Ana Sayfa Röportajlar Emekli Büyükelçi Abdurrahman Bilgiç Ocakmedya’ya konuştu.. Dış politikadaki diplomasi kanadı kırık kaldı

Emekli Büyükelçi Abdurrahman Bilgiç Ocakmedya’ya konuştu.. Dış politikadaki diplomasi kanadı kırık kaldı

0
Emekli Büyükelçi Abdurrahman Bilgiç Ocakmedya’ya konuştu.. Dış politikadaki diplomasi kanadı kırık kaldı

Ocakmedya’ya konuşan Emekli Büyükelçi Abdurrahman Bilgiç, dış politikadaki diplomasinin kanadı kırık kaldığını söyledi. “Türkiye’nin askeri yanı ağır basan dış politikasının profesyonel diplomasiyle desteklenerek baştan sona gözden geçirilmesi gerekiyor.” diyen Bilgiç, “Maalesef ülkemizin şu anda sanılanın aksine milli bir dış politikası yok. Ayaküstü kararlarla rüzgarın estiği yöne doğru savrulan ve bunu tam bağımsızlık olarak pazarlamaya çalışan bir dış politika söylemi var.” ifadelerini kullandı.

Arap Baharı sonrası Türk dış politikası yeni bir boyut kazandı. Suriye temelli Orta Doğu’daki gelişmeler, Türkiye’yi farklı stratejilere itti. Doğu Akdeniz, Libya ve Ege’de yaşanan gelişmeler Yunanistan, Fransa, Mısır gibi ülkelerin Türkiye ile ilişkilerinde gerginliğe yol açtı. Savaş söylemleri açıktan dillendirilmeye başlandı. Almanya gibi ülkeler Doğu Akdeniz’de gerginliğin düşürülmesi yönünde açıklamalar yapıyorlar.

“Doğu Akdeniz’de, Libya’da, Ege’de haklarımızı sonuna kadar korumaya odaklandık.” diyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise “Oruç Reis 23 Ağustos’a kadar faaliyetlerine devam edecek. En küçük tacizde bulunulması halinde gereken cevabı vermekten asla çekinmeyeceğiz. 100 yıl önce Türkiye’yi ince bir siyasetle güneyindeki enerji kaynaklarının dışında bırakanlar Doğu Akdeniz’de bunu başaramayacaklardır. Bugüne kadar yumuşatıcı olduk. Ancak Yunanistan yaklaşımımıza aynı şekilde cevap vermiyor. Bu tarzı devam ettirlerse biz gereğini yaparız. Kıta sahanlığımızda haydutluğa asla boyun eğmeyeceğiz, yaptırım ve tehdit dili karşısında geri adım atmayacağız. Bir asır önce vatanımızı parçalamayı hedefleyen Sevr’i nasıl yırtıp atmışsak bugün de ‘Mavi Vatan’ı aynı kararlılıkla koruyacağız. Uluslararası deniz hukuku ve yerleşik teamüller açısından ülkemiz sonuna kadar haklı. Bunu elindeki tüm imkanlarla savunacak.” diye konuştu.

Muhabirimiz Emrullah Bayrak, Türk dış politikasındaki gelişmeleri Ocakmedya okurları için DEVA Partisi’nin Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Başkanı Abdurrahman Bilgiç ile konuştu.

Abdurrahman Bilgiç Kimdir?

1963 yılında Adıyaman’da dünyaya gelen Abdurrahman Bilgiç, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinden 1985 yılında mezun oldu. 1986 yılında Dışişleri Bakanlığı’nda görev aldı. 2003-2005 yıllarında Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, 2005-2007 yılları arasında Münih Başkonsolosluğu yapan Bilgiç, Nisan 2011’den itibaren Türkiye’nin Tokyo Büyükelçiliğine getirildi.

30 Eylül 2011 tarihli resmi gazetede yayınlanan bakanlar kurulu kararıyla merkeze çekilen Bilgiç, MİT Müsteşar yardımcısı olarak 2014 yılına kadar görev yaptı. 8 Temmuz 2014 – 27 Eylül 2018 tarihleri arasında Birleşik Krallık Büyükelçiliği görevinde bulundu. 9 Mart 2020 tarihinde Ali Babacan tarafından kurulan Demokrasi ve Atılım Partisi’nin (DEVA) kurucu üyeleri arasında yer aldı.

“Yakın coğrafyamızda eğitim ve iyi yönetim alanlarındaki eksiklikler çöküşleri daha da besliyor”

Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA) Genel Başkan Yardımcısı, Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Başkanı emekli Büyükelçi Abdurrahman Bilgiç’in sorulara verdiği cevaplar şöyle:

Emrullah Bayrak (EB): Demokrasi ve özgürlük talepleri adı altında Arap Baharı ile başlayan süreç, Orta Doğu’yu adeta cehenneme çevirdi. Geldiğimiz noktada Orta Doğu’da huzurlu ülke kalmadı. Bahar neden kışa dönüştü?

Abdurrahman Bilgiç (AB): Sovyetler Birliği’nin yıkılması ile sona eren iki kutuplu uluslar arası sistem ve dünya çapındaki ekonomik krizler bir büyük deprem etkisi meydana getirdi. Ulaştırma ve iletişim devrimiyle eşzamanlı bu gelişmeler Orta Doğu’da demokrasi, özgürlükler ve kalkınma umutlarını da yeşerten ve toplumları heyecanlandıran bir sahte bahar havası estirdi başlangıçta. Ancak, bu umutlar kısa sürede yerini kargaşaya, iç savaşlara, vekalet savaşlarına ve doğrudan devlet müdahalelerine evrilen kanlı kışa bıraktı.

Bunun nedenleri arasında ekonomik eşitsizlikler ve adaletsizlikler, siyaset, ekonomi ve finans dünyalarındaki şeffaflık ve etik eksikliği, ulusal ve uluslar arası kurumların güvenilirliklerini ve itibarlarını kaybetmekte olmaları, populist söylem ve politikaların rağbet görmesi, sosyolojik değişimin teknolojik ilerlemenin hızına erişememesi, ideolojik-kültürel farklılıkların istismarı ve ahlaki bunalımlar gibi birçok faktör bulunmakta.

Çok taraflı uluslar arası işbirliği anlayışının ve kurumlarının aşınmış olması, geleneksel ittifakların ve dengelerin sarsılması, öngörülebilirliğin azalması ve yeni eksenlerin oluşması, insan hakları ve demokrasiye dayanan değer temelli politikaların saldırı altında bulunması, insanlığın ortak faydalarını dar ve kısa vadeli çıkar mücadelelerine feda ediyor. Yakın coğrafyamızda eğitim ve iyi yönetim alanlarındaki eksiklikler çöküşleri daha da besliyor. Bütün bunların sonucu olan terörizm ve şiddet, göç ve mülteci sorunları, ideolojik çatışmalar ve popülist eğilimler stratejik ortamı karmaşık hale getiriyor, bu tehditlerle etkin mücadele için gerekli olan uluslar arası ve bölgesel işbirliği sağlanamıyor.

“Krizlerden beslenmek yerine diplomasi yoluyla sorunları çözerek krizleri önleyerek güçlenme yolu seçilmeli”

EB: Türkiye’nin dış politikası geçmişten günümüze ”Yurtta Sulh Cihanda Sulh” olmuştu. AK Parti iktidarları döneminde de ”Komşularla Sıfır Sorun”politikası izlendi. Ancak Arap Baharı ile birlikte Orta Doğu’da aramızın iyi olduğu, dostluk ilişkileri kurabildiğimiz bir ülke kalmadı. Sizce Türkiye’nin dış politikada kırılma noktası veya kırılma anı neresiydi?

AB: Biz Demokrasi ve Atılım Partisi- DEVA olarak Türkiye’nin Cumhuriyet dönemi diplomasisine yön vermiş olan, iç barışı dünya barışıyla bağdaşıran şiarının günümüz koşullarında da geçerliliğini koruduğuna inanıyoruz. Öncelikle şunu söylemeliyim:

Türkiye’nin ulusal güvenliğini sağlamak, bu çerçevede toprak bütünlüğümüzü ve ulusal egemenliğimizi korumak dış politikada iki temel öncelikten birisidir. İkincisi ise ekonomik refahımıza ve büyümemize yardımcı olmaktır. Diplomasimizin daha güçlü yürütülmesi için ülke içi kutuplaşmanın azaltılması, ekonomimizin ve sosyal dokumuzun güçlendirilmesi gerekiyor.Türkiye’nin ortak değerlerle şekillenen ittifaklarını korumak, ortak menfaatler üzerinden şekillenen yeni işbirliklerine açık olmak ihmal edilmemeli.

Türkiye’nin taraf olduğu uluslar arası sözleşmelere ve oluşturulmasına katkıda bulunmuş olduğumuz normlara titizlikle bağlı kalmamız önem taşıyor. Türkiye’nin tüm müttefikleri ve çevresindeki ülkelerle içişlerine karışmama ilkesi temelinde yapıcı ve dengeli diyaloglar kurabilir duruma gelmesi elzem.

Diplomasimizin adalet ve hukuk temelinde uzlaştırıcı, sorun çözücü kimliği korunmalı. Krizlerden beslenmek yerine, diplomasi yoluyla sorunları çözerek, krizleri önleyerek güçlenme yolu seçilmeli. Ancak böylece sorunların değil, çözümlerin parçası olunur.

Mevcut kırılgan ortamda dış politikamızın sağlıklı ve tutarlı bir seyir izlemesi için gerçekçi, ihtiyatlı, dikkatli ve sabırlı olunmalı. Bu durum diplomasimize gerektiğinde yaratıcı ve cesur adımlar atabilecek esnekliği kazandırmamıza engel değildir. Kısa vadeli, iç politikaya yönelik, dar parti veya kişi propagandası amaçlı polemikçi söylem ve tarzın ulusal çıkarlarımıza zarar verdiği dikkate alınmalı.

Ağırbaşlı, sorumlu üslup ve yaklaşımlar benimsenmeli. Dışişleri Bakanlığı başta olmak üzere tüm ilgili kurumları, Türkiye’nin uluslararası ilişkilerinin yürütülmesi sürecinin etkin unsurları yapmamız lazım.Dış politikanın belirlenmesi ve uygulanması süreçleri çoğulcu olmalıdır. Dış politikamız TBMM, basın, düşünce kuruluşları ve ekonomik-sosyal aktörler dahil, sivil toplum ile işbirliği halinde, geniş ve şeffaf bir istişareye dayandırılmalı. Uzun vadeli ulusal çıkarlarımıza ancak bu şekilde kuvvetli bir temel kazandırabiliriz.

“Hükümet dış politikada zikzaklar çizdi, aşırı uçlara savrulabildi”

EB: Bugün Türkiye bir yanda hem Rusya hem de ABD ile dostluk ilişkilerini yürütmeye çalışıyor.Öte yanda ise bu ülkelerin de yer aldığı Suriye’de, Libya’da, Doğu Akdeniz’de politika farklılıkları yaşıyor. Sizce Türkiye dış politikada bir çıkmaz sokağa mı sürüklendi?

AB: Hükümet, bir önceki sorunuza cevaben vurguladığım ilkeleri gözardı ettiği ya da bu ilkelere yeterince özen göstermediği için dış politikada zikzaklar çizdi, aşırı uçlara savrulabildi ve manevra yapamadığı ideolojik dar bir alana sıkıştı. Rusya ile savaşın eşiğinden dönüp sonra stratejik ittifak kurmuş gibi bir algıya yol verdi. Bölgedeki gelişmelerin yönünü ve gidişatı tam kestiremedi.

Suriye’deki rejim değişikliğinin kısa sürede gerçekleşeceği varsayımından hareket etti. İzlediği politikalar ve popülist söylemler Türkiye’yi öngörülebilir olmaktan çıkardı. NATO’da sorunlu müttefik haline geldi. AB ile ilişkilerinde haksız yere ”şantajcı” izlenimi uyandırdı. Bölge ülkeleri ve komşularıyla ilişkilerinin her geçen gün ne kadar bozulduğunu ya görmedi ya da bütün bu olup bitenleri umursamadı.

Zaman içerisinde hem bölgesinde hem de bölgeyle ilgili ülkelerle münasebetler bakımından büyük ölçüde yalnız kaldı ve aleyhimizde bize karşı bir büyük kamp, ittifak, blok meydana geldiğini farkedemedi. Karşılaştığımız sorunlarda savunmanın caydırıcılığından yararlanmaya ağırlık verildi ve diplomasi ihmal edildi. Dış politikadaki diplomasi kanadı kırık kaldı. Diplomatlar sürekli bir çıkmaza görev tanımları gereği inanmaz ve hep bir çıkış yolu bulurlar. Şimdi de ikili ilişkilerimizin tamiri, NATO’da saygın konumumuzu pekiştirmemiz, AB ile ilişkilerimizi rayına sokmamız vb. mümkündür. Yeter ki belirttiğim bu karanlık, ucunda ışık görünmeyen tünelden çıkılsın.

“Dış politikada kontrollü gerilime yer vardır, kontrolü elden kaçırmamak kaydıyla”

EB: Yunanistan ile Mısır denizler konusunda bir anlaşma yaptı.Bir yanda Yunanistan ile öte yanda Mısır ile savaş söylemleri gündeme getiriliyor. Bir sıkışmışlık hali mi söz konusu? Türkiye bu durumdan nasıl kurtulabilir?

AB: Akdeniz’de jeopolitik bir sıkışmşlıkla karşı karşıya bulunduğumuz doğrudur. Bunu aşmak için, Türkiye’yi tek taraflı adımlarla devre dışı bırakma girişimlerine cevap olarak Libya’daki meşru Ulusal Mutabakat Hükümeti ile deniz yetki alanlarını sınırlandıran bir anlaşma imzalamamız teknik olarak doğru bir adımdır. Mısır’la karşı karşıya gelmemiz bildiğiniz üzere Mısır’daki darbeden sonra oldu.

Bizim Libya’da Müslüman Kardeşler-Selefiler tartışmasının ortasında kalmamız, diğer ülkeler gibi tüm taraflarla dengeli ilişkiler geliştirmememiz ve bu şekilde karmaşık bir vekalet savaşı dinamiğine dahil olmamız, Hafter güçlerinin püskürtülmesinden sonra Sirte ve Cufra’yı alacağımızı söylememiz Mısır ve Tobruk tarafını destekleyen ülkeleri hareketlendirdi.

Şimdi Dışişleri Bakanı Sayın Mevlut Çavuşoğlu Libya’da askeri çözüm yoktur, diyor. Almanya’nın siyasi süreç için aldığı Berlin Süreci çerçevesinde insiyatifler var. Sonuç vermezse yine kendimizi yükselen bir gerilim hattında bulacağız. Bu konunun sağlıklı bir süreçte yönetilebilmesi ve nihayet çözümü tüm taraflarla dengeli diyaloglar kurma ve yapıcı ilişkiler geliştirme yeteneğimize bağlıdır. Liyakatli profesyonel kadrolarla, savunmamızın caydırıcılığndan da yararlanarak, nihai çözümde rasyonel hedeflerimize ulaşabiliriz.

Öte yanda, Mısır ve Yunanistan deniz yetki alanlarını belirlediler. Her iki anlaşmanın kapsadığı deniz alanlarında çakışma ve dolayısıyla anlaşmazlık sözkonusu. Şimdi öncelikle Yunanistan’la yaşadığımız gerilim Yunanistan’ın maksimalist yaklaşımlarından kaynaklanmaktadır.

Dış politikada kontrollü gerilime yer vardır. Kontrolü elden kaçırmamak kaydıyla… Gerilimin sıcak çatışmaya dönüşmemesi için sinirlerimizi sağlam tutmamız gerekir. Yunanistan’la uzun süredir devam eden sorunların hemen çözüme kavuşmasını beklemek gerçekçi değildir. Ancak 2016’dan sonra akamete uğrayan istikşafi görüşmelere yeniden başlamak ve diyalog süreçlerini geliştirmek mümkün ve elzemdir.

“Diplomatik anlamda stratejik öngörüsüzlükten kaynaklandı”

EB: Cumhurbaşkanı Erdoğan, ”Gelin Akdeniz’deki tüm ülkeler olarak bir araya gelelim herkes için kabul edilebilir, herkesin hakkını koruyan bir formül bulalım.” çağrısında bulundu. Siz bu çağrıyı mevcut gelişmeler ışığında nasıl değerlendiriyorsunuz?

AB: Çok geç kalınmış ama özü itibariyle doğru bir çağrıdır. Kıyıdaş ülkelerin deniz yetki alanlarını birlikte müzakereyle belirlemeleri gerekir. İkili düzenlemeler, sorunu nihai anlamda çözmez. Çünkü birbirleriyle kesişen hatlar, çakışan deniz alanları anlaşmazlıkları ortadan kaldıramaz. Karadeniz’de 1990’larda çok taraflı müzakerelerle bu başarılmıştır ve iyi işlemektedir. Bunun için elverişli bir ortamın da olması gerekir.

Şimdi Akdeniz ve çevresinde aleyhimize bir ittifak, kamp, blok oluşmuş bulunmaktadır. Bu durum diplomatik anlamda stratejik öngörüsüzlükten kaynaklanmıştır. İkili ilişkilerimizi tamir etmeden, bölgede barış, istikrar ve dostluğa yatırım yapmadan böyle bir yola girmek uluslar arası hukuktan kaynaklanan haklarımızı korumamızı garanti etmez. Bu çağrıda samimi isek, işe dostane ilişkiler kurmaktan başlamalıyız.

“Trump kazansa bile Türkiye üzerindeki Demokles’in kılıcı sallanmaya devam edecek”

EB: Şu an S-400’ler F-35’ler her ne kadar konuşulmasa da perde arkasında büyük bir sorun olarak duruyor. Amerika’da sonbaharda bir de seçim var. Türkiye ile ABD ve Rusya ilişkilerinin geleceği hakkında neler söyleyebilirsiniz?

AB: ABD ile ilişkiler büyük ölçüde Trump ve aile çevresiyle ilişkilere inhisar etmiş gibi görünmektedir. Bu durum yaptırımları engelleyemediği gibi S-400 itirazını, F-35 programının askıya alınmasını vb. ortadan kaldırmamıştır; ötelemiştir ve belki hafifletici bir işlev görmüştür bir süreliğine. Kongre üyeleri arasında neredeyse Cumhuriyetçi olsun, Demokrat olsun dostumuz kalmamıştır. Kurumlar tepkilidir ve Türkiye dosyaları rafa kaldırılmamıştır.

Seçimler sonucunda tekrar Trump kazansa bile Türkiye üzerindeki Demokles’in kılıcı sallanmaya devam edecektir. Seçimlerin favorisi Biden Başkan olduğunda ise karşılaşılacak sorunların, ilişkiler onarılamadığı takdirde, daha da ağırlaşabilir. Devletten devlete, kurumdan kuruma, toplumdan topluma çok yönlü ilişkileri ihmal etmiş olmamızın bedellerini ağır ödeyebiliriz.

ABD ile stratejik ortaklığımızın ve müttefiklik ilişkilerimizin aksamasına yol açmış sebepler ve bunların ortadan kaldırılması konusunda ve bölgesel konularda yeni bir diyaloga ihtiyacımız var. Rusya ile de çok boyutlu ortaklık niteliği taşıyan ikili ilişkilerimizin sağlıklı ve dengeli biçimde sürmesi hedeflenmeli. Bölgesel ve diğer bazı konulardaki farklılıkların iki ülke çıkarlarına olumsuz yansımaması için azami özen göstermek zorundayız.

“Uluslararası alanda hukukun üstünlüğüne saygı ve demokratik standartlarınızla birlikte ekonominizin gücü kadar sözünüz geçer”

EB: Türk ekonomisinde yaşanan son gelişmeler ışığında ekonominin dış politikaya etkilerini nasıl değerlendirirsiniz?

AB: Türkiye’de kamuoyunda şöyle bir algı oluşturuldu son yıllarda: güç eşittir askeri güç ve dış politika eşittir güç projeksiyonu. Bu çok eksik ve yanlış bir algıdır. Uluslararası alanda hukukun üstünlüğüne saygı ve demokratik standartlarınızla birlikte ekonominizin gücü kadar sözünüz geçer.

Ekonomimiz ağır sorunlarla karşı karşıya. Maalesef diplomasimiz gibi ekonomi yönetimimiz de yok. Şu anda Yunanistan’la yaşadığımız gerilimde bile ”bu ekonomiyle mi Yunanistan’a kafa tutuyorsunuz” diyen yabancılar var. Artık IMF’ye kredi açabilen bir Türkiye yok. Suriye’de, Libya’da operasyonlarımızı finanse edip edemeyeceğimiz bile konuşuluyor. Dış politikanın ekonomiye etkileri üzerinden konuya eğilirsek, barış ve istikrar ortamına katkıda bulunmayan Hükümet, Türkiye’yi büyük ekonomik ve ticari kayıplarla karşı karşıya bırakıyor. Doğrudan yabancı sermaye gelmiyor. Turizmimiz zarar görüyor.

“Türkiye’nin askeri yanı ağır basan dış politikasının baştan sona gözden geçirilmesi gerekiyor”

EB: İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) arasındaki anlaşma ne anlama geliyor? Türkiye, bu anlaşmanın Filistin davasına ihanet olduğunu açıkladı. Bu anlaşmanın bölgeye yansıması nasıl olur?

AB: Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve Ürdün’ün ardından İsrail’le diplomatik ilişki kurdu. İlişkilerini siyasi ve ekonomik olarak, hatta güvenlik dahil her alanda ilerleteceğini beyan etti. Orta Doğu Stratejik Gündemi doğrultusunda ABD ve İsrail’le birlikte hareket edeceğini ortaya koydu.

İsrail’in Batı Şeria’daki ilhak planını bu vesileyle engellediğini ileri sürdü. Aslında İsrail ilhak planını sadece askıya aldığını açıkladı.Başka ülkelerin de BAE’yi takip edecekleri söyleniyor. BAE’de fuarlara katılım için İsrail vatandaşlarına verilen vizeler, iki ülke yetkilileri arasında yapılan ve zaman zaman kamuoyuna yansıyan görüşmeler gibi fiili bir durum resmiyet kazandı ve ilişkilerin çok daha ilerilere taşınacağı yüksek sesle ve alenen ilan edilmiş oldu.

Orta Doğu anlaşmazlığından söz edilirken Arap-İsrail ihtilafı anlaşılırdı eskiden. Şimdi artık kısmen Türk-Arap anlaşmazlığı anlaşılıyor, kısmen de Körfez-İran… Filistinliler tepkili. Çünkü uzmanlar bunun bağımsız Filistin devletinin sonu olduğunu düşünüyor. Filistinli yetkililerin de değerlendirmeleri bu yönde.

Türkiye’de Hükümet’in tepkisine gelince tutarlılık testinden tam geçemiyor. Zira, İsrail kurulduğundan beri Türkiye diplomatik ilişkilerini sürdürüyor. Diplomatik münasebetler bir süredir Büyükelçiler düzeyinde olmasa bile ticari ilişkilerin yoğun olduğu bir sır değil. Orta Doğu’da tehdit algılarında bir değişimi işaret eden bu gelişme, Suriye, Libya ve Yemen başta olmak üzere bölgede önemli etkiler doğurabilir.

Türkiye’nin askeri yanı ağır basan dış politikasının profesyonel diplomasiyle desteklenerek baştan sona gözden geçirilmesi gerekiyor. Maalesef ülkemizin şu anda sanılanın aksine milli bir dış politikası yok. Ayaküstü kararlarla rüzgarın estiği yöne doğru savrulan ve bunu tam bağımsızlık olarak pazarlamaya çalışan bir dış politika söylemi var.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz