Ektiğimizin Tutsağı ya da Efendisi Olmak

0

Kişinin kendinden bahsetmesi, şüphesiz, sevimli bir durum değildir. İtici olur, alaya alınmaya yol açar. Anlatan kişinin de kendini beğenmişliğini kuvvetlendirir. Başkalarının seni yüceltmesi, övmesi daha istenilen, tercih edilen yoldur. Ancak, anlatılacak konu, güzel bir örneklik taşıyor, örnekliğin etkisine inanılıyorsa anlayışla karşılanabilir, kanaatindeyim.

Bu konuyu ele almama, televizyonda dinlediğim bir haber sebep oldu. Bir şehrimizde, öğretmen, ilkokul birinci sınıf öğrencilerini karşısına alıyor, o yaştaki çocuklara söylenmemesi gereken laflar söylüyor, her birine hakaret ediyor. “Siz ne aptal şeysiniz, sizi bu sınıfa, bu kadar aptalı seçerek mi gönderdiler” cümleleri en masum olanları. Video kaydından öğrenci sesleri de geliyor, bir öğrencinin “Sizi müdür beye şikâyet edeceğim” cümlesi seçilebiliyor. Bu haberi okuyan spiker, “Ben fakir bir ailenin çocuğuydum. Öğretmenim bir defasında benim fakirliğimle alay etmişti. Bu kırgınlığımı hiç unutamadım. İstedim ki bir gün o öğretmen karşıma çıksın, o günü ona hatırlatayım, ezilmişliğimin, üzülmüşlüğümün ıstırabını ona da yaşatayım. Ancak bir daha onunla karşılaşma şansı yakalayamadım.” cümleleriyle habere katkıda bulundu.

Gök kubbe altında söylenen hiçbir söz yankısız kalmıyor, hiçbir olay unutulmuyor. Söz ve olayın güzeli de çirkini de hafızalarda yer ediyor, bir gün bizi buluyor. Gök kubbede hoş bir seda bırakmak, en değerli mirasımız, varlık nedenimiz olmalı.

Ektiğini biçmek, hem tabiatın hem sosyal olayların yasası. Biçtiklerinden memnun değilsen ektiklerine bakacaksın. Gençler hayalleri, yaşlılar hatıraları ile yaşarmış. Artık anılarıyla yaşayan ve ektiklerini biçen yaş grubunda bulunuyoruz.

Mevcut hobilerimi geliştirmek, yeni hobiler edinmek için gittiğim kurs binasında bir dersliğin önünden geçerken ders anlatmakta olan öğretmenin dikkatini çekmişim. Göz göze geldik. Bana kursta öğretmen olup olmadığımı sordu. Yaşı ilerlemiş bir öğrenci olduğumu söyledim. Sesimi duyunca “Hocam!” diye az kalsın çığlık atıyordu. Yaklaşık yirmi sene önceki öğrencilerimdenmiş. Beni kursiyerlerine büyük bir övgü ve zevkle takdim etti. Dersini dinlemeye davet etti. Diksiyon dersi veriyordu. “Heyecanlanırsın.” dedim, mutlu olacağını söyledi. Bir ders saati kendisini dinledim. Gayet başarılıydı. Dersin sonunda “Hocam, sizden öğrendiklerimizi anlatıyoruz, bize çok şey verdiniz.” demesi, öğretmenlik mesleğimi tercih etmemdeki memnuniyetimi artırdı.

Adı, Ayşegül. O, şimdi bir özel okulda başarılı, değerbilir ve değerli bir edebiyat öğretmeni. Yolum, çalıştığı okula düştü. Dostumuz müdür beyle görüştüğüm halde Ayşegül’e selam vermemek büyük bir haksızlık olurdu. Kendisine haber gitti. Odaya gelip beni gördüğünde mutluluğunu izaha kelimeler yetmez. Bir süre sohbet ettik. Ayşegül’ün ağzından çıkan “Hocam sizin örneklerinizi hala derslerde kullanıyorum. Örnekliğinizi unutamıyorum, taklit ediyorum. Bizi çok yorar, zaman zaman dersinize alır, ayrıca dersimi dinlerdiniz. Zümre toplantılarında beni terletirdiniz. Meğer ben sizin ustalığınızla ne kadar güzel şeyler öğrenmişim. Zaman zaman öğrencilerime ve arkadaşlarıma sizden bahsediyorum.” Yirmi yıl önce benimle stajyerliğini tamamlayan bir güzel insandan bu cümleleri duymak, övüncümü ve şükrümü artırdı. Bir kelebek kadar hafiftim sanki o gün.

Bir nedenle bir toplulukta bulunuyorsunuz. Çocuğunun öğretmenliğini yaptığınızı ifade eden bir velinin sizi, o ortamda bulunanlara “kızımın üniversite sınavlarında iyi bir puan almasında ve şimdi iyi bir meslek sahibi olmasında büyük emeği olan kişi” diye takdim etmesi, kadirşinaslığa, vefaya muhatap olmanız; hafızalarda bu ahlak ve emeğinizle yer edinmeniz, ne kadar değerli bir olgu. Hangi yola çıkarsan çık, çıkış niyetin seni değerli kılıyor. İyi bir hekim, iyi bir öğretmen, iyi bir yönetici, iyi bir temizlikçi olmak; hep niyetle ilgili. Herhangi bir meslek sahibi olabilirsin, en azından insansın, o meslekteki değerin veya insanlığın, niyetinle ilgili. Bir yakınım, hırslı bir ilkokul öğretmeniyle eğitim hayatına başladı. Ancak öğretmeninin, derslerinde çağdaşlık adına inançlı insanlara yönelik yaptığı acımasız değerlendirmelerin etkisinden hiç kurtulamadı. Bilinçaltına yerleşen kompleksi bir türlü atamadığını, onun her davranışında görüyorum.

Ustasınız, aracına zarar verdiğiniz müşteri ile karşılaşsanız; öğretmensiniz, öğrenciniz olmaktan dolayı sizi kötü yönlerinizle hatırlayan biriyle yüz yüze gelseniz; yöneticisiniz, uyguladığınız mobbing etkisiyle hayatı kararan biri bir gün gözlerinizin için baksa; hekimsiniz, tedavi yönteminiz veya ihmalkârlığınız sebebiyle kötürüm olan hastanız ya da hasta yakınınız size beddua etse neler hissedersiniz? Bütün bu aşağılanmaların, kötü örneklerin öznesi olmak ister misiniz? Yaptığımız işten, kurduğumuz ilişkilerden dolayı bir utanç içinde olmamak, yaşarken büyük bir özgürlük, öldükten sonra da bizim için büyük bir nimet, çocuklarımız ve torunlarımız için de büyük bir övünçtür. Hayatımıza öyle yön vermeliyiz ki herkesin “Eyvah!” diyeceği “o gün”de yaptıklarından pişmanlık duymayan ayrıcalıklı insanlardan olalım. Bu dünyadan gelip geçmek, işte o zaman daha anlamlı olur, cevabını aradığımız sorunun cevabını yaşarken vermiş oluruz.  

Dağ ne kadar yüce olsa yol üstünden aşar, der atalarımız.

Yol bilmek, yöntem bilmektir. Hani demişti ya şair: “Yol onun, varlık onun, gerisi angarya!”

Kadir  Durgun

kadir@kadirdurgun.com

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz