- Aslında Bu Bir Veda Yazısı Olacaktı! - 30 Nisan 2023
- Siz Bilinçli misiniz, Bilgili mi? - 26 Nisan 2023
- Her Dava Bir Palavradır - 22 Nisan 2023
İnsan sevdiğini bir daha sevemiyor, sevmediğini ise pek ala sevebiliyor.
Sevilenin tekrar sevilmesi için sevilirken ölmesi gerek, ya da sevilirken sevenini terk etmesi…
Neden bunu söylüyorum?
Çünkü insanlar uğrunda ölmeye değecek kadar bir sevdiklerinin olmasını istiyorlar.
Bana göre soru; “bu mümkün mü?” şeklinde olmalıdır.
İddialara bakarsak mümkün, ama örneklere baktığımızda bunun mümkün olmadığını görüyoruz.
İtirazlar Leyla ile Mecnun veya Kerem ile Aslı üzerinden gelişiyor.
İddia sahiplerinin kendileri için ise nedense bir iddiaları bulunmuyor.
Gariptir, herkes bir başkası için konuşuyor, sıra kendisine geldiğinde ise yan çizmeyi seçiyor.
Ama insan öyle uğrunda ölebilecek kadar sevebileceği birinin olmasına ise itiraz etmiyor.
Bu konularda çokça şiir ve yazı yazıldı, işin o yanına girecek değilim, ama Mecnun gibi sevebilmek için öncelikle Mecnun’un gözünden Leyla’yı görmek gerekir ve göz öyle görüyorsa zaten Mecnun olmak bir seçenek değil kaçınılmazlıktır.
Diğer yandan birinin Mecnun olması için karşısında bir Leyla’nın olması gerekir.
Bu Leyla nedir? diye sorarsanız, size söyleyeceğim şey şudur; leyla Mecnun’u Mecnun edendir, yani illaki birinin Mecnun olması için Leyla’yı Mecnun’un gözünden görmesi gerekir ve Mecnun’un Mecnun olması içinde karşısına Leyla gibi birinin çıkması gerekir.
Muhtemelen bilirsiniz Sokrates’in hoş bir alegorisi vardır; “Evlenin der, “karınız iyi biri ise mutlu olursunuz, kötü biri ise filozof…” diye.
Tabi illaki Leyla’nın kötü olması gerekmiyor, kaldı ki iyi olmakta kendi marazında bir araz yaratabiliyor, yani arıza çıkarabiliyor.
Demem o ki filozof olmak kötü bir eşe karşılık olmadığı gibi Mecnun olmakta iyi bir eşe karşılık değildir.
Ama arazın marazı yarattığı konusunda hiçbir şüphem yoktur, çünkü araz olmadan maraz olmaz.
Bu bir anlamda neden-sonuç veya sebep-netice ilişkisidir; şu var ki sonuç her zaman görünür nedene bağlı değildir.
Görünür bir neden seçmek yalnızca bizim olayı kendimize izah etme ihtiyacımızla ilgilidir.
Biri için uğrunda ölecek kadar sevmeye gelirsek, bunun mümkün olduğunu teslim ederim, ama akli olduğunu söyleyemem, çünkü sevgi hesapsızdır, neticeye katlanırken gücünü ölçü almıyor, tutkusunun yoğunluğuna göre davranış gösteriyor.
Oysa akıl seçicidir, tutkuya değil, akli olana yol veriyor.
Hani “Aşk evliliği mi, yoksa mantık evliliğimi…?” diye popüler bir soru vardır.
Çoğunluğun seçiminin aşktan yana olacağı muhtemeldir, çünkü akıl güven verse de o düzeyde bir mutluluk vermiyor ve çoğunluk sayısının mutlu olmak istediği ise tartışmasız bir gerçektir, çünkü insana amacını akıl değil duygular veriyor.
Hasılı mutlu olmak istiyorsanız aklınızın önemli bir kısmını bir kenara bırakmalısınız!
Tabi illaki “Aklını bırak” demiyorum, hatta aklın duygularını yönetebilir düzeyde ise kesinlikle kullan derim, ama tabi sizde o akıl varsa; zira bilgeler öyle bir aklın var olabileceğini söyleseler de henüz o rastlanılmış bir şey değildir.
Mutluluk çoğunluk için akılsal değil duygusal bir veçhedir, çoğunluğun mutluluğu o düzeyde araması aslında akıldan o oranda bir kaçışı ifade etmektedir.
Şunu söylemeliyim; akılcılık sanıldığı kadar kolay bir iş değildir, hatta çoğu akılcı bile davranışlarında akıldışı davranmaktadır ve doğrusu bunun sebebini bilen, hata sorgulayan bile oldukça azdır, kaldı ki onlar da belirli bazı davranış kalıplarına göre davranmakta ve o davranışlarına sebep aramayı bile akıllarından geçirmemektedirler.
İşi fazla yokuşa sürmeyeceğim; ama şayet bir aidiyetiniz veya bir karakteriniz, alışkanlığınız, inancınız, fikir veya ideolojiniz varsa, kusura bakmayın siz bir akılcı değilsiniz, aklınızı ara ara ziyaret eden birisiniz!
Neden ara ara?
Hiç akılsızda olmuyor!