niyetliler utanacak

Bu sözler kutsal devlet anlayışının da depremle beraber enkazın altında kaldığının belgesidir

Biz artık kutsal, şefkatli, merhametli, baba; Kemalist, İslamcı, şucu, bucu devlet istemiyoruz

Hakkaniyetli, adaletli, işini sağlam yapan, yakınlarını, taraftarlarını kayırmayan, milletin parasını millete hakkaniyetli dağıtan, hak, hukuk karşısında herkesin eşit olduğu, kurumları Allah’ın yarattığı kanunlara uygun işleyen, taraf olanın değil ehil olanın yönettiği,  halkın tepesinde kılıç değil hizmetkar olan, yanlış/eksik yaptığında bırakıp gitmesini bilen yöneticilerin olduğu, aşiret zihniyetiyle değil profesyonel yönetilen  bir devlet istiyoruz

Siyasetin rant kapısı, köşeyi dönme sanatı, yakınlarına peşkeş çekme mekanı, profesyonel hırsızlık olmadığı bir devlet istiyoruz

Her fırsatta birbirlerine giren, birbirlerinin boğazına sarılan, hiçbir şeyde anlaşamayan, oturduğu koltuğa ölümüne yapışan siyasetçiler istemiyoruz

Şehirlerde, köylerde, sokaklarda insanlar ölüyor

Siyasetçiler her zamanki gibi birbirlerini suçluyor

Birileri 3/5 yerden maaş alaya, siyasetçi yakınları filolar kurmaya, plazalar dikmeye, belediyelerde meclis üyeleri zengin olmaya devam ediyorlar

Deprem bölgesinde devletin yaptırdığı binalar yerle bir oluyor

Şehirlerde, köylerde, sokaklarda insanlar ölüyor

Siyasetçiler yıkılmış enkazları geziyorlar

Büyük büyük laflar etmeye devam ediyorlar

Bir anne bebeği için mama çalarken, Ankara’da bir siyasetçi sıcak bürosundan depremzedelere 1 milyon lira bağışlıyor. Öteki kazak, çorap, atkı, bere yolluyor …

Diyanet fitrelerinizi depremzedelere verebilirsiniz diyor

Bize para vermeyin, bize sadaka vermeyin

Yıkılmış binalarımızın, cansız bedenlerimizin arasında dolaşıp onu bunu suçlamayın

Bu suç sizin

Allah akıl vermiş, zenginlik vermiş, güç kuvvet vermiş, bilim vermiş, hiç biri yoksa başkalarına bakıp ders almayı vermiş

Bize nutuk atmayın artık

Biraz başınızı önünüze alıp susmayı bilin

Enkaz altında can veren 25 bin insandan utanın

Çocuğu için mama çalmak zorunda bıraktığınız annelerden utanın

O bebeği için mama çalan anne bugün yıktı sizin kutsal devletinizi

Çürümüşlüğü, kokuşmuşluğu, bozulmayı görmek istiyorsanız buyurun Hatay’a, Maraş’a, Adıyaman’a

Devlet her yere yetişemiyor bu kadar büyük bir alanda: Doğru

Devlet olmak depremden sonra enkazlardan insan toplamak, ölü toplamak değildir.

Devlet olmak depreme her an hazırlıklı olmak, tedbir almak, ona göre bir imar ve denetleme mekanizması kurmak, her senaryoya hazırlıklı olmaktır.

Devlet olmak depremdeki teri, çabayı, gayreti, koşuşmacayı depremden önce gösterebilmektir.

Anaları çocukları için mama çalmaya mahkum etmemektir

Biraz başını öne eğmeyi, utanmayı bilmektir

Önceki İçerik Afet ve yardım kuruluşlarına zekât verilebilir mi?
Sonraki İçerik Düşmüştük bir kere Utanma Pazarına
(Özgeçmiş ve özgelecek) İzmir'in yokuşlu sokaklarında doğdu. Kuşadası'nın denizlerinde sonsuzluğun lezzetini tattı. İstanbul'da okudu. Ordu, Zonguldak, İstanbul, Şanlıurfa'da dersler yaptı. Hayatı, edebiyatı, Kur'an ve Risale (okumayı değil) çalışmayı önemsiyor. Bunların monotonlaştırılmalarına,sıradanlaştırılmalarına, dünyevileştirilmelerine karşı çıkıyor. Artık okuyarak değil, okuduklarımız üzerinde çalışarak, kafamızı çatlatırcasına düşünerek, tahkik ederek bir şeyler öğrenebileceğine inanıyor. Cenneti de cehennemi de önce bu dünyada görüyor. Varlığı, insaniyetini, duygularını ve düşünceyi önemsiyor. Artık nutuk, vaaz, ben en iyi bilirim zamanlarının bittiğine inanıyor. Hakikati eşit bir ilişki içinde; beraber, arayarak, bir masa etrafındaki çalışma grupları ile yakalayabileceğine, en azından hissedebileceğine inanıyor. Hayatı, dünyayı, varlığı, insaniyeti vs. anlamaya, anlamlandırmaya çalışıyor. Allah'ı, âlem-i gaybı ve ölümden sonrasını çok özlüyor ve merak ediyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz