Bin Can İle Arzu Edilir Bir Seyahat: Ölüm…

0

Selam sana ölüm!

Var oluşumuzun en heyecanlı, en anlamlı ânı.

Uçsuz bucaksız bir serüvene yelken açmak.

Şu hadiselerle dolu dünyamız da anlamını yitiriyor bazen. 

Üzerimize, ruhumuza abandıkça abanıyor.

Bizi soluk alamaz hale getirip sıktıkça sıkıyor, eziyor.

Ölümü seviyorum.

Bekliyorum…

Ölümlerimiz hayatlarımızı aydınlatır.

Anlamlandırır.

Bir yakınımızın ölümü içimizde onulmaz bir yolculuk duygusu uyandırır.

O yolculuğa atılmak için umutla bakarız ufuklara.

Sıranın elbet bize de geleceğini hiç unutmadan!

Sevdiklerimizin ölümüyle hayat ne kadar da boşalıyor. 

Hırslar, kızgınlıklar, iktidarlar, koltuklar, makamlar ne kadar da anlamsız kalıyor.

Ölümlerimiz anlamdan yoksunsa eğer, hayatlarımız da yoksun demektir.

Hayatın asıl macerası ölümle başlar.

Sonsuz ve sınırsız bir âleme geçişin ipucuyla.

Her birimiz hayat boyu aradığımız ölümü yaşarız, bilinmez bir ânın sabahında.

Kendimiz için hayat boyu hazırladığımız ölümü buluveririz birden bire.

Hayat uzun bir yolculukta bir ağacın altında verilen bir mola. 

Kervan ruhlar âleminden anne karnına, oradan dünyaya, oradan ölüme ve ahiret âlemine yürüyor.

İnsan acılarla olgunlaşıyor, hayatın geçiciliğini anlıyor, insanca yaşamayı öğreniyor.

Ölüm karşısında sen-ben kavgalarının, ideolojilerin, iktidarların hiçbir anlamı kalmıyor. 

Ölüm karşısında daha büyük bir varoluşun parçası olduğumuzu hissediyoruz. 

Sadece ölüm bu dünyada sonsuza kadar var olacağımız yanılgısını yerle bir ediyor. 

Asıl yurdumuz burası değil. 

Binlerce yıldır ruhların aktığı yöne doğru akıp duruyoruz.

Modern hayat ölümü inkâr edemese de yokmuş gibi yaşıyor.

“Herkesin öleceğini bilirdim bilmesine ama,

Benim hep bir istisna olarak bu dünyada kalacağımı düşünürdüm” diyor bir batılı ölürken.

Seküler bir yabancılıkta ölüme verilecek cevap yok.

Onu unutmaktan, yokmuş gibi davranmaktan başka…

Oysa hayatla ölüm, ölümle hayat ne kadar da iç içe.

Nereye saklansak beyhude.

Hangi kovuğa, hangi servete, hangi makama gizlensek boş.

Sonunda o kaçıp durduğumuz ölüm gelip bizi de bulacak.

Öyleyse hiç kaçamayacağımız,

ve bir gün mutlaka bizi gelip bulacak bir şeyden kaçmaya çalışmak niye?

Niye hayat boyu o yokmuş gibi yaşamak?

Ölüme bakmak, ölümle olmak, ölümü bir dost, bir arkadaş yapmak.

Bizi hiç yaşamadığımız maceralara götürecek bir gemi görmek.

Ölümü sevmek!

O bizi bulmadan biz ona sevgili olur muyuz?

Dostlarımız, sevdiklerimiz birer birer çekiliyorlar bu hayattan,

 bizler kalıyoruz geriye; kavgalarımız, hırslarımız, ebedi yaşama arzularımızla.

Hayatımızın bir parçası olan, beraber büyüdüğümüz insanların ölümü biraz da bizlerin ölümü.

Yakınlarımızın ölümüyle, sadece fani, aciz insanlar olduğumuzu öğreniyoruz. 

Şimdi her türlü ırkçılık, üstünlük, zenginlik, fakirlik, güzellik, çirkinlik, ötekilik anlamını yitiriyor.

 Biraz susmak, televizyonlarımızı, bilgisayarlarımızı, telefonlarımızı kapatıp,

hayatımızı, varlığımızı, ölümümüzü düşünmemiz gerektiğini öğreniyoruz.

En önemli varlığımızı, ruhumuzu emanet edeceğimiz ölüme yabancı durmak nasıl bir cahillik?

Onun dostluğunu, onun sırlarını, onun bizden istediklerini keşfetmek.

Ölümle başlayacak, hayatımızın en güzel macerası.

Bu dünya hiç birimize ebedi yurt değil. 

Hayaller dünyasından payımıza düşecek olanlar için,

hayatlarımızı böylesine perişan etmeye değer mi?

Hepimiz bu hayatta tamamlanamayan varlıklarız.

Ruhlarımızın özlemi bu hayatı daha da uzatmaya çalışarak giderilemez. 

Aynı şeylerden biraz daha, biraz daha fazla almak, kazanmak,

en derin ebediyet arzularımızı tatmin edemez.

İnsanın faniliği, ölümün bir gün gelip bizi de yakalayacağı,

kitaplardan değil, 

mezar taşlarından okunur.

‘Hüvel Baki’ diyor her bir taş. 

O’dur baki olan, 

O’dur ebedi olan ve bizi ebedi saadetine alacak olan. 

O’nu buldun, her şeyi buldun.

O’nsuz hayat azap, fena, kavga, mücadele, koca bir yalan.

Ölümle hepimiz bu hayatın bir rüya olduğunu anlayacak ve uyanacağız.

Vuslattır ölüm, ruhun sevdiğine kavuşmasıdır. 

Dünyanın yalanlarından, aldatmalarından, ağırlıklarından sıyrılıp gitmektir.

Hayatımızın akıp ölüme, 

oradan da ölümsüz hayata kavuşmasından daha heyecanlı bir sırrı var mıdır?

“Her şey helak olup gidicidir, 

O’na bakan yüzü müstesna. 

Hüküm ve hükümranlık O’nundur. 

Siz de O’na döndürüleceksiniz.” (Kasas Suresi, 88)

Güzel ölüm, dost ölüm, hayat ölüm!

Sevdiklerimizden ayrılma kaygısı da olmasa, 

seni her gün çağırıp duracağım dayanılmaz bir merakla.

Bir defa daha anlıyorum ki fani sevgilerden, fani kavgalardan alakamızı kesmenin vaktidir. 

Ancak baki bir Rabbi bulursak hayatımız beka kazanacak. 

Dünyada, dünyanın kazanmalarında takılıp kalmanın, 

bu hayatı ebediymiş gibi yaşamanın ne büyük hata olduğunu anlıyorum.

İnsanlar ve insanların peşinde koştuğu her şey fanidir. 

Fani olan elbette ezeli bir aşk için yaratılan kalbin alakasına değmiyor.

Ne zaman çalacak son müzik?

Ne zaman gireceğim senin o dayanılmaz heyecanlı, meraklı kapından?

Bir mucizesin sen, tıpkı doğum gibi!

En çok sevdiklerime kavuşturansın.

Madem bu hayat ve hayatın içindeki her şey fanidir, bir gün beni bırakıp gidecekler. 

Veya ben onları bırakıp gideceğim. 

Onlar beni bırakmadan evvel yüzümü, gözümü, aklımı, kalbimi bu fani sevgililerden,

Baki Olana çevirmeliyim. 

Ya Baki, madem Sen varsın ve bakisin,

Sen benim her şeyime yetersin ve her şeye bedelsin. 

Madem Sen varsın her şey var.

Bu ne muhteşem bir bilgidir ki sadece insan öleceğini biliyor,

sadece insan kendi ölümünü bekliyor. 

Ve bir gün mutlaka öleceğini bilmek, 

ölümün kendisinden çok daha büyük bir hakikatli mesaj. 

Ölümle yüzleşmek bize hayatın anlamını veriyor. 

Ölümün farkındalığıyladır ki, hayat, varlık, ölüm, kavramları üzerine düşünebiliyorum. 

İnsan bazı halleri kitaplardan değil, yaşayarak öğreniyor.

Hayatı ölüm nimeti ile beraber Yaratana,

Ölümün de hayat gibi yaratılış olduğunu anlayana,

Ve ölmeden ölümle beraber yaşamayı, 

Ölüme dost olmayı  bilene,

Merakla beklediğim sevgili  dost ölüm hep sana, 

Selam olsun!

Hayatlarımız belirlenmiş bir vakte kadar akar.

Ancak kadere iman eden kederden kurtulur, ölüm diyarına gülerek girer. 

Zamanın insanlara âdeti daima budur. 

Buluşup kavuşmalar bile bir gün ayrılmak içindir. 

Nihayetinde önden gidenlerle sondan gidenler buluşacaklar elbet.

Ruhumuzun Allah’ı arama macerasıdır hayat!

Önceki İçerikKonya’da toprak kayması.. 2 çocuk öldü
Sonraki İçerikKadınlara yapılan şiddet ve ‘hafifçe dövün’ ayeti
(Özgeçmiş ve özgelecek) İzmir'in yokuşlu sokaklarında doğdu. Kuşadası'nın denizlerinde sonsuzluğun lezzetini tattı. İstanbul'da okudu. Ordu, Zonguldak, İstanbul, Şanlıurfa'da dersler yaptı. Hayatı, edebiyatı, Kur'an ve Risale (okumayı değil) çalışmayı önemsiyor. Bunların monotonlaştırılmalarına,sıradanlaştırılmalarına, dünyevileştirilmelerine karşı çıkıyor. Artık okuyarak değil, okuduklarımız üzerinde çalışarak, kafamızı çatlatırcasına düşünerek, tahkik ederek bir şeyler öğrenebileceğine inanıyor. Cenneti de cehennemi de önce bu dünyada görüyor. Varlığı, insaniyetini, duygularını ve düşünceyi önemsiyor. Artık nutuk, vaaz, ben en iyi bilirim zamanlarının bittiğine inanıyor. Hakikati eşit bir ilişki içinde; beraber, arayarak, bir masa etrafındaki çalışma grupları ile yakalayabileceğine, en azından hissedebileceğine inanıyor. Hayatı, dünyayı, varlığı, insaniyeti vs. anlamaya, anlamlandırmaya çalışıyor. Allah'ı, âlem-i gaybı ve ölümden sonrasını çok özlüyor ve merak ediyor.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz