- Ocak Medya Yayın Hayatına Ara Vermiştir - 30 Nisan 2023
- Emin Keşmer’in Şiiri: Earthquake - 15 Nisan 2023
- Yazarımız Deniz Kılıçer’in makalesi, Vatikan’ın çıkardığı kitapta.. - 27 Mart 2023
Röportaj:Prof. Dr. Orhan Yılmaz
Abdurrahman Bilgiç (DEVA Partisi Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Başkanı), 1963 yılında Adıyaman’da doğdu. 1981 yılında Kadıköy Anadolu Lisesinden mezun olduktan sonra, 1985 yılında Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesinden mezun oldu.
1986 yılında Dışişleri Bakanlığı’nda çalışmaya başladı. 2003-2005 yıllarında Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, 2005-2007 yılları arasında Münih Başkonsolosluğu yaptı. Nisan 2011’de Türkiye’nin Tokyo Büyükelçiliğine getirildi ve bu görevini 30 Eylül 2011 tarihine kadar sürdürdü. Ardından MİT Müsteşar Yardımcısı olarak 2014 yılına kadar görev yaptı. 2014 – 2018 tarihleri arasında Birleşik Krallık Büyükelçiliği görevinde bulundu.
9 Mart 2020 tarihinde, Ali Babacan tarafından kurulan Demokrasi ve Atılım Partisi’nin kurucu üyeleri arasında yer aldı ve partinin Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı oldu. Halen, DEVA Partisi, Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Başkanı görevini sürdürmektedir.
Orhan Yılmaz (OY): AK Parti iktidarının dış politikasında “komşularla sıfır sorun”, “tüm komşularla sorun” dönemleri sonrası şimdi “komşularla yeniden barış” dönemi başladı. Rusya, İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve Suriye ile barış iklimine girildi. Kimine göre savrulma, kimine göre menfaatler gereği bu politik değişiklikleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Abdurrahman Bilgiç (AB): Bu gelişmeleri, iktidarın hatalı politikaları dolayısıyla Türkiye’nin düştüğü yalnızlık çukurundan çıkma çabası olarak görüyoruz. Gerçekten de, dış politikada dostları çoğaltmak ve düşmanlıkları gidermek esastır.
İktidar dış politikasızlığın ürettiği maliyetlerle, faturalarla karşı karşıya gelince çark etmeye çalışsa da, ilişkileri onarmayı beceremiyor. Şu ana kadar, mevcut iktidar Mısır ile ilişkileri normalleştiremedi. Henüz karşılıklı olarak büyükelçi atayamadık. Hatta bu yöndeki gayretler tıkanmış durumda. Sadece Katar Emiri’nin aracılığıyla, Sisi ve Erdoğan bir fotoğraf verebildiler.
İsrail ile karşılıklı olarak büyükelçiler atandı atanmasına, ama ikili ilişkilere güven ortamının hakim olduğunu söyleyebilmek için çok erken.
Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile münasebetler ise, normalleşmeden çok, üç-beş milyar dolar uğruna Türkiye adına bir zillet pozisyonu ne yazık ki! Kaşıkçı Davası’nın adeta satılması, Suudi Hanedan’ı övgüleri vb. Tutumlar, onurlu bir duruş sayılamaz herhalde.
OY: Orta Doğu’da ilişkiler bu aşamadayken, Avrupa Birliği noktasından baktığımızda ise, ilişkilerin hala donuk ve soğuk olduğunu söyleyebiliriz. AB konusunda da, Orta Doğu’daki gibi bir girişim olabileceğini düşünüyor musunuz?
AB: Avrupa Birliği ile ilişkiler donmuş durumda. AB ile ilişkilerin canlandırılması için insan hakları, özgürlükler, hukukun üstünlüğü ve demokratik standartların yükseltilmesi alanlarında ilerleme sağlamak istediğimiz yönünde irade ortaya konulmalı.
Şu anda meydan Yunanistan ve GKRY’ye bırakıldığı için, AB’nin Kıbrıs ve Türk-Yunan ilişkileri konusundaki tutumu, Rum-Yunan ikilisine müzahir.
Elbette, Türkiye’nin AB üyeliği, orta ve uzun vadeli bir hedef. Ancak, kısa vadede de Gümrük Birliği’nin kapsamının genişletilerek modernizasyonu, vize serbestisi, Dijital Tek Pazar gibi alanlarda hemen çalışmalara başlamak mümkün.
Ancak, AİHM kararlarını bile uygulamayan, sığınmacılar konusunda tehdit diline başvurmaktan kaçınmayan bu iktidar, AB ile ilişkileri sağlıklı bir biçimde yönetemez ve yönetemiyor. Aleyhimizdeki açıklamaları kınamakla veya geçersiz saydığını söylemekle yetiniyor. Böyle bir dış politika olur mu?
OY: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu politik dönüşlerinde, uluslararası konjonktürün ne kadar etkisi olmuştur? Türkiye’nin bu adımlarının, Batı’dan bağımsız olduğunu düşünebilir miyiz?
AB: İktidarın bir dış politikası yok. Sadece bozulan dış ilişkiler seti, zikzaklar, tutarsızlıklar, sert U dönüşler görüyoruz. Maalesef bunu da normalmiş gibi sunuyorlar. Hatta dış politikada “Dün dündür, bugün bugündür” bile dediler. Yani “Ben, yarın da ne yapacağı belli olmayan bir ülkeyim” anlamına gelir bu ifade. Allah aşkına, “Yarın, dış politikada ne yapacağı belli olmayan bir ülkeye” kim güvenir?
Dış politika vizyon, öngörü ve öngörülebilirlik ister. Yapıcı ve dengeli diyalog ve müzakereler gerektirir. Sabırlı, ihtiyatlı, dikkatli olmazsanız, ülkenize bedeller ödetirsiniz. Dış politikada iç siyasi hesaplarla hareket edilemez.
Uluslararası konjonktüre gelince; evet, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, Avrupa ve ötesinde jeopolitik ve güvenlik alanında kaymalara yol açtı. Bu durum Türkiye’nin stratejik önemini artırdı. Bununla birlikte, sadece stratejik konum kozuna yaslanmak, ulusal çıkarlarımızı korumamız için yeterli olmaz. Diplomasiyi etkin bir biçimde devreye sokmamız icap eder.
OY: İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelikleri konusunda ipler, ilk başta Türkiye’deymiş gibi görünüyordu. Ancak gelinen noktada, işlerin pek Türkiye’nin istediği istikamette gitmediğini görüyoruz. İsveç ile terör konusunda sıkıntılar baş gösterdi. Siz gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye, bu iki ülkenin üyeliklerine, her şeye rağmen “evet” diyecek midir?
AB: İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği, sıradan bir üyelik değildir. Bu üyelikler, Letonya, Litvanya ve Estonya ile birleşerek Rusya’nın kuşatılması; Kuzey Kutbu’nda NATO etkinliğinin artması, küresel ısınmayla birlikte yeni deniz yollarının açılması süreçlerine de rastlıyor.
Mevcut iktidar, sınırlı kazanımlar için yola çıkmışa benziyor. F-35 alımından söz edemedikleri gibi, F-16’ları almakta bile zorlu bir süreç yaşatıyorlar Türkiye’ye. Bunun nedeni, bu konunun analizini, etraflı bir biçimde yapamamak.
Şimdi Finlandiya’ya onay verme eğilimindeyiz, ama bu iki ülke birlikte hareket etme konusunda kararlı.
İsveç’teki provokatif, ırkçı ve İslamofobik Kur’an-ı Kerim yakma eylemi, bu bağlamda ortamı daha toksik bir hale getirdi. Sözün özü, bu iki ülkenin NATO’ya üyeliklerine onay verilmesi ertelenmiş gibi görünüyor.
OY: Uluslararası arenada, Türkiye’nin terörist olarak gördüklerini, onlar görmüyor. Aslında meselenin temeline indiğimizde, Türkiye’nin terör tanımıyla, Avrupa’nın terör tanımı örtüşmüyor, uyuşmuyor. Hatta bu sebeple Avrupa’dan sürekli Türkiye’ye yönelik ciddi eleştiriler de var. Siz, Türkiye’nin terör tanımını sıkıntılı görüyor musunuz? Eğer görmüyorsanız, bu açmazı Türkiye nasıl aşabilir?
AB: Türkiye, terörle mücadelesini kararlılıkla sürdürmelidir. Bu mücadelenin, demokratik toplum gerekleriyle bağdaşan bir biçimde ve hukuk devleti ilkesinden sapmadan gerçekleştirilmesi lazımdır. Hukuk ve demokrasi alanındaki eksikliklerimiz ve açığımız, terörle mücadelemizin başarıya ulaşmasının önündeki engeller arasında.
OY: PKK’yı terör örgütü olarak görmeyen Rusya ile ilişkiler, iyi görünüyor. Ukrayna savaşında, arabuluculuk görevini de yürütüyor. Türkiye’nin, Rusya-Ukrayna ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
AB: Türkiye, Ukrayna konusunda arabulucu değildir ve olamaz. Arabuluculuk iddialarında olanlar, bu kavram ve diplomatik yöntemin anlamını bilmiyorlar demektir. Türkiye, sadece sınırlı bir çerçevede, kolaylaştırıcılık rolü oynuyor ve oynayabilir.
İzninizle bu konuyu biraz açayım. Arabuluculuk, tarafsız olmayı gerektirir. Arabuluculuğun olmazsa olmazıdır, tarafsızlık. Oysa Türkiye taraf olmak zorundadır. Ukrayna’nın toprak bütünlüğünün korunmasına, Kırım dahil, Rusya’nın işgal ve ilhak girişimlerine karşı çıkmak zorundayız. Tahıl anlaşması ve esir takası gibi girişimler, yararlı kolaylaştırıcılık eylemleridir.
Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri de, esir takasında kolaylaştırıcılık rolleri oynuyorlar.
Rusya önemli ve büyük bir komşumuz. Türkiye, NATO üyesi olduğunu unutmadan, Rusya ile ilişkilerini dengeli bir biçimde sürdürmelidir. Aksi takdirde ülkemiz hakkında, “NATO içerisinde sorunlu müttefik” algısı pekişiyor ve bunun büyük maliyetleri ve riskleri var.
İşte tüm bu gerekçelerle, Türkiye’nin kendisini “Rusya-Ukrayna ilişkileri bakımından tarafsız veya bağlantısız ülke” gibi konumlandırması yanlış.
OY: Rusya-Ukrayna savaşının uzaması, Türkiye’yi olumlu veya olumsuz nasıl etkiler?
AB: Rusya’nın Ukrayna’daki savaşı, Türkiye’nin stratejik konumunu gündeme getirse de, bu savaş, Türkiye, bölge ve dünya için çok zararlı ve tehlikelidir. Enerji ve gıda fiyatlarının yükselmesi, enflasyonun tırmanışa geçmesi, geçim maliyetlerin artması, şimdiden Türkiye, Avrupa ve Dünya için ciddi sıkıntılara yol açmış durumdadır. Bu savaşın uzaması, sözünü ettiğim sorunların yanı sıra, kaza veya yanlış hesaplar yüzünden nükleer savaşa, dünya savaşına yol açabilecek potansiyele sahiptir.
OY: ABD’de, Türkiye lehine olumlu adımlar görüyoruz. Ülkemiz lehine yeni güncellemeler yapıldı. Ancak savunma sanayine darbe vuran ambargolardan, F-35 programında bir gelişme görünmüyor. İleriye dönük ABD ilişkilerinde, ne tür gelişmeler bekleyebiliriz?
AB: Mevcut iktidarın, özellikle S-400 alımı yüzünden, kullanamadığımız halde ülkemizi karşı karşıya bırakmış olduğu yaptırımlar, kalkmış değil. Sizin de söylediğiniz gibi, F-35 programında bir gelişme görünmüyor. F-16 bile alamadık daha. Bu durum, kuvvet yapımıza ve planlamamıza özen göstermeyen ve aslında bir dış politikamız olsa, onunla da çelişecek, ayaküstü bir kararla S-400 almamızdan kaynaklanıyor.
ABD Kongresi’nde dostlarımız kalmadı. Hukuk ve demokrasi alanındaki gerileyişimiz de işimizi zorlaştırıyor. Öte yandan, ABD’nin YPG’yi, DEAŞ’a karşı müttefik olarak görmesi, ilişkilerimizi zehirliyor.
İktidarın, kamu diplomasisini, başka ülkelerin kamuoylarını etkilemek için kullanmak yerine, kendi halkımıza propaganda olarak yürütmesi de, ilişkilerimizi onarmamıza yardımcı olmuyor.
Sizin bahsettiğiniz olumlu güncellemeler, ABD Yahudi lobisiyle, iktidarın yakınlaşmasından ve İsrail ile ilişkilerin geliştirilmesine paralel biçimde geldi. Ancak bu olumlu güncellemeler çok sınırlı.
Seçimlerden sonra, biz iktidar sorumluluğunu üstlendiğimizde, Türkiye’nin bir dış politikası olduğunu göreceksiniz. Komşularımızla, müttefiklerimizle, bölgemizle ilişkilerimizi onarıp geliştirdiğimizi, ABD ile yeni bir diyalog başlattığımızı, sorunları birer birer aştığımızı, yaptırımlardan kurtulduğumuzu, F-35 programına döndüğümüzü ve NATO’nun “Kara koyun”u olarak artık anılmadığımızı göreceksiniz. Bütün bunlar olurken Rusya ile dengeli diyalog ve işbirliğimizin sürdüğünü de…
OY: Eylem Planınızda, “Türkiye’nin sadece askeri gücü kaldı, bu nedenle sıfır başarı dönemindeyiz” diyorsunuz. Diplomasiyi nasıl canlandıracaksınız?
AB: Türkiye’nin dış politikada ve güvenlik politikalarında, yeni vizyon ve stratejilere duyduğu ihtiyaç apaçık görülüyor. Şu an ülkemizin içinde bulunduğu tablo, milli menfaatlerimize ve ülkemizin yarınlarına büyük zararlar veriyor.
Bu tabloda; yalnız kalmış, sözünün gücünü yitirmiş, kurumsal altyapısı zayıflamış ve sorunları yalnızca silahlı güçle çözmeye çalışan bir Türkiye var. Bu tabloda; halkımızın çıkarlarını umursamayan, yarınları güvence altına almayan, günlük şahsileştirilmiş dış ilişkiler seti var.
Biz, DEVA Partisi olarak, öncelikle insan hakları, özgürlükler, hukukun üstünlüğü ve yüksek demokrasi standartlarıyla Türkiye’mizi ayağa kaldıracağız. Ekonomik çöküşü engelleyip, atılım dönemini başlatacağız.
Ülkemizi kutuplaşma ve popülizm batağından kurtarıp, sosyal dokumuzu güçlendireceğiz. Özgürlük ve zenginliği, ancak bu şekilde sağlayacağımızı biliyoruz. Güvenliğimizi tesis etmenin ve diplomasimizi güçlü yürütmenin yolunun, buradan geçtiğini çok iyi biliyoruz.
Türkiye’nin caydırıcılığını artıracağız, ama bunun sınırlarını test ettirmeyeceğiz. Hem öngörülü, hem de öngörülebilir olacağız. Hesapsız, ayaküstü kararlara dayalı tutarsız politikalar yüzünden bozulan dış ilişkilerimizi hızla onarıp, sözümüzün gücünü yükselteceğiz.
Diplomasi dilimiz barışın, istikrarın, diyalog ve işbirliğinin dilidir. Türkiye’nin ortak değerlerle şekillenen ittifaklarını korumalıyız. Ortak menfaatler üzerinden şekillenen yeni işbirliklerine de açık olmalıyız. Taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelere ve oluşturulmasına katkıda bulunmuş olduğumuz normlara titizlikle bağlı kalmamız önem taşıyor.
OY: Akdeniz’de aleyhimize kurulan ittifaklar çerçevesinde, Doğu Akdeniz, Ege Denizi, Yunanistan tarafından işgal edilip silahlandırılan 18 Ege Adası konularındaki politikalarınız kısaca ne olacak?
AB: Biz, Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasında, Karadeniz’de benzeri başarılmış çoklu müzakere süreçlerine inanıyoruz. Kapsayıcı diplomasiye önem veriyoruz.
Ege’deki sorunlar, kökü uzun geçmişe dayalı, birbiriyle bağlantılı sorunlar. Ege’nin Barış Denizi olması hedefiyle, anlamlı diyalog ve derinlemesine müzakere süreçlerine ihtiyaç var. Yeter ki karşılıklı irade olsun. Ege adalarının gayrı askeri statüde bulunmaları Lozan ve Paris Antlaşmalarının gereğidir.
Tüm bu sorunlarda, karşılıklı popülist anlatı tuzağına düşmeden, bu popülist megafon diplomasisinden özellikle kaçınarak, sorunların özüne inen müzakereler yoluyla ancak, Ege’yi bir barış ve işbirliği denizi yapabiliriz.
OY: Sayın Babacan, Dışişleri Bakanlığı döneminde üç yıl AB Başmüzakerecisi olarak görüşmeleri başarıyla yürütmüştü. AB tam üyeliğimiz konusundaki girişimleriniz neler olacak?
AB: Biz hukuk ve yüksek demokrasi standartlarımızla AB’ye tam üyeliği orta ve uzun vadeli bir hedef olarak görüyoruz.
Kısa vadede ise kolaylıkla Gümrük Birliği’nin kapsamını genişletebileceğimizi görüyoruz. Bu bir ortak çıkar alanıdır. Vize serbestisini sağlayacağımızdan eminiz.
Sığınmacılarla ilgili olarak, yük paylaşımı ve kaynak ülkelerle işbirliği temelinde ve AB fonlarından bu maksatla yararlanarak, Yeniden Kabul Anlaşması’nı tadil ederek, Türkiye’yi tampon ülke olmaktan kurtarabileceğimizin farkındayız. Keza, Dijital Tek Pazar, savunma ve güvenlik alanlarında işbirliği yapılmasını öncelemekteyiz.
OY: AKP iktidarının “Değerli Yalnızlık” politikası yerine, özellikle Orta Doğu’da, Suriye ve Irak konusunda nasıl bir politika uygulamayı öngörüyorsunuz?
AB: “Yalnızlık”, bir politika olmadığı gibi “değerli” de değildir. Bunu “bağımsızlık” veya “millilik” olarak pazarlamak da mümkün değildir. Çünkü her ülke, dış politikasında elbette milli menfaatlerini gözetir. Yalnızlığın, ulusal çıkarlarımıza zarar verdiğini, aslında mevcut iktidar da ülkemize bedeller ödeterek sonunda fark etmiştir. Ancak, ilişkileri onarmayı beceremediği de meydandadır.
Orta Doğu’da kısa vadeli hedefimiz, bölgedeki çatışmaların ve şiddetin son bulmasıdır. Orta vadede ise, sorunlara barışçıl çözüm ve kendi içindeki farklılıklarıyla, barış ve refahını tesis etmiş bir bölge meydana getirilmesidir. Bunun için Orta Doğu’da güven tazelememiz, ulusal çıkarlarımız ve bölge gerçekleri arasında rasyonel bir denge kurmamız gereklidir.
Bölgeyle ilişkilerimizi, meşru aktörlerle düzenleyeceğiz. BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı Kararı çerçevesinde, Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve egemenliğini savunuyoruz. Suriye’de kalıcı çözüm, tüm etnik ve dini grupların, Suriye yönetiminde temsilinden geçmektedir. Bunun için, çatışmaları değil, anayasa sürecini, siyasi ve diplomatik yöntemleri önceliyoruz. Suriye’de her türlü terör tehdidinin ortadan kaldırılması ve Suriyeli sığınmacıların ülkelerine geri dönebilmeleri buna bağlıdır.
Irak’ın toprak bütünlüğünün ve siyasi birliğinin korunmasına, merkezi hükümetin güçlenmesine, istikrarın sağlanmasına önem atfediyoruz. Bu amaçla, Irak Hükümeti ve Irak Kürt Bölgesel Yönetimi ile diyalog ve işbirliğini güçlendireceğiz.
OY: DEVA Partisi’nin, özellikle Doğu Anadolu’da oylarını artırdığına ilişkin, belli başlı araştırma şirketlerinin anketleri mevcut. Terörle mücadeleye ilişkin olarak, sınır ötesi ve içinde hangi politika ve yöntemleri izleyeceksiniz?
AB: DEVA Partisi, hem Doğu’da hem Batı’da, Hem Kuzey’de hem de Güney’de güçlenen bir partidir. Öncelikle bunun altını kalın bir biçimde çizeyim.
Biz, bölge veya ideolojik eğilim farkı gözetmeksizin, tüm terör örgütleriyle kararlılıkla mücadele edeceğiz. Hukuk devletinin gereği olarak, bu mücadeleyi hukuk içerisinde, rasyonel yöntemlerle, toplumsal dinamikleri dikkate alarak, terörün kaynaklarını kurutmayı esas alan bir anlayışla, ilgili tüm kurumlar ve taraflarla işbirliği içinde yürüteceğiz.
Yurtiçinde olduğu gibi, yurtdışında da ülkemize tehdit oluşturan terör örgütleriyle mücadele edeceğiz. Terör örgütlerinin yurtdışındaki faaliyetlerine karşı, uluslararası işbirliğine önem verecek ve haklarımızı savunacağız. Ayrıca, bu bağlamda kamu diplomasisi faaliyetleri yürüteceğiz.
OY: Türkiye’nin, ABD ve NATO ile ilişkileri, Rusya’dan satın alınan S-400’ler ve NATO’ya İsveç ile Finlandiya’nın üyelikleri nedeniyle sıkıntı içinde olduğu malum. Özellikle Putin’in Çavuşoğlu ve Fidan’ı Rusya’ya davet edip, Suriyeli yetkililerle görüşmelerini sağlaması ve Sayın Erdoğan’ın “Beşşar Esad ile de görüşürüz “ şeklindeki beyanı, ABD’nin sert itirazlarına neden oldu. ABD ve NATO ile ilişkilerin iyileştirilmesi konularında bir programınız var mı?
AB: ABD ile ilişkilerimizde S-400 yaptırımları, F-16/35 alımları ve bölgesel konularda yeni bir diyaloğa gireceğiz. NATO’nun sağladığı caydırıcılık, ulusal güvenliğimiz açısından kritik önemdedir. Bu itibarla, Türkiye’yi NATO içinde sorunlu müttefik olmaktan kurtaracağız. NATO ülkelerinin de Türkiye’nin karşı karşıya olduğu tehditlere yönelik koşulsuz dayanışma içinde olmalarını sağlamak, önceliğimiz olacaktır.
Amerikan Yönetiminin rahatsızlığı, Rusya ile Suriye’de işbirliği yapılmasının, Amerikan çıkarlarına zarar vereceği endişesidir. Şam Yönetimi ile ilişki kurmamız, bu endişelerin giderilmesine engel değildir.