- Aslında Bu Bir Veda Yazısı Olacaktı! - 30 Nisan 2023
- Siz Bilinçli misiniz, Bilgili mi? - 26 Nisan 2023
- Her Dava Bir Palavradır - 22 Nisan 2023
Erdoğan’ın bir tek derdi var; o da iktidarda kalmak, nasıl kaldığı veya nasıl kalacağı önemli değildir ve bu ara bol keseden atsa da söylediği fazla bir şey yoktur, geçmişte yaptıklarını tekrar tekrar anlatmaktan başka. Belli ki yeni adına anlatacak fazla bir şeyi yoktur.
Erdoğan “Gidersem devlet gider” diyor, ama gitmesiyle 20 yıldır yönettiği devletin nasıl veya nereye gideceğini söylemiyor; kaldı ki sonrası için devletin gideceğine inanıyorsa, bu kendisinin de devletin ayakta kalması için bir şey yapmadığı anlamına geliyor; yoksa devlet nereye gitsin? Biri gelir biri gider, bu hep böyle oldu ve bundan sonra da böyle olacak. Ama “ben gidersem devlet gider” diyen liderlerin ne tür yönetimler kurduklarını ve onların gitmesiyle o devletlerin ne kadar rahatladıklarını biliyoruz.
Bana kalırsa merak buyurmasınlar, kendileri gittiğinde devlet bir yere gitmeyecektir; ama gelecek yönetim onların yönetiminden çok mu daha iyi olacak, işte bundan hiç emin değilim, çünkü bu devletin kötü ve köklü bir devlet geleneği var, gelene veya gidene bakmıyor, kendi kuruluş felsefesi olan ve günümüz demokrasi literatürü içinde ancak faşizmle ifade edilebilir bir biçimde gidiyor. Bugüne kadar sayısız lider geldi-geçti ama devletin o katı, merkezi muhafazakâr ve ırkçı yapısı hiç değişmedi. Seçime giren partilerin programlarına bakarsak -aradaki küçükler hariç- herhangi bir partinin devletin o çağdışı ve totaliter yapısında bir değişikliğe gitmeyi düşünmediği de görülmektedir. O nedenle bu ülkede iktidara namzet herhangi bir partinin amacı devleti demokratikleştirmek değil, temelde devletin izlediği geçmiş politikalar gereği, devleti Batı dünyasından uzaklaşarak, içinde Vladimir Putin Rusya’sı ve Şi Cinping Çin’inin öncülüğünü yaptığı Şangay Beşlisine eklemlenmeye çalışan Erdoğan iktidarına son vererek yönünü tekrardan Batıya çevirmektir. Yani Erdoğan’a karşı yapılan hamle devletin demokratikleştirilmesi yönünde bir hamle değildir, eksen kayması yaşayan ülkenin tekrar eski rayına oturtulmaya çalışılması hamlesidir. Muhalefetin eski sisteme dönüş projeleri de yine ülkenin demokratikleştirilmesi değildir, eski sisteme tekrar dönüştür.
Kuşkusuz Erdoğan’ın getirdiği başkanlık sistemi de demokratik değildi, tüm yetkileri tek kişide toplayan ve benzeri ancak geçmiş totaliter yönetimlerde görülen bir rejim biçimiydi. Erdoğan güçlü bir liderdi, güçler ayrılığına son vermiş, tüm güçleri kendi şahsında toplamıştı. İzlediği neoliberal politikalar ise gelinen konjonktür gereği piyasaları ona karşı güvensiz kılmış, onu ekonomik krizlerle baş edemez duruma düşürmüştü. Erdoğan’ın diğer bir handikabı ise kendine münhasır bir lider olması, dünya neoliberal politikalarda kamu harcamalarını kısarken onun bu konuda “itibardan ödün olmaz” gibi bir deli saçmasıyla yönetimde har vurup harman savurması, benzeri Ferdinand Emmanuel Edralín Marcos’un Filipin’inde veya Muammer Kaddafi Libya’sında görülen bir şaşaayla yaşaması oldu. Ancak Erdoğan’ın bu müsrif tutumunun neoliberal politikalar nezdinde bir karşılığı olmasa da kendi inşa ettiği tek adam yönetimi açısından tutarlı bir davranış olduğu söylenebilir.
Bildiğiniz gibi neoliberal politikaların ilk maddesi özelleştirme olsa da ikinci maddesi kamu harcamalarının kısılmasıdır. Ama Erdoğan kamu harcamalarında kısıtlamaya gitmedi ve kamu harcamalarında kısıtlamaya gitmediği içinde özelleştirmelerden gelen paraları oralarda harcayarak içerde iktidarının ekonomik kredibilitesini bizzat kendisi kendi eliyle bitirdi.
Erdoğan’ın yandaşları Erdoğan’ın izlediği politikalarla belki gidilen sonu görmüyor, ancak Erdoğan izlediği politikalarla bu ülkenin sonunu getiriyor; Erdoğan bir dönem daha başta kalsın, bu ülke bir daha belini doğrultamaz. Ama sorun şu ki, gelenlerde kurtarıcı bir reçeteye sahip değiller, tüm sermayeleri Erdoğan’ın içerde ekonomik kredibilitesini ve dışarda da siyasi kredibilitesini tüketmesi, halkın nefes almak için önlerine çıkacak olana oylarını vermeye rıza gösterir duruma gelmiş olmasıdır. Buda ne yazık çürümüş siyasilerin cahil bıraktıkları insanlarla vardıkları doğal bir neticedir.
Bu ülkenin karizmatik liderlere değil, projeleri olan ve konularında uzman ekiplerle çalışabilir mizaca sahip liderlere ihtiyacı var. Erdoğan, ele geçirdiği yetkiler gereği normal bir lider olmaktan çıkmıştı, benzeri ancak Eski Mısır ve Babil’de olan liderler kadar güç toplamıştı. Bu da Erdoğan’ı meseleleri konularında uzman kişilerle istişare edebilir olmaktan çıkarmış, direktif veren ve uzmanların o direktifleri sıradan memurlar gibi karşılayıp yerine getirdiği bir pozisyona düşürmüştü.
Bu hep böyledir, baskın liderler yanlarındaki adamlara iş yaptırmaya çalışsalar da bu iş kendisini genelde liderin arzusuna göre iş yapmak şeklinde gösterir, çünkü lidere karşı ne kendileri ne de konumları güvendedir.
Ne yazık bu tür liderler karaktersiz yaverler yaratmaktadır.
Bugün Erdoğan’ın çevresine bakın, siyaseti karakteriyle muvazene içinde bir kadroya rastlamayasınız, tümünün derdi Erdoğan’a şirin görünmek, yaptığı işi evrensel, kabul görmüş ölçülere göre yapmak yerine Erdoğan’ın arzusu hilafına olmayacak şekilde soyutlamaya gitmektir. Sanırım o şirinliklere sizde televizyon ekranlarında her gün tanık oluyorsunuz.
Erdoğan çok iyi bir liderdir veya kötü bir liderdir demiyorum, belki de insan olarak çok iyi bir insandır; ancak gerçek şu ki, güçlü liderlerin zor zamanlarda bir faydaları olsa da onların liderliğinde varılan zorluklardan tekrar onlarla birlikte kurtulmanın bir koşulu yoktur.
Siz sorunu üretenle sorunu çözemezsiniz.
Kaldı ki artık o liderlerin çıtayı düşürme, sıradan halkı tekrardan kendileri gibi görme gibi bir yetenekleri var olmuyor, olan hep tepeden bakma, sorunu başkalarında arama şeklinde oluyor.
Türkiye’nin handikabı siyasettin proje ve programlar üzerinden gitmemesi, kendisini cumhuriyettin kuruluşundan bu yana aidiyetler üzerinden göstermesi ve tarafların liderlerin niteliklerine bakmaksızın oylarını kendi adamlarına vermesidir. Oysa Türkiye’de iktidara kim gelirse gelsin bu yapı değişmezdir, değişen şey iktidarın el değiştirmesi, liderin siyasi ikbalinin devamı için devlet olanaklarından kendi yandaşlarını nasiplendirme yoluna gitmesidir. Bu etik değildir tabi, iş karşılığını verene verilmiyor, oyunu verene veriliyor.
Ne var ki, bu da bu türden ülkelerin bir handikabıdır, demokratik bir dönüşüm sağlanamadığı müddetçe de bunun böyle ilelebet sürmesi yüksek olasılıktır. Ve ne yazık bu tür yönetimlerde demokrasi ne iktidar olanların işine geliyor ne de iktidar olacağını umanların, çünkü amaçlarına o çürümüş hal daha çok hizmet ediyor.