Doğruluk İddiaları Neden Farklı Farklıdır?

0
Latest posts by Psk. Dr. Ziya Doğan (see all)

Başta göz, kulak, burun gibi duyu organları olmak üzere, dünyayı algılamak için kullandığımız tüm yollar, belli fiziksel ve zihinsel sınırlara sahiptir.

Dolaysıyla insanın algıları sınırlıdır.

Örneğin insan gözü belli dalga boyutuna sahip radyasyonu algılayabilir. Bu dalga boyutunun üstündeki ve altındaki renkleri çıplak gözle görmek mümkün değildir ama bu, o renklerin olmadığı anlamına gelmez. 

Sınırlı olmanın dışında, psikolojik bir faktör olarak, algılar aynı zamanda dikkat gibi bazı etkenlere göre seçici davranır. Yani aynı ortamda bulunan iki kişi, farklı nesnelere odaklanırsa, ortama dair algıları farklı olabilir.

İnsanın sadece algıları değil algıladıktan sonra bunları hafızasında tutma kapasitesi de sınırlıdır.

Hafıza, olay ve olguları birbiriyle bağlantı halinde ve daha çok bilinçli olmayan bir önem sırasına göre düzenler. Kısa süreli hafıza aynı anda belli sayıda şeyi tutabilirken, uzun süreli hafızaya atılan bilgilerin sınırı yoktur. 

Hafızamız, olayları ve olguları düzenlerken, her şeyi olduğu gibi korumaz. Bazen detayları değiştirir, bazen siler, bazen de olayı tümüyle dönüştürerek saklar. Yani hafızamız olan biteni olduğu gibi algılamış olsa da olduğu gibi hatırlamayabilir.

Hiç kimse, bir konuda bilinebilecek her şeyi bilemez.

Algı ve hafıza sınırlamalarının dışında, bilginin çok boyutlu yapısı da kapsamın sonsuzca genişlemesine izin vermez. Bu yüzden, bir konuda ne kadar çok öğrenirsek öğrenelim, her zaman eksik bilgiler kalacaktır. Bu durumda bilgi eksikliği olduğu gibi kalır. Buradan anlarız ki, yeterli bilgi edinmeden de düşünmek ve davranmak mümkün olduğu için, eksik bilgi kolaylıkla tespit edilebilir değildir. Eksik bilgiye rağmen edinilen düşünce ve davranışlar da doğruluk konusundaki iddiaları önemli ölçüde etkilerler. 

Birbiriyle uyumsuz doğruluk iddialarını doğuran etkenlerden bir diğeri de zeka farklılıklarıdır.

Herkes, her durumda, olayları ve olguları aynı derecede algılama, hafızada saklama ve bilme fırsatına sahip olmadığı gibi, bireyler bunları düzenleme konusunda da birbirlerinden farklı yeteneklere sahiptirler. 

Bir kısmı genetik, bir kısmı çevresel etkenlerle oluşan insan zekası, kişiden kişiye hem derece olarak hem tür olarak değişir. Dilsel, matematiksel, bedensel, doğal, müziksel, ilişkisel, mekânsal, içebakışsal, duygusal, kültürel gibi zeka türler her insanda güçlü veya zayıf olarak bulunur. Bunlara bağlı olarak soyut düşünme, zihnî tasarım, yaratıcılık, sorun çözme ve karar verme gibi özellikler farklı derecelerde gelişir. 

Birey, bilgi ve tecrübelerini kendisi düzenleyerek bütüncül bir gerçeklik algısına kavuşsa da, gerçekleri birey icat ediyor değildir. Zira gerçeklik keşfedilir.

Batlamyus, dünyanın merkezde olduğu, güneşin dünyanın çevresinde döndüğü bir evren tasarısını ortaya koymuştu. İnsanlar yüzyıllar boyunca bu tasarıyla ölçümler yapabildiler. Ancak gerçekliğin bir kısmını ifade eden bu tasarı, dünyanın güneşin çevresinde döndüğünü ispatlayan Galileo’nun tasarısıyla yıkıldı. Böylece gerçeklik daha fazla keşfedilmiş oldu. Demek ki, sınırlı imkan ve kapasiteyle ulaşılan gerçeklik algısı, doğrularla birlikte hataları ve eksiklikleri de beraberinde taşır. Gerçeklik, sadece insanın algılarından ibaret değildir. 

Kimse gerçekleri bir bütün olarak görmediği için, herkes gerçekliğin gördüğü kısmıyla resmi tamamlamaya çalışır. 

Zihnimiz, olaylar arasında neden-sonuç ilişkileri kurarak çalışır. Yani bir olayı anlamak, nedenleri ve sonuçlarıyla birlikte ele almak gerekir. 

Su içmenin nedenleri susamanız, bardağa uzanmanız, bardağı tutmanız ve ağzınıza götürmenizdir. Daha sonra gelen suya kanma hissi de su içmenin sonucudur.

Dünyanın düz olarak düşünüldüğü zamanlarda verilen nedensel cevaplar, bugün verilenlerden çok farklıdır. Bilim geliştikçe, bu gibi sorular da cevapları da değişir. Yani nedensel açıklamalar, her ne kadar düşünce ve davranış için zorunluysa da, kesinlik içermezler. Değişime, sorgulanmaya, sınanmaya ya da reddedilmeye açıktırlar. Bu da gösterir ki, nedensel olarak ileri sürülen bir doğruluk iddiası, farklı yorumlara açıktır. Ancak bu durum, neden-sonuç ilişkisinin olmadığını değil bizim onu mutlak doğrulukla bilemeyeceğimizi gösterir.

Yukarıda saydığımız etkenler, farklı doğruluk iddialarının ortaya çıkmasına neden olur. Bunun bir diğer sonucu da bireyin kendi doğru bildiklerinin zamanla değişmesidir. Çünkü yukarıdaki etkenlerin hepsi, farklı zamanlarda bireyi etkiler.

Bir insanın, zeka ve bilgisi arttıkça, daha önce doğru saydığı şeylerin yanlışlığını görmesi mümkündür. Kendi doğru bildiklerinin mutlak olması, bazen kişiyi kendi bilgisinin mutlak olduğu yanılgısına düşürür. Diğer bir deyişle, doğru olarak bilinen şeyin, neden doğru olduğunun da bilinmesi gerekir. Yoksa bu, bilgi değil bir görüş olur.

Özetle; doğruluk iddialarının farklı farklı olmasının sebebi: algıların sınırlı olması, algıda seçicilik, hafızanın sınırları, bilginin çok boyutlu olması, zihnin çalışma prensipleri, zeka farklılıkları, tecrübe ve bilgin gelişmesi ile doğru kabul edilenin zamanla değişmesinden kaynaklanmaktadır.

Yarın: Bilinenden Bilinmeyene

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz