- Kılıçdaroğlu: MİT onun emrinde, bizim gizli kapaklı görüşmemiz varsa çıksın açıklasın - 29 Nisan 2023
- Demir Grup Sivasspor 1 – 3 Fenerbahçe.. - 29 Nisan 2023
- Yurt dışına kayıtlı seçmenler oy vermeye başladı.. - 29 Nisan 2023
Haysiyetin insanlar arasında en eşit paylaşılmış şey olmadığı kesindir. Bu yazının ilk cümlesi de Descartes’a nazire olsun. Özellikle de onun Yöntem Üzerine Konuşma’sının ilk cümlesine. Bazı insanlar haysiyetlidir. Bazı insanlar haysiyetsizdir. Aradaki fark emektir, ilkedir, sürekli üstüne koymadır. Haysiyet bazen istikrardır, tutarlılıktır. Bazen ise vazgeçebilmektir, kapıyı çekip çıkmayı bilmektir. Ancak bütün bunların böyle olması haysiyetin doğal, organik bir şey olduğu anlamına gelmez. Haysiyet doğuştan elde edilmez. Ya da doğuştan kaybedilmez. Haysiyet, tarihseldir, kültüreldir, sosyolojiktir, hatta sınıfsaldır, ilişkiseldir. Vakumda haysiyet olmaz. Tercihin olmadığı yerde haysiyet olmaz. Haysiyet ya da haysiyetsizlik kişinin kendisiyle ve tüm dünyayla olan ilişkisinden dolayımlanır.
Haysiyet performatiftir. Kendinizi ve diğerlerini nasıl değerlendirdiğinizle ilgilidir. Haysiyetli insanlar kendilerine de, tüm ötekilere de saygı duyarlar. Daha önemlisi haysiyetli insanlar diğerlerinden saygı görürler. Dolayısıyla haysiyet, kişinin kendine biçtiği değer değildir sadece. Ötekilerin ona biçtiği bir değerdir de. Örneğin “Ben çok haysiyetli biriyim” demenin pek bir anlamı yoktur. Falanca kişi “Çok haysiyetsiz” demenin de pek bir değeri yoktur. Ama biri diğeri hakkında “O gerçekten çok haysiyetli biri” diyorsa bunun sahiden bir anlamı vardır. Üstelik bu konuda aynı fikirde olanlar da çoğalınca o kişinin haysiyeti daha da garanti olur.
Şöyle düşünün: Sürekli “Ben çok müdanasız biriyim” diyen birini ciddiye alır mısınız? Gerçekten müdanası olmayan biri asla “Benim müdanam yoktur” demez. Aklına bile gelmez. Sürekli bunu tekrar eden biri aslında çok fazla hesap kitap içindedir. Kafasında pek fazla tilki dolaşır bu tiplerin. Kendilerine pek düşkünlerdir. Ama aslında pek değerli de değillerdir. Oscar Wilde’ın dediği gibi, her şeyin fiyatını bilirler ama hiçbir şeyin değerini bilmezler. Haysiyet de buna benzer. Haysiyet, onu zat-ı şahanelerinin bir sıfatı olarak sürekli dile getirenlerde birikmez genellikle. Çevrelerinde sürekli haysiyet açığı arayan detektör zihinliler de haysiyet açısından çok zengin insanlar olmazlar çoğunlukla.
Haysiyetliler ve Haysiyetçiler
Geçen hafta Perspektif’te yazdığım “Ahlakın Sosyolojisi” yazısında ahlaktan en çok söz edenlerin en ahlaklı olanlar değil genellikle en ahlakçı olanlar olduğunu ileri sürmüştüm. Haysiyet konusunda da durum aslında çok farklı değildir. Sürekli haysiyetten dem vuranlar genellikle en haysiyetli olanlar değildir, haysiyetçi olanlardır. Bir bakıma haysiyet tüccarları. Onlar haysiyeti nakde çevirmeyi çok iyi bilirler. Kimilerinin en büyük sermayesi budur.
Bir dine, mezhebe ait olmanız sizi otomatikman haysiyetli yapmaz. Kendinize göre çok doğru bir ideolojiye inanıyor olmanız da. Sizi haysiyetli kılan eğitiminiz, diplomalarınız değildir. Cüzdan da bir insana genellikle haysiyet katmaz. Çok ünlü bir film yıldızı ya da futbolcu olmanız sizi otomatikman haysiyetli kılmaz. Milyonlarca oy alan bir siyasetçi olmanız da. Haysiyet bütün bunlarla ne yaptığınız, yaptıklarınızı nasıl yaptığınızla ilgilidir. Yaptıklarınız kadar yapmadıklarınız da elbette.
Müslüman olmanız sizi Hıristiyan veya Yahudiye göre daha haysiyetli kılmaz. Sünni olmanız da sizi bu açıdan bir Aleviye göre daha iyi bir duruma koymaz. Türk olmanız sizin bir Almana göre daha haysiyetli olmanız anlamına gelmez. Doğulular Batılılara göre daha haysiyetli değildir. Ne demekse? Erkekler kadınlardan daha haysiyetli değildir. Hatta bunun tersinin geçerli olma ihtimali çok daha yüksektir. Bunu böyle söylememin nedeni ise bu konuda bir araştırma yapmış olmam değil. İnsanlık tarihi erkek egemenliğinin tarihidir de. Bunun hâlâ böyle sürüyor olması aynı zamanda erkekler için bir haysiyet sorunudur. Yoksa haysiyetsizlik mi demeliydim?
Demokrasi tüm siyasi rejimler içinde en haysiyetli olanıdır çünkü haysiyetli olmayı teşvik eder. Cumhuriyet ve demokrasinin ünitesi yurttaştır. Hukuki ve siyasi eşitlik, fırsat eşitliği aynı zamanda yurttaşa potansiyel haysiyet yüklemesidir. Asgari demokrasi, asgari haklarla donanmış yurttaşların rejimidir. Ama örneğin asgari bir ekonomik eşitliğin daha önce saydıklarıma katılmadığı bir toplumda haysiyet vasatını yükseltebilmek de zordur. Geçen haftaki yazımda ayrıntılı bazı rakamlarla belirtmiştim. Burada sadece değineyim. Nüfusun yaklaşık yarısının açlık sınırının altında yaşadığı bir toplumdan yüksek haysiyet beklemek de pek insaflı olmaz. Aynı şey hukuk için de geçerlidir. Hukukun gücünün etkin olduğu toplumlar daha haysiyetli toplumlardır. Gücün hukukunun egemen olduğunu toplumlar ise göreli olarak daha haysiyetsizdirler.
Hakkın Ne Kadarsa Haysiyetin O Kadardır
Otoriter, totaliter rejimler ise toplumda haysiyet bırakmaz. Lider, tüm haysiyetleri ezer, geçer. Çevresindekilerin haysiyetlerini emer ve onları haysiyetsizleştirir. Güç temerküzüne çok yakın olmak haysiyetini korumanın en iyi yöntemi değildir. Mesafe iyidir. Hatta mesafe haysiyettir. Güçten ve nimetlerinden mesafelenmekten söz ediyorum. Daha geniş çerçevede ise, tüm toplumsal öznelerin asgari gelir garantisinin olmadığı toplumlarda haysiyetin kurumlaşması mümkün değildir. İnsanların sürekli yardıma ihtiyaç duymaları onları daha haysiyetli yapmaz. Bu nedenle demokrasi daha haysiyetli insanların rejimidir. Bunun içinse güç temerküzlerinin etrafında biriken servetin topluma temel, doğal haklar çerçevesinde dağıtılması gerekir. Sosyal yardım olarak değil ama hak olarak. Hakkın ne kadarsa haysiyetin de o kadardır.
Otoriter rejimler haysiyet celladıdır. İnsanda haysiyet de, şahsiyet de bırakmaz. Çünkü herkes otoriteye benzemek zorundadır. Herkes otoriteden farklı olmadığını kanıtlamak zorundadır. Üstelik bu kanıtlama çabası hiç bitmez. Güneşin doğuşuyla daha önceki kanıtlama çabalarınız kadükleşir. Tekrar ve tekrar bağlılığınızı kanıtlamanız gerekir. Bana eğer insanda en haysiyet bırakmayan davranış nedir diye sorsaydınız size şöyle cevap verirdim: Masum olduğunuzu her gün yeniden kanıtlamak zorunda olmak. Hukuki olan elbette suçluluğun kanıtlanmasıdır. Yani hukukun en temel ilkesi olan masumiyet karinesi. Suçsuzluğunu kanıtlamak zorunda olmanın kendisi zaten mahkûmiyettir, ezeli ve ebedi bir hükümlülüktür. Otoriter toplumlarda aslında herkes hükümlüdür. Hayat bir hapishane değilse bile bir nezarethanedir.
İşin en trajik yanı ise otoriter toplumların ürettiği haysiyetsizliğin bir anlamda iyiliğin ve kötülüğün bile ötesine geçebilmesidir. Yani bu noktada iyilik, kötülük, doğruluk, yanlışlık, güzellik, çirkinlik anlamsızdır artık. Her şeyin, herkesin yekpare bir otorite etrafında, neredeyse onun klonları olarak vücuda geldiği ortama artık toplum demek bile mümkün değildir. İşte en vahimi de budur: Herkesin birbirinin neredeyse aynı olduğu yerde aslında kimse kalmamıştır. Elbette haysiyet de. Haysiyet en zor elde edilen ve en kolay harcanabilendir.
Şahsiyet insanlar arasında en eşit paylaştırılmış şey değildir. Bazı insanlar daha şahsiyetlidir. Diğer bazılar daha şahsiyetsizdir. Ancak tıpkı haysiyette olduğu gibi şahsiyette de organiklik söz konusu değildir. Şahsiyet ilişkiseldir. Yani her birimizin şahsiyeti tüm ötekileri dolanır.
Modern cumhuriyet ve demokrasi, öznelerin şahsiyetlerini kaybetmeden belli bir toplumsallık, kamusallık üretmeleridir aslında. Ben tüm diğer yurttaşlara eğer tek başına iktidara gelirsem onları kesmeyeceğimin garantisini veririm. Her yurttaş da aynı garantiyi bana ve tüm diğer yurttaşlara verir. Toplumsal sözleşme hiç kimsenin şahsiyetini kaybetmeden yaptığı bir mübadeledir. Cemiyet, içindeki öznelerin şahsiyetlerini kaybetmedikleri bir kalabalıktır. Sözleşme, bir anlamda, kurtluktan insanlığa geçiştir! Burada da Hobbes’i analım mı?
2012 tarihli Modernleşmenin Zihniyet Dünyası: Bir Tanpınar Fetişizmi kitabımda kimlik ile kişiliğin ters orantılı kavramlar olduğunu yazmıştım. Kitaptan en çok alıntılanan cümlelerin bazılarının bu konuyla ilgili olanlar olduğunu kamuoyunda görüyorum. Şahsiyet biraz da kimliğe rağmen gelişir. Çok güçlü kimlikler insanı şahsiyetsizleştirir. Cemaat daha çok kimlik, cemiyet daha çok şahsiyettir.
En şahsiyetli dindar Allah ile tek başına yüzleşebilendir. Dindarın bu yüzleşmesine vicdan diyoruz. İnanmayan bir insan için bu elbette ilkeler olabilir. En şahsiyetli Galatasaraylı kendi takımının oyuncusunun yaptığı penaltıda hakemin kararının saygıyla karşılayabilendir. En şahsiyetli erkek, tarihin kendisine bahşettiği avantajları kullanmayı reddedebilendir.
Cemiyetin Cemaatleşmesi
Cemiyet şahsiyetli bir cemaattir. Cemaat yeterince şahsiyet üretmeyen bir cemiyettir. İnsan kolaylıkla hem kendisi hem de cemiyetin bir parçası olabilir. Bu ikisi arasındaki her türlü çelişkiye, gerilime rağmen bu mümkündür. Oysa hem bir cemaatin parçası hem de kendisi olmak oldukça zordur. Ancak bu cemiyette her şeyin yolunda olduğu anlamına da gelmez. Kitle toplumu denen şey, bir anlamda cemiyettin cemaatleşmesidir. Kitle toplumu örgütlü şahsiyetsizliktir çünkü özne kitle içinde kaybolur. Kitle, toplumun insanın kurdu olduğu bir insanlık halidir.
Hitler, “Sadakatim onurumdur” der. Bence doğru olan bunun tam tersidir: Bu kadar güçlü bir sadakat vurgusunun şahsiyetsizlik üretmesi kaçınılmazdır. Sadakat ile şahsiyet genellikle birbirleriyle ters orantılıdır. Biri artarsa diğeri azalır. Elbette Hitler’in tuzu kurudur. O, Führer’dir. Führer’e sadakat ise insanları şahsiyetsizleştirir. Otoriter rejimlerde tek şahsiyet makbuldür.
Tanımadığımız biriyle karşılaştığınızda “Kimlerdensin, nerelisin?” diye soruyorsanız, cemiyet ve şahsiyet size oldukça uzaktır. Bu sorudaki sen/siz tartışmasına hiç girmiyorum. O tartışmadan varılabilecek yerler çok daha vahim olabilir! Bir kalabalıkta siz’in kolaylıkla sen’e dönüşmesi mesafesizliktir. Şahsiyet ise mesafe ister.
Şahsiyet İnşa Edemeyen Kimliğe Sarılır
Kim-liğin, yani kim olma sorusunun hayata bu kadar hâkim olduğu bir yerde şahsiyet yeşermez. Metropollerin ana caddelerinin, taşra kasabalarının, şehirlerinin adıyla meslek dernekleri tabelalarıyla dolu olması “Kimlerdensin?” sorusunun hâkimiyetinin işaretidir. Şahsiyet inşa edemeyen kimliğe sarılır. İşçi ve işveren sendikalarının, örgütlerinin teolojik tercihlere göre yapılanması da bunun bir uzantısıdır. Kaç ülkede TÜSİAD ile MÜSİAD vardır?
Kendini her şeyden önce kimliğiyle tanımlayan birinin şahsiyetinin çok güçlü olması kolay değildir. Buna teolojik, politik, etnik, kültürel tercihler dâhildir. Platon’un o meşhur yapıtın adı Türkçede genelde söylendiği gibi Devlet değil Cumhuriyet’tir. Cumhuriyet ise kamudan gelir. Cumhuriyet şahsiyettir çünkü bütün kimlikleri eşitleyerek nötralize eder ve kişiliğin, yani şahsiyetin öne çıkmasına vesile olur.
Cumhuriyet aynı zamanda liyakattir. Liyakatin güçlü olduğu yerde kimlikler baskın olamazlar. Liyakat şahsiyet üretir. Oturduğu koltuğa liyakatle gelen birinin, onu atayana karşı gerektiğinde dik durabilme imkânı şahsiyettir. Mutlak sadakat, her emri yerine getirmek ise şahsiyetsizliktir.
Dava kavramı şahsiyetten çok şahsiyetsizliği çağrıştırır. Hayattaki bütün hükümlerini belli bir davanın ufkuyla sınırlı olan biri asla yeterince şahsiyetli biri olamaz. Demokrasinin pek gelişmediği ülkelerde azınlık kimliklerinin çoğunluk kimliğine göre daha şahsiyetli olması eşyanın tabiatı gereğidir. Yoksa ayakta kalamazlar. Risk, kriz, zor hem şahsiyet üretir hem de şahsiyetsizlik. Zor zamanlarda bükülmeyenler şahsiyetlidir. Zor zamanlarda yamulanlar ise şahsiyetsiz.
Konformizm Jenerik Şahsiyetsizliktir
Komünizmin kanunen yasak olduğu bir yerde komünizme sövmek şahsiyetsizliktir. Tıpkı başörtüsünün yasak olduğu ortamda İslam’ın başörtüsünü zorunlu kılmadığı propagandası yapmak gibi. Bunların böyle olmasının nedeni, yasak addedilen bir şeye, yasayı arkasına alarak, çoğunluğa güvenerek saldırmanın içerdiği konformizmdir. Konformizm jenerik şahsiyetsizliktir. Dikkat! Muhafazakârlık demiyorum. Konformizm diyorum. Türkiye’de muhafazakârlık sanılanın önemli bir kısmı aslında konformizmdir. Kendi ürettiği değerleri olan elbette onu muhafaza etmeye çalışır. Haklıdır da. Ancak tek yapabildiği egemen değerlere teslim olmak olan muhafazakâr değil, konformisttir.
Hem ahlak hem haysiyet ve hem de şahsiyet, onlara kıymet veren toplumlarda daha fazla gelişirler. Dolayısıyla bireysel özelliklerle rejimler arasında sıkı bir ilişki vardır. İnsan kalitesiyle rejim kalitesi birbirlerinden asla bağımsız değildir. Ve bu ilişki iki yönlüdür de. Kaliteli rejimler kaliteli insan üretir. Kaliteli insanlar, kaliteli rejimler inşa eder.
Hayatı boyunca hiçbir katma değer üretmemiş birinin şahsiyeti asla çok güçlü olmaz. Buna benzer bir şekilde üretmeyen toplumlar şahsiyetsizleşir, haysiyetsizleşir, ahlaksızlaşır. Geçimi için bir kimliğe muhtaç olmak zorunda olmak insanı şahsiyetsizleştirir. Şahsiyeti bir kimlikten edinmek aslında şahsiyetsizliktir. Doğuştan edinilmiş kimlikler bu yüzden şahsiyet değildir.
Üretim, paylaşım, eşitlik, hukuk, demokrasi şahsiyet ister ve şahsiyet üretir. Şahsiyetsiz şair olunmaz. Şahsiyetsiz piyano virtüözü yoktur. Ancak asgari demokrasi sadece dâhilerin değil tüm yurttaşların şahsiyetli olabildiği bir rejimdir. Asgari demokrasi ise asgari gelir eşitliği olmadan olmaz. Çünkü şahsiyet asgari haysiyet olmadan olmaz. Bu konuda geçen haftaki “Haysiyetin Sosyolojisi” yazıma tekrar bakabilirsiniz.
Şahsiyet farklılıktır. Kimlik değil, kişiliktir. Hiç kimseye benzememektir. Nevi şahsına münhasır olmak ya da bir alamet-i farika haline gelebilmektir. Ancak bütün bunlar şahsiyeti bir tür Robinsonculuk haline getirmez. Şahsiyet adada oluşmaz. Şahsiyet cemiyette oluşur. Şahsiyet, diğerleriyle ilişki içindeyken inşa ettiğiniz bir şeydir. Şahsiyet; cemiyeti, kamuyu, tüm ötekileri öngörmeden mümkün değildir.
“Şahsiyet”ten ahlakı ve haysiyeti çıkardığımızda geriye kalan palyaçoluktur.

1984’de Galatasaray Lisesi’ni, 1990’da Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. Yüksek Lisans ve Doktorasını Mimar Sinan Üniversitesi’nde Sosyoloji alanında yaptı. Frankfurt Goethe Üniversitesi’nde (1998), Paris VIII Üniversitesi’nde (2002), Lizbon Üniversitesi’nde (2014), Strasbourg Üniversitesi’nde (2017-2018), Mainz Gutenberg Üniversitesi’nde (2018-2019) doktora sonrası araştırmalarda bulundu ve dersler verdi. Türkiye’de Mimar Sinan, Marmara, İstanbul Bilgi, Yıldız Teknik, Galatasaray, Kırklareli, İstanbul ve Sakarya Üniversitelerinde dersler verdi. 2019’da üniversiteden emekli oldu.
Kaynak: www.perspektif.online