- Ocak Söndürmek!.. - 30 Nisan 2023
- Yarın duyduğunuzda utanacağınız cümleler kurmayın!.. - 28 Nisan 2023
- Adaletin ayak sesleri - 26 Nisan 2023
Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, düzenlediği haftalık basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
“Konya’da uzman hekim Ekrem Karakaya, maalesef katledildi. Son zamanlarda sağlık personeline karşı ve özellikle doktorlara karşı bu akıl almaz saldırıları lanetliyorum.” diyen Karamollaoğlu, şöyle devam etti: “Cumhurbaşkanı, ‘Giderlerse gitsinler’ demişti. Cumhurbaşkanı, bizde doktor açığı varken bu ifadeyi kullanmıştı. Bütün dünya aslında doktor talebiyle karşı karşıya ve bizim doktorlarımız da maalesef gittiler. Kimisi yurt dışına gitti, kimisi devlet hastanelerinden özel hastanelere, kimisi trafikte, kazada kurban gitti, kimisi de bu yaşanılan hadisede olduğu gibi bir kurşunla mezara gitti. Hakikaten anlamakta zorluk çekiyorum.
Cumhurbaşkanı’nın aslında bütün doktorlardan ve milletimizden bir özür dilemesi gerekiyor. ‘Böyle bir laf tesadüfen ağzımdan çıkmış olabilir ama maksadı aştı’ demesi icap eder diye düşünüyorum. Nasıl olur da bir ülke, belli sebeplerden dolayı bütün doktorlara ‘nereye giderseniz gidin, umurumda değil’ manasında bir tavır sergileyebilir, hele de Cumhurbaşkanı. Geldiğimiz nokta içler acısı, üzülmemek mümkün değil. Üzülmenin ötesinde, bu açık bundan sonra nasıl kapatılacak, daha da mı büyüyecek, onu da bilmiyoruz.
Tıp fakültesinde okuyan öğrencilerin büyük bir kısmı yabancı dil kursuna gidiyor, üniversitesini bitirdiği zaman ‘acaba yurt dışında bir iş bulabilir miyim’ diye. Aslında dünyanın her tarafında bu açık olduğu için, bizim doktorlarımızın, tıp fakültelerimizin kalitesini dünyada biliyoruz, bizim doktorlarımıza yüksek kalitede eğitim veriliyor, bundan dolayı da dışarıda tercih ediliyor. Doktorlarımızı kaybedersek maalesef nitelikli olmayan, kifayetsiz diğer ülkelerden gelen doktorlara mahkum oluruz diye endişe ediyorum.
Geçen hafta sonu, İYİ Parti lideri Akşener’in ev sahipliğinde Millet İttifakı’nın değerli genel başkanlarıyla birlikte beşinci toplantımızı gerçekleştirdik. Ekonomi, dış politika, güncel meseleler ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem hazırlıklarımızı hep birlikte gözden geçirdik. Atılacak adımlarla ilgili görüşlerimizi birbirimize aktarma imkanını bulduk. Bizler ve komisyonlarda bulunan partilerimizin görevlendirdiği değerli arkadaşlarımız, büyük bir samimiyet ve gayretle çalışmalarımızı sürdürmekteyiz ve sürdürmekte de kararlıyız.
Sağduyu ve istişareye verdiğimiz önem sebebiyle Türkiye’nin 13. Cumhurbaşkanını, Allah nasip ederse bizler belirleyeceğiz. Milletimiz müsterih olsun, bizler sorumluluklarımızın farkındayız. Ortak sorunlarımızın çözümü adına sorumluluk bilinciyle hareket ediyoruz ve etmeye de kendimizi mecbur hissediyoruz. Bu sorumlulukla, bu duygularla ülkemizin problemlerini ve insanımızın sıkıntılarını çok kısa zamanda gidereceğimize canı gönülden inanıyoruz ve bunu birlikte başaracağımızı düşünüyoruz.
Maalesef bütün organlarıyla yönetme idaresini, iradesini ve yetkisini kaybetmiş bir iktidar var şu anda ülkemizde. En tepesindeki cumhurbaşkanından bakanlarına, istatistik kurumunu yöneten, bütün kademelerde görev almış kişilerle maalesef kendi becerilerini ortaya koyamayan, koyduğu zaman da netice alamayan bir kadroyla karşı karşıyayız. Bu iktidar, deyim yerindeyse çoklu organ yetmezliğiyle karşı karşıya, siyasi ömrü de tam da bu sebeple son bulmak mecburiyetinde.
Daha önce, ‘Türk lirası tarihin en düşük seviyesinde, bundan sonra düşmez’ diyen Maliye Bakanı’yla yarışmak istiyor olacak ki bu seferde Çalışma Bakanı, ‘Açlık sınırı 6 bin TL değil, 3 bin 600 TL ile 4 bin TL arasında’ diyor. Herkes kendine göre bir rakam ortaya atıyor, bir kafa karışıklığı meydana getirerek attıkları adımların isabetli olduğuna milleti inandırmaya çalışıyorlar. ‘Enflasyonun bu kadar yüksek olacağını tahmin etmiyorduk’ diye de bazı iktidar mensupları, sıkıntının farkında olduklarını ifade ediyorlar ve itiraf ediyorlar.
İktidar hem yürüttüğü akıl dışı politikalarla ülkemizi hiperenflasyona sürüklüyor hem de enflasyonu düşük göstererek göz göre göre enflasyona bağlı olarak yapılan zamları hesaplıyor. Çalışanların maalesef bu surette hakkını yiyor. Toplu sözleşmelerde hüküm altına alınan enflasyon farkı, gerçekleşen enflasyonun ardından verildiği için memurlar zaten reel kayıp yaşarken bir de üstüne makyajlı rakamlarla fatura çıkıyor. Ne yazık ki memurlar başta olmak üzere çalışan kesimler, Erdoğan’ı üzmemek için hassas terazi gibi çalışan TÜİK’in ortaya koyduğu rakamlar yüzünden enflasyona karşı eziliyor. Toplu sözleşme gereği memurların alması gereken enflasyon farkı yüzde 47 olması gerekirken yüzde 42 oranında zam yapılıyor. Memurların hakkı bir değil, iki değil, üç ayrı şekilde gasp ediliyor.
İktidar, geçtiğimiz gün açıklanan asgari ücret zammıyla birlikte yüzde 42’lik memur zammını bir lütuf olarak sunmakta gecikmiyor. ‘Memura yüzde 42, işçilere yüzde 30 zam yaptık’ diye övünmekten de geri durmuyorlar. Bugünkü şartlar dile getirildiğinde bu rakamları özür dileyerek zikretmesi gereken iktidar mensuplarının bir de buradan kendilerine pay çıkartmaya kalkması, ister istemez toplumda bir tepkinin doğmasına vesile oluyor. Ortada aslında bir zam yok, bir ayarlama var, o da yetersiz. Sadece iktidarın hesaplattığı enflasyona göre ayarlanmaya çalışılan bir ücret politikası var.
İster kabul etsin ister etmesin, ekonomi üzerinde artık iktidarın hiçbir etkisi kalmadı. Enflasyon canavarı, ipini kopartmış çarşı pazarda tezgahları devirerek ilerliyor. Yıllık enflasyon, makyajlı haliyle şu anda yüzde 78,62 olarak telaffuz ediliyor. Bu enflasyon oranı bile son 24 yılın en yükseği. Adalet ve Kalkınma Partisi, ekonomik başarısızlık açısından kendi dönemini de aşarak geçmişe yolculuğa çıktı. Bu kadar kötü bir ekonomik performansı, tüm iktidar gücünü tek başına kullandığı bir dönemde gerçekleştirdi. Bu beceriksizliğe herhangi bir gerekçe ve mazeret bulması mümkün değil. 19 yılı geçti, bu iktidar, tek başına ülkeyi yönetiyor.
TÜİK Başkanı, enflasyonu düşük göstermesi bakımından sık sık değiştiriliyor. Bir enflasyon rakamı iktidarın hoşuna gitmediği zaman ilk akla gelen TÜİK Başkanı oluyor, o değişiyor. Enflasyonun düşürülmesi anlamında bir çalışma ortaya konmuyor. Merkez Bankası Başkanı faiz konusunda dışarıdan daha uygun ortamlarda borç alabilmek için faiz yükseltmeye kalktığında, Merkez Bankası Başkanları gidiyor. Çakmak çakmak gözleriyle Avrupalı yatırımcıyı bir türlü ikna edemeyen Maliye Bakanları değişiyor. Dün hasım olduğu ülke liderleriyle ülkemize biraz para girebilmesi için bugün dost olmaya çalışan cumhurbaşkanımız var. Tüm iktidar ve ona bağlı kurumlar, enflasyon karşısında iflas etmiş bulunuyor. Çözüm üretemiyor. Çözüm tekliflerini de elinin tersiyle itiyor.
Asgari ücretlilere yapılan artış ve memurların aldığı enflasyon farkı elbette kısmen de olsa onlar adına sevindiricidir. Üzülerek ifade etmek mecburiyetindeyim ki Erdoğan iktidarının hatalı politikaları sebebiyle bugün verilen her zam ne çalışanlara ne memurlara bir önceki gün için yaşama imkânı, borçsuz ayakta kalma imkanı, ihtiyaçlarını giderme imkanı vermiyor. İktidar, Türkiye’yi ileri taşıyacağım derken çıkmaz bir yola sürüklendi. Şimdi de oradan çıkamadığı için sürekli patinaj yapıyor. İktidarın inadı, gerçeklerle yüz yüze gelememesi, yapılan son zamların etkisini de çok kısa zamanda kaybetmesine vesile oldu. Reel enflasyon karşısında alım gücünü koruyamayan bu artışlar, yıl sonuna kadar daha da eriyecek gibi gözüküyor.
Bundan önceki yıllarda asgari ücret, açlık sınırına neredeyse denkken bu yıl açlık sınırını çok geride bıraktı. Türkiye’de son bir yılda yoksulluk ölçütlerine baktığımızda, ücret artışlarının yetersiz kaldığını görmek mümkün. Dört kişilik bir ailenin açlık sınırının 2 bin 865 TL’den 6 bin 391 TL’ye arttığını biliyoruz. Tam yüzde 123’lük bir artış. Dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırının da 9 bin 332 TL’den 20 bin 818 TL’ye çıktığını görüyoruz. Yüzde 123’lük bir artış da burada gözüküyor. Tek kişilik yaşam maliyeti ise 3 bin 473 TL’den 8 bin 313 TL’ye çıkmış bulunuyor ki bu, yüzde 140’lık bir artışa tekabül ediyor. Eğer enflasyonu durdurmak istiyorsanız Merkez Bankası’nın şalterlerini indirmeyi bir vesile olarak görebilirsiniz ama ne pahasına olursa olsun yoksulluğu, yolsuzluğu, israfı, rüşveti önlemek mecburiyetindesiniz. Bizim kanımızı iliklerimize kadar emiyor. Bunun boyutları iktidarın tahmininden çok öte. Öyle bir hale geldi ki AK Parti, adeta bir şebeke gibi çalışıyor, her kademede bulunan bu yolsuzluktan bir pay alıyor. Bunu durduramazsanız bugünkü problemleri çözme imkânınız kesinlikle olmaz.
Günahıyla sevabıyla bu dönemin tüm sonuçlarının, tüm yetkiyi elinde bulunduran kişiye ait olduğunu bilmek mecburiyetindeyiz. Bir kişi; bütün kararları alan, icraatları yapan, talimatları veren Cumhurbaşkanı. Eğer bir başarı varsa elbette bununla övünebilir. Ama ülke felakete gidiyorsa kendisinin buna sebep olduğunu görmesi mecbur. Çözemez aksi takdirde. Maksadım Cumhurbaşkanı’nı tenkit etmek değil, gerçekleri görebilmesini sağlamak. Hoşuna gitmeyen ifadeler kullandığımız için Cumhurbaşkanı’nın kulağı kapalı. Sadece şartları kötüleşen bir ülke değil, uçuruma doğru giden bir ülkede yaşıyoruz. Şirketler değil, ülke iflasın eşiğine getirildi. Bütün dünyayı dolaşıp para bulmaya çalışsanız, bu şartlarda Türkiye’ye hiçbir yerden para gelmez. Onun için dün hasım olarak gördüklerini bugün kucaklama sevdasına kapıldılar. İktidar, yanlışlarından ders çıkartmıyor. Tam tersine, yanlışlarda ısrar bir yana, yanlışlarını da sürekli olarak artırıyor. Zincirleme yanlışların sebep olduğu problemlerle karşı karşıyayız. Onun için uçuruma gidiyoruz. Ekonominin gereklerini göz ardı ederseniz günü kurtarmaya yönelik uygulamalar kısa sürede iflas eder. Daha da büyük problemlerle karşı karşıya kalırsınız. Yapısal hiçbir sorun çözülmüyor. Çünkü çözme konusunda ne kapasiteleri ne de kabiliyetleri var.
İşçisinden çiftçisine, esnafından sanayicisine, ihracatçısından memuruna, ev hanımından emeklisine, gencinden yaşlısına toplumun hiçbir kesiminde mevcut iktidarın sorunlarımızı çözebileceğine dair inanç kalmadı. Bugün iktidara güven, herhalde Türkiye tarihinde en düşük seviyeye indi desek hata etmiş olmayız. Böyle bir ortamda aslında, ‘ben yapamadım, buyurun siz yapın’ diye işi ehline verme erdemini gösterecek insanlara ihtiyacımız var. Alçak gönüllü olacak, başaramadığını görecek, kabullenecek ve bunu itiraf edecek. Seçime gitmek, bu maksatla yapılır. Seçim bir sene önce olsa, altı ay önce olsa ne olur? Yöneticisi olduğunuz bu toplumun takdirine hak kazandıysanız sizi yeniden iktidara getirir. Ancak beceremediyseniz vatandaşın boyunuza posunuza bakarak sizi iktidarda tutma gibi bir derdi olmaz. Halk, içinde bulunduğu yaşantıya göre karar veriyor. ‘Bu iktidar benim halimden anlıyor mu? Çözüm üretebilir mi’, buna bakıyor.
Cumhurbaşkanı, ülkemizi daha fazla yormadan erken seçim kararı almalı, bir türlü dizginleyemediği enflasyon canavarıyla bizi baş başa bırakmalıdır. Buyurun, milletin hakemliğine bir an evvel gidelim. Biz, iş başına geldiğimizde, bütün milletimiz emin olsun ki bütün kararları istişare sonucu alacağız. Mutlaka iş ehline verilecek. Enflasyon nasıl kontrol altına alınır, insanımızın alım gücü nasıl yükselirmiş, ranta ve israfa ayrılan kaynaklar nasıl üretime ve istihdama aktarılırmış; döviz kuru, işsizlik, borç rakamları, bütçe açığı nasıl hızlıca kapatılırmış göreceğiz, görecekler. İş bilenin, kılıç kuşananındır. Ülkemizin problemlerini çözecek kadrolar ve politikalarla biz, buna talibiz. Altı partinin, ülke sorunlarının çözümlerinde elbette farklı kanaatleri var. Ancak biz, ısrarla ‘bizim dediğimiz olsun’ mantığıyla değil, ‘Gelin, birlikte asgari müştereklerde nasıl ittifak ettiğimizi hem milletimize gösterelim hem de problemleri çözelim’ diyoruz.”