Endülüs nasıl oluştu (1) (Dört Halife Dönemi)

3
Latest posts by Sinan Eskicioğlu (see all)

Yazım, bugün biraz uzun, çünkü çok önemli konuları ele alacağız. Derdimizi, sorunlarımızı ve cahilliğimizi masaya yatıracağız.

Müslümanların durumları üzerine konuşuyoruz, yazıyoruz. Ne kadar objektif ve etiket koymayan yazılar kaleme alsak bile, kimi kişiler ve kesimler özellikle görmek istedikleri gibi görüyorlar ve okuyorlar. Ama sonuçta gene aynı noktaya geliyoruz: ‘Ne olacak bu müslümanların hali?’

Bu konuyu ilk duyduğum zamanlar çocuktum. Müslümanların durumlarının iyileştirilmesinin gece yarılarına kadar irdelendiği ev sohbetleriydi. Aradan geçen bunca yıla rağmen hala daha aynı konuyu irdeliyoruz.

…..

Bu yazıyı isterseniz yazarının sesinden dinleyebilirsiniz de:

…..

Eskiden bu konu çok daha derinlemesine ve ilmi olarak ele alınırdı. Şimdi ise o kadar sığ ve ilmilikten uzak ki, bunu anlayabilmek için, konuyla ilgilenenlerin İslam Tarihi bilgilerini, İslam anlayışlarını irdelemek ve de en önemlisi ‘dünyaya ne sunduklarına’ bakmak yeterli.

Ben bunu biraz da, imam-hatipçilikle açıklıyorum. Felsefeden, sosyolojiden, psikolojiden, hukuktan, İslam’ın nasıl bir değişim kazandırdığından bihaber insanların, salt ‘dincilik’ yapma adına verdikleri mücadele. Bırakın diğer filozofları, İslam filozoflarını bile incelemeden İslam hakkında ahkam kesen bir insan grubu oluştu.

Herkese ve her şeye düşmanlık yapılır ama çözüm sorulduğunda, sloganvari cümlelerle ‘İslam her derda deva’ nidalarıyla, hem kendilerini hem de diğer insanları kandırırlar.

Açıkça ifade edeyim, biz sizin gibileri çok gördük.

Bu ülkede, kaç nesil ‘Huzur İslam’da’ slogan cümlesiyle kandırıldı, biliyor musunuz? Yetmedi, araçların camlarına etiket yapıp asarak, sözüm ona İslam’ı savundular, örnek oldular ve cihat ettiler.

‘İyi de nasıl’ diye sorulduğunda da, soruyu yöneltenlere şüpheyle yaklaştıkları için ‘gavur, dinsiz, münafık’ gibi laflarla kendilerini avuttular.

Bırakın Endülüs’e kadar gelmeyi, Endülüs’ü konuşmayı. Bu, kendini alim sananlara, Cemel vakasını, Sıffin savaşını sorduğunuzda, alacağınız cevap bellidir: Fitne. Bu kadar basit yani, fitne.

Psikolojik, sosyolojik, sosyal psikolojik, dini sebepler oluşmadan fitne ortaya çıkabilir mi?

El Cevap: Çıkmaz.

Peki bu fitne nasıl oluşmuş? Buna da cevap hemen hazırdır: Yahudiler.

Suçu yahudilerin üzerine atınca iş bitiyor. Zaten tarihte suçlar hep onların üzerine atılmış. Hristiyanlar da aynısını yaptılar, müslümanlar da aynısını yapıyorlar. Ama hristiyanların yaptığını yaparken, kimse çıkıp da şunu demiyor: ‘Ya durun, biz böyle yaparken hristiyanlara benziyoruz. Benzeyen, benzediğiyle beraberdir diyoruz her zaman. O zaman çelişki içindeyiz’.

Kimse demiyor, demez.

Çünkü müslümanlar, kolaycı müslüman. Kolayına ve işine gelen neyse onu yapıyor. Böyle diyebilmek için okumak, araştırmak, incelemek, derinlemesine konulara vakıf olmak gerekir. Kim uğraşacak bunlarla. Slogan müslümanlığı her daim prim yapıyor.

Şimdi de öyle, 80’lerde de öyleydi, 90’larda da aynıydı, Emevi Dönemi’nde de ve hatta dört halife döneminde de…

Konu, tam da yerine geldi. Dört halife dönemi. Evet, Endülüs’ü anlayabilmek için, dört halife döneminden başlamak gerek. Nedeni de, Endülüs’ün bir birikimle oluştuğu gerçeği.

Bir diğer neden de, bu konuları ele alırken, tarihsel süreç ve nasıl o döneme gelindiği de önemli. Dört halife dönemini ele alırken, sizlere ‘onlar yıldızlardı’ gibi süslü anlatımı kullanacak değilim. Onlar da normal insandı, hatalar yaptılar.

Biz, yapılan hatalardan nasıl ders çıkaracağız, önemli olan da bu.

Hz. Muhammed (sav) dönemi, bildiğiniz gibi, 571-632 tarihleri arası.

632’den 634 yılına kadar Hz. Ebu Bekir Dönemi. Bu dönemde önemli olan olay, Ridde savaşları. Dinden dönenlerle yapılan savaşlar da denir ama ben daha çok ‘zekat’ vermek istemeyenlerle yapılan savaşlar olarak görüyorum. Zekat, devletin topladığı vergiydi ve zekat vermemek devlete isyan demekti. Bu sebeple, Ridde savaşları önemli. O’nun döneminde Arabistan’ın tümü fethedilmişti. Ebu Bekir, hastalanarak vefat etmiştir.

634’den 644 yılına kadar Hz. Ömer Dönemi. Mısır, Suriye, Lübnan, Filistin, Irak’ın tamamı ve İran’ın bir bölümü fethedilmişti. Devlet örgütlenmesinin kurulmaya ve güçlenmeye başladığı dönem. Defterlerin tutulmasına ve Adalet’e özen gösterilmişti. İhtiyar bir kadın, camide Hz. Ömer’e hesap sorabilecek kadar özgürlüğe sahipti. Saldırıya uğramış, hançerlenmiş ve vefat etmiştir.

644’den 656 yılına kadar Hz. Osman Dönemi. O’nun başa geçmesine Muaviye’nin babası Ebu Süfyan çok sevinmişti. O’nun zamanında ilk İslam donanması kuruldu, para basıldı, İran’ın fethi tamamlandı. Tunus ve Rodos fethedildi. O’nun döneminin ikinci yarısı biraz sorunlu olmuştur. Valiliklere akrabalarını ataması ve liyakatın önemsenmemesi gibi. İsyan hareketinin başlaması ve Mervan’ın yazdırdığı mektup konusu da ele alınması gereken önemli nokta. İsyancılar evini kuşatmış ve cinayete kurban gitmiştir.

656’dan 661 yılına kadar Hz. Ali Dönemi. O’nun döneminde isyanlar ve fitne daha da gün yüzüne çıkmıştır. Fitnenin sebebi ise, iktidar ve güç savaşları, Hz. Osman zamanında liyakata önem vermeme, akrabaları ve kendi sülalesini kayırma gibi etkenler.

Hz. Ali Haşimoğulları’ndandır, Hz. Osman ise Ümeyyeoğulları’ndan. Muaviye, Ebu Süfyan da aynı şekilde Ümeyyeoğulları’ndandır. Bu yüzden Hz. Osman’ın halife olmasına Muaviye ve Ebu Süfyan çok sevinmişlerdi. İşte dananın kuyruğunun koptuğu yer de burası. Kureyş’e bağlı iki ailenin iktidar mücadelesi. Biraz ayrıntıya girelim mi, ne dersiniz? Akraba arası güç mücadelesini ve iktidar hırsını daha güzel anlamış oluruz.

Neden bu dönemde başladı bu mücadele?

Çünkü Hz. Ebubekir’in halifeliği, Medine’den birisinin halife olmaması için Muhacirlerden (Mekke’lilerden) olması arasında geçtiği için sorun çıkmamıştı.

Hz. Ömer’in halifeliğinde ise, Hz. Ebu Bekir O’nu işaret etmişti ve gene sorun çıkmamıştı. Tabii ki homurdanmalar, rahatsızlıklar oldu, ama çok büyümedi.

Hz. Osman’ın halife olmasına gelindiğinde, sorun başladı. Çünkü halifeliğin Hz. Ali’nin hakkı olduğu konusu toplumda hakim görüştü.

Hz. Osman, Ümeyye b. Abdi Şems’ten gelen Ebi’l As bin Ümeyye’nin torunu idi.

Ebu Süfyan da, Ümeyye b. Abdi Şems’ten Harb’in oğlu. Yani Hz. Osman ile amca çocukları.

Hz. Ali ise, Esed bin Haşim’in torunu. Haşim’in Selma’yla evliliğinden olan bir çocuğu da, Hz. Muhammed’in (sav) dedesi Abdulmuttalib bin Haşim. Yani Hz. Ali’nin dedesi Esed’le, Hz. Muhammed’in dedesi Abdulmuttalib, farklı kadınlardan olsalar da, Haşim’în çocukları.

Bundan dolayı da, Hz. Osman’ın halifeliğine Ebu Süfyan sevinmişti, çünkü halifelik Ümeyyeoğullarına geçmiş oldu.

İşte Emeviler dediğimiz de, o Ümeyyeoğuları’ndan gelen ailenin adıdır.

Hz. Ali Dönemi’nde olan çok ama çok önemli olaylar var. Bakalım.

Cemel Vakası (savaşı). Cemel vakası nedir biliyor musunuz? Hz. Ali ile Hz. Peygamber’in eşi Hz. Aişe arasında geçen bir savaştır. Evet, yanlış duymadınız. Talha ve Zübeyr de Hz. Aişe tarafında idi ve bu savaşta Ümeyyeoğulları kaybetti. Talha ve Zübeyr öldürüldü ve Peygamberin eşi Medine’ye sürgüne gönderildi. Cemel savaşı bir dönüm noktasıydı.  Bundan bir yıl sonra başka bir acı olay yaşandı.

Sıffın savaşı. Hz. Ali ile Suriye valisi meşhur Muaviye b. Ebu Süfyan arasında. Savaşın sonucunda yenen-yenilen olmadı ve Hakem olayı gerçekleşti. Yani Muaviye, Halife’yle eşit şartlarda antlaşma yapmış oldu. Nasıl yaptı bunu biliyor musunuz? Mızrakların ucuna Kuran’dan bölümler taktırdı. Bu ne demekti. Görünen manası: ‘Hakkımızda Kuran karar versin’. Görünmeyen manası ise: ‘Müslümanlar, siz Kuran’a mı savaş açıyorsunuz?’.

Kuran’ı kullanarak rant, güç, iktidar ve kutsal konum elde etmek isteyenleri, biz çok eskiden beri biliriz. Bu tipler, dincilik yaparlar ama dini önemsemezler. Bugün de yüzlerce-binlerce örneği olduğu gibi…

Evet, şimdi Emeviler Dönemi’ne geçebiliriz.

 

Sevgi ve Bilgiyle kalın

Önceki İçerikVergilerle Kredi Kartı Borcu Ödeyip Konser Dinletmek: Ezelden Ebede Devlet Ana
Sonraki İçerikTrump, Davos’a katılmayacak..
Sinan Eskicioğlu kimdir? 1974 İzmir’de dünyaya geldi. Agah Efendi İlkokulu’nda eğitim hayatına başladı. İzmir İmam Hatip Lisesi’ni bitirdikten sonra ÖSYM sınavlarında Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni kazandı. Kelam dalında ‘Allah’ın iradesi ve Nedensellik Problemi’ isimli bitirme teziyle, gecikmeli olarak 2000 yılında üniversiteden mezun oldu. 28 Şubat sürecinin etkisiyle İlahiyat fakültesi mezunlarının öğretmen yapılmaması yüzünden 2002 yılına kadar ticaretle ilgilendi. 2002 yılında D.E.Ü. İlahiyat Fakültesi’nde Din Felsefesi dalında yüksek lisansa başladı. Aynı yıl yüksek lisans programını yarıda bırakıp Almanya’ya gitti. Almanya’da Diyanet’e bağlı çeşitli camilerde eğitmenlik ve öğretmenlik yaptı. Duisburg-Essen Üniversitesi Sosyal işler ve yöneticilik bölümünde eğitim aldı. 2007-2011 yılları arasında IGMG (Avrupa Milli Görüş)’de Düsseldorf Bölgesi Eğitim Merkezi müdürlüğü ve bölge eğitmeni olarak çalıştı. 2011-2013 yılları arasında Osnabrück Üniversitesi Protestan Mezhebi bölümünde eğitimine devam etti. 2016 yılından itibaren Ocak Medya gazetesinde köşe yazarlığı yapmaktadır. 2020 yılında gazetenin genel yayın yönetmenliğini üstlenen yazar Almanca, İngilizce bilmektedir. şimdiye kadar yayınlanmış olan yedi kitabı vardır. Yok Edin İnsanın İnsana Kulluğunu- Kişiselleştirilmiş İslam, Zeytin Ağacı (Roman), Katar istanbul, Müslüman Kardeşlerden Ak Parti’ye İslamcılık., Tarihteki Dindar Zalimler. İbn Sina, İbn Haldun

3 YORUMLAR

  1. Bu yazıda yer verilen konuların derin analizlerini ele alsanız hem o tarihi hadiselerin sırrına vakıf oluruz hemde günümüz olaylarına ışık tutar inşallah. Devam yazılarınızı sabırsızlıkla bekliyeceğim.

  2. Sayin Sinan bey, birde Fedek Hurmaligi meselesi var, sahabeler arasinda ciddi tartisma konusu olmuş. Onu da bir gun izah ederseniz, sahsen memnun olurum.

  3. Sayın Sinan Bey,
    İmam Şafii Hazretlerine atfen söylenen bir söz vardır: Tarih bilen zeki olur.

    Elbette geçmişte yaşananları öğrenmek gerekir. Ta ki, geçmişteki olumsuzluklar günümüzde de tekrarlanmasın. Başkalarının tecrübelerinden faydalanmak insana zaman ve para lazandırır. Bunda bir problem yok.

    Peki problem nerede? Problem şurada: Bizim tarihte yaşanmış, olmuş-bitmiş hadiseleri ele alış biçimimiz . Yani nasıl başarabiliyoruz bilmiyorum ama öyle oluyor ki; tarihte yaşanmış bitmiş olayları günümüze taşıyıp; o haklıydı bu haklıydı derken bin yıl önceki dost ve düşmanlıklar günümüzde de devam ettiriliyor. Oysa eğer amacımız geçmişte yaşanan olumsuzlukları günümüzde tekrarlamama adına bir düşünceyle ele alıyorsak öncelikle tarafsız olmamız gerekir. Bu bir.

    İkincisi, o tarihi şahsiyetlere saygılı olmamız lazım. Bu iki.

    Üçüncüsü, o tarihi şahsiyetlerin günümüzde sevenleri olabilir. Onları rencide ve gıybet etmememiz lazım. Bu da üç.

    Dördüncüsü, Sahabi Efendilerimiz elbetteki insandır ve hataları olabilir. Fakat onlardan bahsederken müsteşriklerin anlatımı gibi anlatmayalım. O Sahabi efendilerimiz ki, Peygamber Efendimiz’in arkadaşlarıdır. O çok sıkıntılı, yokluk, zorluk, darlık, korkulu vesaire dönemlerde Peygamber Efendimiz’in etrafında pervane olmuşlardır. Ve tüm o olumsuzluklara rağmen İslam’ı, biiznillah dünyanın başına geçirmişlerdir.

    Onlar saffı-ı evvel oldukları için, kendilerinden sonra gelen herbir müslümanın kazandığı sevabın bir misli onların defter-i hasenatlarına yazılıyor. Hatta sizin ve benim, varsa tabi, yazılıyor.

    En büyük veli bir zât bile en küçük sahabiye yetişemiyor. Çünkü veli zatın işlediği herbir amel, Sahabi Efendilerimizin defterine yazılıyor.

    Netice-i kelam: Biz büyüklerimizi severiz. Hele hele vefat etmişlerin arkasından atıp tutmayız. Çünkü helallik alamayız. Ayrıca, onlardan bahsederken müsteşriklerin dilini asla ama asla kullanmamalıyız.

    Selam ve dua ile…

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz