Genetiksel Hastalıkların Eş Seçimindeki Rolü

0

Orta çağ Avrupa’sında, hatta 19.yy’a kadar uzanan bir gelenek aslında, devletlerin başındaki krallar ve kraliçeler, belirli ailelerden seçilirlermiş. Örneğin 1. Dünya Savaşına katılan Bulgaristan’ın başında Alman kökenli bir kral varmış. Veya Harbsburg ailesinden fertler sadece Avusturya- Macaristan krallığını değil, Portekiz ve İspanya krallıklarını dahi yönetmişler. Yakınlarda vefat eden Prens Philip’in 1. Dünya Savaşı esnasında Yunanistan’ın başında yer alan hanedanın üyesi imiş. Bu konu da nerden mi çıktı? İlber Ortaylı’yı dinlerken sarf ettiği bir söz dikkatimi çekti doğrusu: “İyi ki Avrupa’daki hanedanlardan bir Prenses, Osmanlı Hanedanı’na katılmamış. Bir de Hemofili ile uğraşmak zorunda kalırdık!”.

Hemofili gerçekten de zor bir hastalıktır. En ufak bir travmada çocukluktan itibaren özellikle eklem yerlerinde görülen kanamalar, sebepli sebepsiz vücutta görülen morluklar, hayatlarını savaş meydanlarında geçirmeyi hayal eden insanların kâbusu olacaktır. Hemofili hastalığı, X kromozomu aracılığı ile bebeğe geçer; yani annede hastalık varsa erkek çocuğuna %50 ihtimalle geçer. Nitekim İngiltere’den bir Prensesi ailesine dâhil eden Rus Çarlığına bu hastalık geçmiş ve derin pişmanlıklara yol açmıştır…

Çölyak tanısı almış genç kadın hastalarımın “Acaba çocuğuma da bu hastalık geçer mi?” endişesini dillendirdiklerine çok şahit oldum; ama “Müstakbel gelinimiz çölyak imiş, acaba doğacak torunlarımızda bu hastalık ileride çok sorun yaratır mı, bu evliliğe engel olalım mı?” şeklinde bir soru ile ilk karşılaştığımda çok şaşırdığımı hatırlıyorum doğrusu! Toplumlarda konuşulmayan genel kabuller vardır aslında; fısıltı ile kulaktan kulağa dolaşır; fakat hiçbir zaman yüksek sesle seslendirilmezler. İşte, aileden geçme olasılığı olan genetiksel hastalıkların eş seçimindeki rolü de bunlardan birisidir.

İçgüdüsel olarak erkekler güzel kadını, kadınlar da güçlü ve kuvvetli erkekleri tercih ederlermiş yuva kurmak için. Konumuz eş seçimi olmadığı için bu varsayımın ne kadar doğru olduğu tartışmasına girmeyeceğim. Kim hangi limana demirlemek istiyorsa yolu açık olsun. Ama gelin bir düşünelim. Mantık evliliği yapan dostlara soralım önce; âşık olanlar zaten sevgilinin kaşının üstündeki beni bile fark etmeyeceklerdir, onları es geçelim şimdilik. Evlenmeyi planladığınız kişide, erkek veya kadın fark etmez, çocuğunuza genetiksel olarak aktarılma ihtimali olan örneğin Talasemi hastalığı olsa, ne yapardınız? Ülkemizde uzun yıllardır evlilik öncesi Talasemi varlığı araştırılır, coğrafyamızda görece olarak sık olduğu için. Sadece bir ebeveynde Talasemi taşıyıcılığı varsa, çocukta ciddi sorun olmayabilir; ama her ikisinde de sessiz bir taşıyıcılık varsa çocukta ciddi sorunlara yol açan hastalık formu olma ihtimali yükselir. Evlenmeseler daha iyi; ama devlet otoritesi evliliğe engel olmuyor; sadece farkındalık yaratarak gerekirse gebelik esnasında önceden bebeğin durumunu tespit etmeye yönelik önerilerde bulunuluyor.

Başka bir senaryo: Müstakbel eşinizde bir sorun yok şimdilik; ama ailesinde yaygın olarak şeker hastalığı ve kalp krizi görülüyormuş! Veya Alzheimer hastalığı, Şizofreni veya kanser varmış ailesinde. Bu bahsi geçen hastalıkların hepsinin alt yapısında güçlü genetiksel yatkınlık vardır, unutmayalım.  Çocuğum yeşil gözlü, sarışın ve uzun boylu olsun diye eş seçimi yapanlar da vardır mutlaka, hadi itiraf edin…

Tüylerimizi diken diken edecek farklı bir boyuta geçelim genetiksel hastalıklar ile ilgili! Biz hep Nazi’lerin ikiz kardeşler üzerinde yaptıkları vahşi deneyleri duyuyoruz. İkiz kardeşlerden birisini kobay, diğerini de kontrol grubu olarak seçip, çalışmanın sonunda her ikisini de öldürerek uyguladıkları deneysel metodun farklılıklarını inceleyen korkunç zihniyet! Zamanla bu düşünce tarzı, üstün ırk/ toplum yaratma yolunda, toplumdaki hastalıklı bireyleri öldürmeye kadar varmış (lebensunwertem lebens- life unworthy of living). Peki, 1890’lı yıllardan itibaren, zihinsel engelli kişilerin zorla kısırlaştırıldığını ve bunun ABD, Kanada, Japonya ve İsveç gibi ülkelerde yapıldığını duymuş muydunuz (Eugeni programı)? Örneğin Nazi iktidarında, Almanya’da, zihinsel gerilik, şizofreni, manik- depresyon, kör veya sağır doğum veya şiddetli fiziksel sorunlu doğumlar, yasal olarak bildirilmek zorundaymış. Sakat/ hastalıklı çocuk doğurma ihtimali olan çiftler evlenmeden önce zorunlu olarak kısırlaştırılıyormuş!

Güçlü olanın ayakta kalabileceği bir gelecekte, sizin neslinizin devamını sağlamak için, onlara maddi miras bırakmak yanında sağlıklı bir gen popülasyonu yaratmak da hedefleriniz arasında var mı acaba?

Kaynaklar:

https://www.history.com/news/nazi-twin-experiments-mengele-eugenics

Önceki İçerikDin Siyaset İlişkisi
Sonraki İçerikKayıp nesil, telaffuzu bile korkutuyor
Doğum yeri olan Kuzey Ren Vestfalya’ya (Almanya) doktora sonrası araştırmacı olarak geri döndüğü zaman, Essen Uni Klinik’te yaptığı deneysel çalışmaların hayatının dönüm noktası olacağını bilmiyordu. Eğitim hayatına Ankara’da başlayan ve her zaman bir parçası olmaktan onur duyduğu Hacettepe Tıp Fakültesi’nde devam eden Dr. Altınbaş’ın önüne serilmiş yeni bir dünya vardı artık. İç Hastalıkları ve Gastroenteroloji uzmanı bir kliniysen hekim olarak, Başkentin en yoğun akademik ortamlarında çalışma fırsatı bulan ve yaptığı klinik araştırmalar ile Doçent Doktor ünvanı elde eden Dr. Altınbaş’ın son durağı Harvard Üniversitesi olmuştur. ABD Boston’da geçirdiği iki yılın sonunda, artık yaşayacağı son durağı belirlemiştir. Yeni çalışma ortamı, Yale Üniversitesi’dir. Bilimsel olarak odaklandığı karaciğer hastalıkları oluşum mekanizmaları dışında, yaklaşık 10 yıl boyunca bir Amerikan şirketinde “Gerçek Dünya Verileri” alanında Medikal Danışman/ Direktör olarak görev almıştır (STATinMed Inc.). Ulusal ve uluslararası kongrelerde onlarca sunum yapmış, ülkemizde çalıştığı kurumlarda tıp öğrencisi, iç hastalıkları asistanı ve gastroenteroloji yan dal asistanı eğitimlerinde aktif rol almıştır. İlk yazılarının (Almanca şiir dahil) yayınlandığı, üretmenin zevkini ilk olarak tattığı dergi, Dr. Altınbaş’ın “Şu kısa yaşantımda özlemle andığım ve gençlik yıllarımın geçtiği, olgunlaştığım yer!” dediği, Büyük Kolej okul dergisidir. Üniversite yıllarında başkanlığını da yaptığı Tıp Fakültesi Bilimsel Araştırmalar Topluluğu (HUTBAT) ve kurucular kurulunda yer aldığı Türkçe Topluluğu bünyesinde çıkartılan dergilerde editörlük ve yazarlık yapmıştır. İngilizce ve Türkçe dilinde basılmış 10 adet tıp kitabında bölüm yazarlığı olan Dr. Altınbaş’ın, uluslararası arenada yer alan saygın hakemli dergilerde 100’e yakın bilimsel yazısı yayınlanmıştır. Ulusal ve Uluslararası 20’ye yakın tıp/ bilim dergisinde hakem olarak görev alan Dr. Altınbaş, Kasım 2020’den itibaren Ocak Medya’da medikal ve para-medikal yazılar yazmaktadır. Evli ve iki çocuk babası olan Dr. Akif Altınbaş, İngilizce ve Almanca bilmektedir.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz