Devletler Neden Yıkılır

1
Latest posts by Emin Keşmer (see all)

Bunu bilmeyecek ne var; güçsüz olduklarından tabii.
O zaman soruyu şöyle sormak gerekir herhalde:
Devletler niçin ve ne zaman güçsüz olurlar?

Hiç lafı dolandırmadan söylemek lazımsa; devletin en saldırgan hale geldiği, hakkı hukuku, adaleti, kanunları bir yana bıraktığı için gücünü en çok gösterme ihtiyacı duyduğu, en çok kutsandığı, en çok şehide ve kana ihtiyaç duyulmaya başlandığı, en çok hain bunlar diye insanların harcanmaya girişildiği; hayat ve insan hiçbir şeydir, devlet ise her şeydir diye naralar atarak ortalara düşüldüğü zaman en güçsüz haline gelmiş demektir bir devlet.

Devletlerin, sanıldığı gibi veya hep zihinlerimize kazınmaya çalışıldığı gibi güya ‘hainlik’ yaptığı söylenen üç beş kişinin veya odağın faaliyeti sebebiyle yıkıldığı görülmemiştir.
Evet ‘hainlik’ yapan biri veya birileri sebebiyle bir savaş kaybedilebilir, bir konuda aldanılabilir, bir meselede kayıp yaşanabilir ama sırf hainler var diye devlet yıkılmaz.

Kaldı ki hakikaten güçlü bir devlete de hainlik yapabilecek kimse çıkmaz, böyle bir zafiyet de asla düşünülemez. Tarihte bildiğim kadarıyla bir örneği de yoktur.

Mesela Osmanlı Devleti’ni örnek alalım.
Osmanlı’yı hainler yıktı diyebilir miyiz?
Hain diye soykırım uyguladığımız birçok Ermeni (hatta Rum) diplomat veya paşa Osmanlının en kritik temsilciliklerinde görev aldılar; bir tek yanlış işlerini, işlemlerini gösterebilir miyiz?
Osmanlı’nın bayındırlığı, gelişmesi için bütün şehirlerin, kasabaların, hatta köylerin şu an göğsümüzü gere gere bütün dünyaya iftiharla gösterdiğimiz içinde birçok cami, medrese, saray, o biblo gibi muhteşem binalar, çarşılar, kasırlar, yalılar, köprüler, kervansaraylar da dahil mimari değerlerin tamamını Rum ve Ermeni mimarlar inşa ettiler. 
Bize de onları öcü görmüş gibi şeytanlaştırıp kafalarına vura vura yurttan, vatanlarından öldürüp sürüp temizlemek kaldı.
Ne büyük yücelik ne büyük asalet!
Peki bütün bunlara rağmen hangi hainlikleri ile bize şu zararları verdiler, Osmanlı’nın yıkılmasına sebep oldular diyebiliriz?
Emin olun ki tarihe geçecek tek bir hainlikleri olsa idi bugüne kadar durup dinlenmeden onu bayrak yapıp memleketin her yöresinde bangır bangır bağırır, âleme fâş ederdik.
*
Burada bir başka trajedimize değineceğim:

Devletin tarihimizde en çok kutsallaştırılıp, halkın da geriliği, cehaleti, teşkilâtsızlığı, önderlerinin ahmaklığı, yetersizliği sebebiyle asla tartışılmadığı, asla itiraz edilmediği, hikmetinden sual olunmaz diye Allah gibi tapınıldığı dönem 1908’lerle başlayan dönemdir. Bu tam bir yıkılış, bitiş, yok oluş dönemidir adeta. Ve o eleştirilmezlik dönemi devletin kendi tebaasını yüz binlerle cephelere sürüp kılı kıpırdamadan ve asla hesabı verilmeden ve asla sorgulanmadan, bir damla gözyaşı dökülmeden ‘ağaçlardan ve danalardan daha rahat, daha kolay, daha çok’ katlettiği, katlettirdiği dönemdir.
Ne geçti ele?
Sadece bir hiç!
Nerede o kutsal devlet peki?

Çözüm müydü devletin kutsallığı, yoksa yıkım mıydı?

Esas üzücü olan da şudur ki: 
O yüzbinlerce kaybın daha sonra, şu dünyaya örnek olan kutsal Cumhuriyet’imiz döneminde ne envanteri çıkarılmıştır, ne o dönem İngilizlerce esir alınıp uzaklara sürülenlerin peşine düşülmüştür, ne onların ailelerine dönülüp bakılmıştır, ne de onca genci kırdırmanın hesabı sorulmuş, tartışması yapılmıştır. 
Ama Emval-i Metruke malları hatırlı ve güç sahibi kişilerle ve kalem efendileri arasında, İttihat ve Terakki’nin bu milleti zoraki kanlı bir savaşın (I. Dünya Savaşı’nın) içine dahil edip kahredenlerin arasında Yağma Hasan’ın Böreği gibi kapışılmıştır. 
Ve ne yazık ki ölenler öldükleriyle kalmışlardır.
Yıllar sonra milleti uyutmak için hamaset ihtiyacı hasıl olunca o yıkımların, o katliamların hepsi, sırf ders çıkarmak, yanlışlıklarla yüzleşmek için değil, sadece hamaset ile milleti coşturup aldatmak, sürü haline getirip gütmek için bir bir anılmaya, konuşulmaya ve o rezaletlerden, o yıkımlardan büyük birer kahramanlık hikayesi üretilmeye girişilmiştir.
Büyük milletiz büyük! Hem de çok büyük!
90 binden fazla genci dünya tarihinde bir ilk olmak üzere cephede tek kurşun atamadan iki hafta içinde telef ettiriyorsun ve bugün onların yiğitlikleri, kahramanlıkları üzerine destan üzerine destan yazıyorsun!
Herkesin becerebileceği bir marifet mi bu?
Asla değil. Dünyada bu kadar yetenekli bir millet daha yok. Vallahi de yok, billahi de yok! 
O sebeple büyüğüz ya babam!

*

Bu meseleyi olduğu yerde bırakalım da…
Öyleyse devletler nasıl güçlü olurlar diye de soralım?
Devletin en güçlü olduğu zaman adaletin ve hukukun en tavizsiz uygulandığı zamana tekabül eder.
Bunun içinde eşitlik olmayabilir, adalet de bildiğimiz manada çok üst düzeyde ve herkesi tatmin edici bir şekilde de olmayabilir ama eksiği ve gediği ile eğer mevcut adalet ve hukuk sistemi dürüstçe ve tarafsız bir şekilde uygulanıyor da keyfiliğe, ayrıcalıklara, kayırmalara fırsat verilmiyorsa o devlet güçlü bir devlettir.

Eğer bir devlet kendi kuruluş amaçlarından saydığı hukukî ve adlî ilkeleri bizzat kendisi her gün çiğniyorsa ve keyfî uygulamalarla değiştiriyor, hatta o değiştirdiklerine bile yeri geliyor uymuyorsa o devletin gücünden, devamlılığından, bekasından bahsederken bin kere düşünmek lazımdır.

Ha, bu hale gelmiş bir devlet bugünden yarına depremde bir binanın çöküşü gibi aniden, paldır küldür yıkılıp gitmeyebilir. Hatta onun bu hale gelmesinden büyük menfaatler sağlayanlar onu o güçsüz ve alabildiğine zorba haliyle epeyce daha ayakta tutup yaşatabilirler de. Onun güya güçlüymüş gibi görünmesine dair göstermelik türlü oyunlar da sergileyebilirler. Ama bütün bu sahte oyunlar o devletin güçlü bir devlet olduğunu asla göstermez. 
Ve o hale gelmiş bir devlet kendi halkının kahir ekseriyetini asla mutlu edemez, huzur ve barış içinde yaşatamaz, yüzünü güldüremez, dirliğini ve birliğini sağlayamaz.

Hatta dirliğini birliğini inadına sağlamaz ki eğer birlik olunursa o içi çürümüş, kokuşmuş devleti o zaman, muktedirler isteseler de ayakta tutamazlar, o enkazı çok büyük ve eşsiz bir devletimiz var diye kimselere de yutturamazlar, aklı başında kimseyi de buna inandıramazlar.

Son söz olarak soralım şimdi:
Devlet yeterince kutsallaştırılmadığı, yeterince tapınılmadığı için mi güçsüz duruma düşüp de yıkılır?
Devlet daima önceliklidir ve kutsaldır demek ne zaman gerekli hale gelir peki?
Güçlü olduğu zaman değil herhalde.
En adaletsiz ve dolayısı ile de en güçsüz olduğu zaman bu söze, bu kandırmacaya ihtiyaç duyulur.
En adaletsiz ve en hukuksuz döneminde devlet artık özellikle kutsal ve tanrısal bir değer haline getirilir.
Onu eleştirenler, onun adaletsizliğinden yakınıp itiraz edenler için cezaların en büyüğü hazırdır artık.
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan ve daha niceleri, Mahir Çayan ve arkadaşları gibi Kızıldere’de sırtlarından vurulanlar sırf bu yüzden katledilmişlerdir. 
Bunlar hakiki gelenekleri ve değerleri olan güçlü bir devlet için en büyük yüzkarasıdır, utançların en büyüğüdür.
Biz hâlâ bu utançla yaşamaya devam ediyoruz.
Ve hatta daha beterlerini yapıyoruz: 
Hak hukuk diye sokağa çıkan kadınlarımıza, gençlerimize, on yıllardır çocuklarının -dirisini bulmaktan çoktan vazgeçmiş- sadece ölüsünü arayan gözü yaşlı annelerimize bile aç köpek sürüleri gibi kolluk kuvvetlerini saldırtmayı bir marifet sayıyoruz.
Ne kadar övünsek azdır!
Çok büyük ve güçlü bir devletiz çünkü!

Önceki İçerikHain! Çerkez Ethem Dosyası – 1 – Hain mi, Kahraman mı?
Sonraki İçerikUzun Soluklu Sanal Dostluk
Eğitimci, Oyun Yazarı ve Yönetmen ÖZGEÇMİŞ: 1954 Tirebolu doğumlu Eskişehir Anadolu Üniversitesi Türk Dili Edebiyatı Bölümünü ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. 34 yıl çeşitli liselerde Edebiyat Öğretmenliği ve Müdürlük yaptı. 4 yıl Kültür Üniversitesi’nde Öğretim Görevlisi olarak çalıştı. ESERLERİ: Bir Poşet İstanbul Toprağı (Roman, 2012 Yunus Emre’yi Kim Öldürdü (Roman dosyası) Devlet Tiyatroları Repertuarına Alınan Oyunları (2012): Vah Güzel İstanbul Yunus Emre’yi Kim Öldürdü? Yaşamın Kıyısında Zirzop Kral Aldığı Ödüller: BASÜBADELMEVT oyunu Kör Sema Oyun Yazma Yarışması, Birincilik Ödülü NUH’UN AĞRISI oyunu Aydın Üstüntaş Jüri Özel Ödülü Yazdığı Diğer Oyunlar: Mutluluk Tarifleri, Kulüp Paragöz/ Anatolia Yolu / Yurdun Seni Çağırıyor Nazım/ Son Oidipus/ Savaş Devam Ediyor/ İyi Aileler İyi Çocuklar/ Bir Ateş Ver (Kahır Yolcusu Bir Zamane Dervişi: Ruhi Su), Melekut, Girdap Nasrettin Hoca’nın Biri Bir Gün (Çocuk Oyunu) Kuşlar Cumhuriyeti (Çocuk Oyunu) Gençlik Tiyatroları Festivallerinde kendi yazıp yönettiği oyunlarla ödüller almış; Yunanistan ve İsviçre’de bu oyunlarıyla turneler yapmıştır. Oyunları ülkenin birçok şehrinde amatör veya yarı amatör topluluklarca; üniversite-lise, ilköğretim tiyatro topluluklarınca oynanmıştır. 2013’ten beri Amerika’da yaşamaktadır.

1 Yorum

  1. bu dünya ne neronlar ne sezarlar ne cengiz hanlar ne hülagüler ne timurlar ne hitlerler ne stalinler ne polpotlar gördü.yakın tarihimizde hamayı yerle bir eden hafız esad mısırı yıllarca zulümle yöneten nasır enver sedat hüsnü mubarek ve olara destek veren binlerce mısırlı.
    bu zalimler öldürdüler yıktılar yaktılar şehirleri ülkeleri dümdüz ettiler insanları çarmıha gerdiler arenalarda aslanlara attılar.
    kemikleri kalmadı toz halinde toprağa karıştılar.
    ama bu dünyanın tiranları despotları asla bitmez.
    sadece adları değişir.Söylediklerine bakınca vay be ne müslüman adam icraata bakınca tam tersi.
    devletleri adaletsizlik hukuksuzluk zulüm yıkar.
    küfür devam eder ama zulüm asla devam etmez.
    Allah ihmal etmez ama mühlet verir.
    O inkar edenler , kendilerine mühlet vermemizin kendileri hakkında hayır olduğunu sanmasınlar. Onlara mühlet vermemiz, günahlarının artması içindir. Onları zelil ve perişan eden bir azap vardır.” (Âl-i İmran, 3/178).

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz