Bir Hayat, İki Ölüm – 3 

0
Latest posts by İbrahim Yersiz (see all)

Bir jana için tüm cevaplara sahip olduğu söylenir. Sanırım bilgi bilgeliğinde karşı olduğum tek nokta burasıdır, çünkü hiç kimse tüm cevaplara sahip olmaz; hatta olmamalıdır, zira bilmek beklemenin cazibesini yok ettiği gibi, olası güzel şeyleri hayal etmesini de önlemektedir. 

Yaratıcı yeteneklerin istidadı kendisini mahrum olduğu oranda gösterir.  

Birine istediğini vermekle onun hayal gücünü yok etmiyorsunuz, savaşçı yeteneğini de yok öldürüyorsunuz, hatta mücadele azmini de. Yenilikçi zekâ veya savaşçı dehanın yoksunlardan çıkması bu nedenledir.  

Bilenin heyecan duyması bir olasılık olmadığı gibi, sevgi veya hazdan mutluluk duyması da olası değildir. 

Evet bilmek iyidir, ama bilinç ne oranda ise kişinin o oranda hissizleşmesi söz konusu olabilir ve itiraf etmem gerek ki çevremden aldığım ilk tepki de budur. 

Bilgeler bu aşama için “Duyguların yönetilmesi aşaması” der, yani demek istedikleri kişi ne olmak veya ne yapmak istiyorsa onu yapabilir.  

Evet “Bilmek olmaktır” ama sanırım öyle de olsa unutulan bir şey vardır; olmak için istemek gerek ve istemek içinde ondan mahrum olmak gerek.  

Demek istediğim şey sebepsiz bir isteyiş yoktur.  

İnsanın hislerini kontrol etmesi mutluluğunu da kontrol etmesi anlamına gelir; iyi de kontrol edilen şey öngörülen şey değil midir? 

Şunu söylüyorum; insan bildiğine şaşmaz, ona karşı bir heyecan duymaz, heyecan duyması için onun ne olduğunu bilmek istemesi gerekir. Çünkü insanın bildiği şey onun için ne bir heyecan kaynağı olabilir ne de mutluluk… 

Kendimden söz açmıştım; çocuğumun biri öldüğünde diğeri de bana sırtını dönmüştü, bağ kurma teşebbüslerim karşılık bulmayınca umudumu kesmiş, ondan vaz geçmiştim. Artık hayatımda ona dair bir planım yoktu; ama plan derken şunu gördüm, ondan vaz geçtiğim an kendimi yaşama dair tüm planlarımdan da vaz geçmiş buldum.   

Elbette hayata dair beklentilerin tümü çocuklara dair değildir, başka şeyler de var, ancak size şu kadarını söyleyebilirim; bir amacınız ve o amaca esas bir planınız yoksa yaşama isteğinizi kaybetmeniz yüksek bir olasılıktır.    

Yemek masalarında mideyi doyurmak ile mideyi doldurmak arasında bir farka vurgu yapılır; mideyi doyuran yediklerinin lezzetine varan olarak kabul edilir, mideyi dolduran ise fileyi doldurur gibi gerekli proteinleri mideye boca eden şeklide alınır. 

Elbette yediklerinin lezzetine varan ile gerekli proteinleri midesine basan arasında bir fark vardır; çünkü biri yaşamak için midesini doldurmaktadır, diğeri ise lezzettin zevkine varmak için.  

Umarım bu ayrımı basite almıyorsunuzdur, çünkü sokaklar yaptığından zevk alan ile yaptığını yapmak zorunda olduğu veya kendisini yapmak zorunda gördüğü sanıyla yapan insanlarla doludur. 

Yılın son günü oğlumun nikah günüydü. Dünürler tarafı cümleten gelince bizden tarafın da ailece gelmesi icap etmişti; artık oğlum bu sebepten mi bilinmez ama bana dönüş yapmıştı. Bilmiyorum, belki de onca küskünlükten sonra cezamın bitmesine karar vermişti. Bildiğim şey hangi şekilde çağırsaydı o şekilde gideceğimdi.  

İnsan yerini yadırgar mı?  

Sanırım kendisini oraya ait hissetmiyorsa yadırgar; demek istediğim bir yere sahip olmak ile ait olmak iki farklı şeydir. Ben ise hem sahip değildim hem de kendimi ait hissetmiyordum. Herhalde bir insanın ait olmadığı bir yerde varlığını yadırgaması için bunlar yeter nedendir.  

Garip bir durumdu, düğünün hem sahibi hem de yabancısıydım, artık tüm varlığım oğlumun bana verdiği rollere göre şekilleniyor, “gel” dese geliyor, “git” dese gidiyordum. Sanki babası değil, baba rolü üstlenmiş bir tiyatro oyuncusuydum ve daha önce hiç baba rolü oynamadığım için en kötüsüydüm. Demek insan elindeki malzemeye kalınca böyle oluyor!   

Çocuk sahibi olup baba olamamak bu olsa gerek! 

Hayat bir öğretmendir, insan yaşadığı sürece ona yeni şeyler öğrettir. Bundan uzun bir zaman önce öğrendiğim bir şey vardı, çocuğun anneye anneliği ve babaya babalığı öğrettiği…   

Geçmişte gurur duymadığım pek çok şey yaptım; hatta çoğunu gurur duyulacak bir olmak için yaparken yaptım. Muhtemelen bu temelde yaptığım hataların ne hadi ne de hesabı vardır. Ama “Yaptıklarımdan pişmanlık duymadım”diyenlere imrenmekle birlikte bu sözü hep aptalca buldum, çünkü hep pişmanlık duydum hem de çok duydum. Zamanı geriye alabilseydim eğer muhtemelen yalnızca o hataları düzeltmek için geri alırdım.  

Öncelikle “Yaptıklarımdan pişman değilim” diyenlere inanmıyorum; çünkü yaptıklarından pişmanlık duymayanlar onlardan ders de çıkaramazlar. Yani ders çıkarmak için illaki pişmanlık duymak gerekir. Kaldı ki pişmanlık duymayan kişi doğru yaptığına inanan kişidir ki, doğru yaptığına inanan birinin herhangi bir şeyden ders çıkarması da olası değildir.  

Tabi siz yine de inanmayın, çünkü bu sözlerin hiçbiri doğru değildir, o yüzden kusura bakmasınlar tüm o pişman olmadığını söyleyenler bize yalan söylüyorlar. 

Ama şunu biliyoruz; yalan zekanın bir istidadı, yapılan hataları mazur gösterme çabasının dolaylı bir ifadesidir.  

Bu hikâye benimdi. Demem o ki; düğünün sahibiydim, tabi oğlum beni sahiplendiği oranda, değildim, sahiplenmediği oranda. Kendi bildiğim ise düğünü sahiplenmem gerektiğiydi, ancak yalana bir yalan daha yüklemeyeceğim; çünkü geçmişte yaşandıklarım ve yaşattıklarım aklımın buna ‘olur’ vermesine izin vermiyordu. O nedenle düğün boyunca gördüğüm kabul lütfu teselli kaynağım olsa da yerimi yadırgamayı önleyemedim, yüzüm hep bir mahkeme duvarı, gerildiğim kadar çevremdekileri de kendimle birlikte gerdim.  

Af dilemek insan karakterine göre bir davranış değildir, insan henüz başkasından sosyal anlamda af dileyecek kadar evirilmemiştir, bir tek Tanrıdan af diliyor ki, aslında oda ucu kendisine dokunan hataları için kendisinden özür dilemesinden başka bir şey değildir.   

Doğrusunu itiraf etmek gerekirse ben affa inanmayan biriyim, insanın hatalarından ders çıkarması için bedelini ödemesi gerekir. Bedeli ödenmemiş hata tekrar etmekle maluldür. Dahası, affeden affedilene kötülük ediyor, hem zaten ders çıkarmayan kişi gördüğü iyiliğin altında daha fazla ezilmemek için karşılığını kötülük şeklinde ödüyor.  

Bana kalırsa en büyük af insanın kendisini affetmesidir. Siz kendinizi affediyor musunuz? Ben etmiyorum. 

Oğlum bana karşı iyi biri olmadı, kabul vermek veya bir uzlaşı noktası yakalamak yerine yokluğuyla cezalandırmayı seçti; öyle ki, benden dolayı kendisine yakınlık göstermeye çalışan yakınlarımı bile cezalandırmaktan geri durmadı. Artık ne bitmez öfke ise kendisine de huzur vermedi. Geri durduğum zamanların çoğunda benden dolayı kendisine zarar vermekten vazgeçmesi için dua ettim. Ama belli ki geri durmakta yanlış bir seçimdi. Sorun varsa yüzleşmek en iyisidir.   

Devam edecek 

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz