- Seçime doğru: Sandık nasıl ‘darbe’ olur? Yoksa kast edilen seçimin mevcut iktidara darbe vurması ihtimali midir? - 29 Nisan 2023
- Erdoğan’ın rahatsızlanması AK Parti ileri gelenlerinin vücut kimyasını bozmuş gibi… - 28 Nisan 2023
- Seçime doğru: Şapkadan tavşan niyetine uçak, gemi, tren çıkıyor.. İktidarın bu hesabı doğru olabilir mi? - 27 Nisan 2023
Bugün bu sayfaya bir konuk alacağım. Konuk Anayasa Mahkemesi başkanı Zühtü Arslan. Anayasa Mahkemesi’nin 61. kuruluş yıldönümü vesilesiyle düzenlenen törende, devlet ricalinin önünde, dün, tarihi bir konuşma yaptı anayasa profesörü unvanı da bulunan Zühtü Arslan ve ben de o konuşmayı burada sizlerle paylaşmaya karar verdim.
Devlet geleneğimizde, her dönemde, ‘devlet adamlarına nasihatler’ genel başlığı altına girebilecek düzeyde ve önemli örnekleri Koçi Bey, Defterdar Sarı Mehmet Paşa‘ya ait uyarılar olan düşünce paylaşımları vardır. Aynı düzeyde bir uyarı olarak gördüm Anayasa Mahkemesi başkanının konuşmasını.
Lafı hiç uzatmadan konuşmanın metnini Anayasa Mahkemesi sitesinden alarak sunuyorum:
Sayın Cumhurbaşkanım,
Değerli Konuklar,
Anayasa Mahkemesinin 61. kuruluş yıldönümü vesilesiyle düzenlediğimiz törene hoş geldiniz, şeref verdiniz. Sizleri en içten duygularımla, saygıyla selamlıyorum.
Bu yıl Cumhuriyet’imizin yüzüncü yılını kutluyoruz. Bu nedenle düzenlediğimiz sempozyumun konusunu “Yüzüncü Yılında Cumhuriyet ve Anayasa Yargısı” olarak belirledik. Bu kapsamda Anayasa Mahkemesi kararlarından hareketle Cumhuriyet‘in anayasal kimliği üzerine bazı değerlendirmeleri sizlerle paylaşmak istiyorum.
Öncelikle belirtmek gerekir ki her anayasanın zaman ve mekân içinde oluşan, gelişen ve yaşayan bir kimliği vardır. Bir milletin geçmişi ve bugünü arasındaki etkileşim, kırılmalar ve süreklilikler bu kimliğin şekillenmesinde etkili olmaktadır. Başka bir ifadeyle anayasal kimlik başta anayasayı yorumlamak ve uygulamakla görevli anayasa mahkemeleri olmak üzere hukuksal ve siyasal aktörlerin kararlarıyla şekillenmekte, toplumsal ihtiyaçlar ve gelişmeler dikkate alınmak suretiyle sürekli yenilenmektedir.1
Bu bağlamda Türk anayasa kimliğinin en belirleyici niteliği hukuk devletidir. Anayasa’nın Başlangıç kısmı ile 2. ve 14. maddelerini birlikte okuduğumuzda Cumhuriyet’in diğer vasıflarının aynı zamanda hukuk devletini nitelediklerini görürüz. Buna göre Türkiye Cumhuriyeti, millî egemenliğe, kuvvetler ayrılığına, adalete ve insan haklarına dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Esasen Anayasa’nın kalan kısmı bir anlamda bu cümlenin hatta hukuk devleti ilkesinin açıklaması mahiyetindedir.
Anayasa Mahkemesi de hukuk devletini Anayasa’nın ana ilkesi olarak belirlemiştir. Mahkemeye göre hukuk devleti Anayasa’nın tüm maddelerinin yorumlanması ve uygulanmasında göz önünde bulundurulması zorunlu olan bir ilkedir.2
Bu bağlamda Türkiye Cumhuriyeti aynı zamanda sosyal bir hukuk devletidir. Asırlar önce ünlü düşünür Fârâbi, erdemli ya da ideal devletin insanın mutluluğunu sağlayan devlet olduğunu belirtmiştir.3
Anayasa’nın 5. maddesi uyarınca kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak, bu amaçla sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayan engelleri kaldırmak devletin görevleri arasındadır. Anayasa Mahkemesine göre de kişilerin refah ve mutluluğunu sağlamaya yönelik olarak sosyal devletin herkes için insan haysiyetine yaraşır asgari bir hayat düzeyini gerçekleştirmesi gerekmektedir.4
Sayın Cumhurbaşkanım,
2010 anayasa değişikliğiyle hukuk sistemimize giren bireysel başvuru, insan haklarına dayalı hukuk devletinin daha etkili şekilde hayata geçirilmesine hizmet etmektedir. Bu kapsamda bireysel başvurunun on yılı aşan uygulaması, Cumhuriyet’in niteliklerinin hak eksenli bir yaklaşımla yorumlanmasına çok önemli katkılar yapmıştır.
Bu katkının en bariz örneğini laiklik ilkesinin yorumunda bulabiliriz. Anayasa Mahkemesi kararlarında bu ilkenin hâkim olduğu bir hukuk düzeninde dinî tercihler ve bunların şekillendirdiği yaşam tarzının devletin müdahalesi dışında ancak koruması altında olduğu belirtilmektedir.5 Mahkememiz, hak eksenli laiklik yorumuyla bir yandan avukatın başörtülü olduğu için duruşma salonundan çıkartılmasını, diğer yandan da gayrimüslim bir azınlık cemaatinin dinî liderinin seçimine devlet tarafından müdahale edilmesini din özgürlüğünün ihlali olarak görmüştür.6
Öte yandan Anayasa Mahkemesi sıklıkla demokratik hukuk devleti terkibini kullanarak günümüzün geçerli demokrasi anlayışı olan anayasal demokrasiye vurgu yapmaktadır. Anayasa’nın Başlangıç kısmında egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu ancak egemenliği millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi veya kuruluşun hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeninin dışına çıkamayacağı belirtilmiştir.7
Kuşkusuz hürriyetçi demokrasinin gereklerinden biri ve belki de en önemlisi temel hak ve hürriyetlerin güvence altına alınmasıdır. “Demokratik anayasanın temeli özgürlüktür.” sözüyle Aristoteles bundan yaklaşık 2.500 yıl önce demokratik rejimlerin yönünü belirlemiştir.8
Bilindiği üzere demokratik anayasalar esas olarak özgürlükleri korumak amacıyla, egemenliği kullanan güçlerin ayrılmasına ve sınırlandırılmasına yönelik anayasal ilke ve kurallara yer vermişlerdir. Nitekim Anayasa Mahkemesi kararlarında vurgulandığı gibi Anayasa’da yer verilen kuvvetler ayrılığı ilkesinin gayesi yetki aşımlarının ortaya çıkmasını ve temel hakların ihlal edilmesini engellemektir.9
Sayın Cumhurbaşkanım,
Cumhuriyet’in herkesin eşit ve özgür bireyler olarak kendilerini ait hissettikleri demokratik bir hukuk devleti olarak yoluna devam etmesi hepimizin ortak hedefidir. Bu hedefin tam olarak gerçekleşmesinin biri toplumsal, diğeri de hukuksal ve siyasal düzlemde olmak üzere iki temel şarta bağlı olduğunu düşünüyorum.
Öncelikle toplumsal düzeyde bizim gibi olmayanlarla, bizden farklı düşünen ve yaşayanlarla sağlıklı bir ilişki kurmak durumundayız. “Öteki” olarak gördüklerimizin ontolojik varlığını kabul etmedikçe bu sağlıklı ilişkiyi kurma imkânı da yoktur. Kendimize hak gördüğümüzü “öteki”ne de hak görerek, adaleti ve özgürlüğü sadece kendimiz için değil başkaları için de isteyerek, farklılıklarımızla birarada yaşamanın iklimini hep birlikte oluşturmak zorundayız.
Diğer yandan demokratik Cumhuriyet’in geleceği hukuksal ve siyasal düzlemde kuvvetler ayrılığı ilkesinin ve bu kapsamda yargı bağımsızlığının tam manasıyla hayata geçirilmesine bağlıdır. Belirtmek gerekir ki hangi hükûmet sistemi benimsenmiş olursa olsun demokratik anayasalarda yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını koruyacak özel düzenlemelere yer verilmiştir.
Anayasa’mızın “Mahkemelerin bağımsızlığı” kenar başlıklı 138. maddesinde, hâkimlerin vicdani kanaatlerine göre karar verecekleri, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere -tavsiye ve telkinde bulunmak dâhil- hiçbir surette müdahale edilemeyeceği ve mahkeme kararlarının geciktirilmeksizin yerine getirileceği belirtilmektedir. Bu hâliyle 138. maddeye demokratik hukuk devletinin sigortası diyebiliriz.
Bu maddeyi yorumlayan Anayasa Mahkemesine göre, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı hâkimin çekinmeden ve endişe duymadan, herhangi bir dış etki altında kalmadan, tarafsız tutumla ve özgürce karar verebilmesini gerektirmektedir.10 Bu da hâkimler için coğrafi teminat gibi birtakım anayasal ve yasal güvencelerin yanında, sağlam bir kişilik ve kirlenmemiş bir yargısal vicdanla mümkündür.
Esasen anayasal kimliğin birçok unsuru gibi yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkesi de yeni değildir. Söz gelimi ilk anayasamız olan Kanun-i Esasî’deki “Mahkemeler her türlü müdahelâttan azadedir.” (mad. 86) hükmüyle yargı bağımsızlığı teminat altına alınmıştır.
Meşrutiyet Dönemi’nde bu hükmün uygulamasını bizzat yaşayarak gören kişilerden biri Namık Kemal’dir. Ünlü şair, yazılarında devletin devamının ve halkın bahtiyar olmasının yolunun adaletten geçtiğini ifade eder. Örneğin bir şiirinde şöyle der: “Bulunmazsa adalet milletin efrâdı beyninde, Geçer bir gün zemîne arşa çıksa pâye-i devlet.”
Kısacası, adaletin olmadığı yerde devletin payesi veya gücü arşa çıksa bile bir gün yerle bir olur. Namık Kemal, adaletin sağlanmasının birinci şartının yargı bağımsızlığı ve hâkim teminatı olduğunu belirtmiştir.11
Ancak Namık Kemal, adaletin ve yargı bağımsızlığının aslında söylem değil bir eylem meselesi olduğunu tutuklu yargılandığı bir davada tecrübe etmiştir. Bunu ona öğretecek olan da birkaç yıl önce yazdığı mektupta kendisinden “nebbâş” yani “mezar soyguncusu” diye bahsettiği İstinaf Mahkemesi Başkanı Abdüllatif Suphi Paşa’dan başkası değildir.
Duruşma yoğun bir ilgi altında gerçekleşir. Yapılan telkinlerin de etkisiyle, başta Namık Kemal olmak üzere hemen herkes mahkûmiyet kararı beklemektedir. Ancak beklenenin tersine, Namık Kemal’i hürriyetine kavuşturan bir karar verilmiştir.
Mahkeme Başkanı Suphi Paşa akşam evde kızı bu kararı verirken korkup korkmadığını sorduğunda, tüm zamanların hâkimlerine unutulmaz bir ders niteliğinde olan şu cevabı vermiştir: “Yarın Hünkârın da, benim de huzuruna çıkacağımız bir hâkim vardır ki, yalnız ondan korkarım!”12
Sayın Cumhurbaşkanım,
Anayasal kimliğimizi oluşturan tüm bu ilke ve değerlerin en büyük güvencelerinden biri bağımsız ve tarafsız yargıdır. Bu nedenle demokratik hukuk devleti olarak Cumhuriyet bizden yargı alanında da Mustafa Kemal Atatürk’ün ifadesiyle “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” yargı mensupları ister.
Diğer yandan bireysel başvuru gibi Cumhuriyet’in hukuk alanındaki kazanımlarını ve insan haklarına dayanan devlet olma niteliğini korumak için egemenliği kullanan kurumların iş birliği içinde olması bir zorunluluktur. Nitekim Anayasa Mahkemesine göre kuvvetler ayrılığı ilkesi erklerin birbirleriyle bağlantısız bir şekilde çalışmalarını değil aksine Anayasa’nın Başlangıç kısmında belirtildiği üzere “medeni bir işbölümü ve işbirliği” içinde çalışmalarını gerektirmektedir.13
Kurumsal “iş birliği”, bilhassa bireysel başvurunun etkili bir hak arama yolu olarak varlığını devam ettirmesi ve bu suretle temel hak ve özgürlüklerin daha iyi korunabilmesi bakımından hayati derecede önemlidir. Zira iş birliği yoluyla bireysel başvurunun objektif etkisi hayata geçirilmediği takdirde, artan başvuru sayısını azaltmak ve ihlalleri önlemek mümkün olmayacaktır.
Her vesileyle belirttiğimiz üzere bireysel başvuruyu başarılı şekilde uygulamanın en etkili yolu ihlallerin kaynağını kurutmaktır. Bunun için Anayasa Mahkemesince ihlale neden olduğu tespit edilen kanun hükümlerinin idari veya yargısal kararların süratle ortadan kaldırılması, bu suretle yeni ihlallerin önlenmesi gerekmektedir.
Bu noktada ifade etmek gerekir ki Anayasa Mahkemesi hem norm denetiminde hem de bireysel başvuruda kendisine verilen görevleri yerine getirirken Anayasa ile çizilen yetki haritasının dışına çıkmamaya özen göstermektedir. Bu anlamda Mahkememiz ne yargısal aktivizme tevessül etmekte ne de anayasal ve yasal yetkilerini kullanmaktan imtina ederek kendini sınırlamaktadır.
Sayın Cumhurbaşkanım,
Değerli Konuklar,
Hiç kuşkusuz tüm yargı kararları gibi Anayasa Mahkemesi kararları da eleştirilebilir. Dahası eleştirilmelidir zira eleştirinin olmadığı yerde yargısal içtihadın gelişmesi mümkün değildir. Bu bağlamda kararlarımızı okuyup analiz eden ve böylece bize ayna tutan eleştirilerden faydalanıyoruz. Bunu yapanlara da gerçekten müteşekkiriz.
Bununla birlikte özellikle bireysel başvuruda verilen kararları içtihat bütünlüğünden soyutlamak suretiyle bunlarla ilgili olarak yüzeysel şekilde yapılan genellemelerden fayda sağlanmayacağını bilmek gerekir. Aynı şekilde çoğu kez doğru düzgün okumadan en hassas ve teknik konulara dair kararları bile 140 karakterle yorumlamaya çalışanların da temel hakların korunmasına yönelik içtihadın gelişimine herhangi bir katkısı olamamaktadır.
Ayrıca kararları eleştirmek yerine kararlara imza atanları hedef alan, insaf ve izanla bağdaşmayan, son tahlilde kişisel ve kurumsal itibarı zedelemeye yönelik ithamların da hiçbir faydası yoktur. Aksine Anayasa Mahkemesine ve mensuplarına yapılan ağır saldırılar toplumun yargıya güvenini sarsarak en fazla demokratik hukuk devletine ve onu korumakla görevli olan yargıya zarar vermektedir.
Bu vesileyle her türlü olumsuzluğa ve zorluğa rağmen büyük bir fedakârlıkla görev yapan başkanvekillerimize, üyelerimize, raportörlerimize ve tüm çalışanlarımıza şükranlarımı sunuyorum. Emeklilerimizden geçtiğimiz dönem içinde vefat edenlere Allah’tan rahmet, hayatta olanlara da sağlık ve afiyet diliyorum.
Son olarak kuruluş yıldönümü nedeniyle düzenlediğimiz sempozyumun başarılı ve verimli geçmesini temenni ediyorum. Oturum başkanlarına, tüm konuşmacılara, katılımcılara ve sempozyumun düzenlenmesinde emeği geçen herkese katkılarından dolayı teşekkür ediyorum.
Bu duygu ve düşüncelerle, törenimizi teşriflerinizden dolayı hepinize bir kez daha şükranlarımı sunuyor, sağlık ve afiyet diliyorum.
Zühtü ARSLAN |
Anayasa Mahkemesi Başkanı |
1 Bu konuda bkz. Gary Jeffrey Jacobsohn, Constitutional Identity, (Cambridge: Harvard University Press, 2010).
2 Kenan Kalkan [GK], B. No: 2018/36174, 15/2/2023, § 48.
3 Farabi, İdeal Devlet, 9. Baskı, Çev. A. Arslan, (İstanbul: İş Bankası Yayınları, 2020), s.98
4 AYM, E.2022/51, K.2022/94, 20/07/2022, § 17.
5 AYM, E.2012/65, K.2012/128, 20/9/2012.
6 Bkz. Tuğba Arslan [GK], B. No: 2014/256, 25/6/2014; Levon Berç Kuzukoğlu ve Ohannes Garbis Balmumciyan [GK], B. No: 2014/17354, 22/5/2019.
7 AYM, E.2018/81, K.2021/45, 24/06/2021, § 34.
8 Aristoteles, Politika, 16. Basım, Çev. M. Tunçay, (İstanbul: Remzi Kitabevi, 2014), s. 220.
9 AYM, E.2006/113, K.2011/102, 16/06/2011.
10 AYM, E.2022/50, K.2022/107, 28/09/2022, § 133.
11 Namık Kemal, “Adlün sâatün hayrun min ibâdeti elfi sene”, Hürriyet Gazetesi, Sayı 52, 21 Haziran 1869; Sürgünde Muhalefet: Namık Kemal’in Hürriyet Gazetesi, II. Cilt (1869-1870), Hazırlayan: A.E Topal, (İstanbul: Vakıfbank Kültür Yayınları, 2018), s. 11.
12 Mithat Cemal Kuntay, Namık Kemal: Devrinin İnsanları ve Olayları Arasında, Cilt 2, (İstanbul: Maarif Basımevi, 1956), s. 217.
13 AYM, E. 2017/20, K. 2018/75, 5/7/2018, § 28.
sn koru şuayip hakim e örnek doğru atatürk vurgusu kesinlikle yanlış bugünkü başkanda atatürk ü dönemini örnek alıyor yanlış örnek doğru sonuç vermiyor lütfen şu son yaşlarında daha demokratik bir tutum almanı bekiliyoruz saygılar