Gereksiz bir dersmiş, âdâb-ı muâşeret!

1
Latest posts by Aysun Saygı Köknar (see all)

Nezaketin, terbiyenin, özenin, hassas ve duyarlı olmanın “boş işler” olarak algılandığı bir toplumda ne kadar olursa işte o kadar var olmaya, yaşama tutunmaya çalışıyorum. 

Benim gibi daha bebekken kokmasın diye tuzlananların bugün çok net hatırlayacağı bir sözcükle kapıyı aralayacağım: Adâb-ı muâşeret 

Günümüzde kısaca “görgü kuralları” olarak açıklanabilen bu iki sözcüğü hocaların hocası Ferit Devellioğlu Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik lügatinde edebin çoğulu olan âdâp kelimesini: terbiyeler, utanmalar, usuller, yollar, kaideler olarak tanımlarken âdâb-ı muâşereti: içtimai yaşayış bilgisi, usulleri olarak açıklamış. 

“Âdâb-ı muâşeret” denilince bir toplulukta uyulması gereken ve insanlar arasındaki davranışları düzenleyen iyi terbiye, naziklik, usluluk, zariflik, saygı gibi özellikleri kapsayan kurallar bütünü akla geliyor.

Oysa bugün ülkemizde birçok insan bu özelliklerden bihaber, yaşayıp gitmekte. 

Kibar, naif, zarif insanlara alaycı bir bakışla yaklaşıldığı, garipsendiği hatta enayi olarak görüldüğü bir dünya burası…

Vefa bir semt adı, kalendersen çoktan eski modasın sen. 

Bu yaşıma geldim yaşadıklarım ve gördüklerimden edindiğim bilgi “hassas olmak” insanların gözünde geçmesi gereken bir hastalık sanki.

Ortalık toplum içinde, ortak yaşam alanlarında, bir apartmanda nasıl davranması gerektiğini bilmeyen kadın ve erkek hanzo takımıyla dolu. Kural-kaide tanımazlık, hürmet, değer bilmezlik geçer akçe günümüzde. 

Varsa yoksa gösteriş, sağa sola racon kesme, müzmin bir avamlık budalalığı. 

Toplum içinde yaşayan her insanın en çok kullanması gereken ve yerli yerinde kullanıldığında dünyayı daha da yaşanılır kılan “lütfen, özür dilerim, teşekkür ederim” gibi üç ifadeyi bile ağzını açıp andığı zaman, kişilik erozyonuna uğradığını sananlarla geçiyor ömrümüz. 

Youtube’da açın bakın özür dilemeden özür dilemek nasıl olur bunu anlatan psikologlar var. Neymiş efendim özür dileyince o muhteşem egomuz zarar görüyormuş.

Geçenlerde sinemada tekmelenmemek için en arkadaki koltuğu seçmeme rağmen kör talihim sayesinde gelip tam dibime oturup, marketten aldığı cips paketini birkaç kez uyarsam da defalarca yineleyen şakır şukur sesleri arasında sonuna kadar afiyetle mideye indirip en sonunda da iyice buruşturup atan kadının küstah tavırlarından ben utandım, oysa hiç utanmadı. Film, ilk yarının sonuna gelirken sabrım iyice tükenmiş, üçüncü kez ve artık dizine dokunup “Beni aşırı rahatsız ettiniz! Buna görgüsüzlük denir!!” diye çıkıştım ama. O bana bacak bacak üstüne atıp, yalanıp, geriye yaslanarak “Bitti zaten.” Diye pişkinlikle yanıt verdi.

“Bu da bir şey mi canım!” dediğinizi duyar gibiyim. Eminim sizin de başınıza benim gibi bin tane acayip durum gelmiştir.

Çünkü toplumda bu insanlar çoğunlukta. Azınlıkta kalan bizleriz. O yüzden de onların yaptıkları artık normal; ben ve benim gibiler anormaliz. 

Senli benli konuşmalar, göstere göstere kürdanla dişlerini karıştıranlar, telefonda konuşurken ruhu bedeninden firar edip burnunda sondaj çalışması başlatanlar, tıklım tıkış otobüs ya da metrobüste telefonu açıp lak lak yapmayı geçtim eltisine İzmir köfte tarifi verenler, yolda yürümeyi bile becermeyen abartmıyorum harbiden yürüyemeyip insanın üzerine çıkanlar, ağzını usulünce kapamayıp yüzüne gözüne hapşıran, öksüren, geğirenler, suya sabuna dokunmayıp leş gibi kokanlar, kadınlı erkekli sizi süzüm süzüm süzüp gözleriyle adeta yiyenler bu durumlar say say bitmez. 

Salgın gibi yayıldıkça yayılan bir hastalığın pençesindeyiz sanki…

Birkaç gün önce Tiktok’ta iki layk fazla alacağım diye kendini şekilden şekile sokanlar için ‘çocukların ahlakını bozan Tiktok kapansın’ tagi açılmıştı. Sorun Tiktok’ta değil arkadaşlar. Sorun bizde. Durup bi’ “ben şimdi, şu an, burada ne yapıyorum” diye sorma gereği bile duymadan hızla, fütursuzca görevini yapan beynimizde, ani bir refleksle durum alan kural tanımazlığımızda. 

İçip içip ne yaptığını bile hatırlamayacak duruma gelip sokak ortasında hayasızca seks yapmak demek mi özgürlük? Yolda yürüyen yaşlı kadını psikopatça itekleyip düşürmek yazmaz delikanlılığın defterinde. Bir hanımefendinin karşısında ağzına ne gelirse söyleyip, kıçını devirip oturmak değildir, özgüven.  

Sorun arşınlanamayan uçsuz bucaksız terbiyesizliğimizde, utanmazlığımızda, saygısızlığımızda.

Birileri uzaya uydu fırlatıp, oradaki çıkarlarımızı namus gibi savunmanın; ahali tırlatmanın eşiğinde.

Medeni bir insan olabilmenin ilk kuralı davranışlarının diğer insanlar tarafından nasıl algılanacağına iç görü oluşturmak ve farkındalığına varmak ve kendine ona göre çeki düzen vermekle başlar, ama nerede.

“Amaan bunca derdin tasanın içinde aranızda kim takar âdâb-ı muâşereti” diyenleriniz çıkacaktır. 

Haklılar.

Düşünün koskoca Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer bile “âdâp” denilince işi alaya almış. Güzel halkım mı dikkate alacak.

Geçtiğimiz günlerde AK Parti’nin Kızılcahamam kampında tam da bu konuyu gündeme taşıyan bir olay yaşanmış. 

Cumhuriyet’ten Selda Güneysu’nun haberine göre Milli Eğitim Bakanımız kampta bir sunum gerçekleştirmiş. Özer’in sunumunun ardından söz alan AKP’li milletvekilleri, eğitim sistemiyle ilgili eleştirilerini iletti. Bazı milletvekilleri, “toplumda ahlak yozlaşmasının yaşandığı, bu yozlaşmanın çocuk ve gençler üzerinde olumsuz etkilere neden olduğunu” savunarak Özer’e “Acaba müfredata ahlak ve adap ile ilgili ders mi konulsa” önerisini getirdi. 

Ancak Özer’in bu soruya “Müfredata cari açık dersi konulunca cari açık da kapanmıyor” şeklinde yanıt verdiği ve bu sözler üzerine bazı vekillerin salonu terk ettiği, bazılarının da söz alarak, Özer’in üslubuna tepki gösterdiği kaydedildi. 

Oysaki eminim Sayın Bakanın emrinde bu önerileri kendi aralarında konuşup, tartışıp, istişare edebileceği birçok uzman kişi bulunmakta. Gündeme taşınan önerileri not alıp, yetkin isimlerle değerlendirmesi gerekirken hem de kendi partisinden milletvekilleri karşısında alay edici bir üslubu benimsemesi hiç yakışık almıyor. İşte yine bir atanmışla seçilmişlerin çekişmesi dedirtiyor. Konu havada asılı kalıyor.  

Olaya dar bir bakış açısı ile değil de daha geniş bir perspektiften bakmış olsa günümüzden altmış yıl önce 1960’larda ilkokul düzeyinde okullarda âdâb-ı muaşeret derslerinin müfredata dâhil olduğunu eminim kendisi de hatırlayacak ya da birileri tarafına hatırlatacaktı.

Vizyon sahibi olmak, öngörü yeteneği ve duyarlılık başka bir şey tabi… Görüyorsunuz işte bakan statüsünde kişilerin bile konuya yaklaşımı hayli düşündürücü. 

Çağ atlayacağız martavalı okunurken bazı kafalar büyüklerimizin altmış yıl önce öngördüklerini bugün bile göremiyor ya hâlâ. Bırakın âdâbı, usulü, erkânı, liyakati… 

Yanarım, yanarım ben ona yanarım.

1 Yorum

  1. Ҫok önemli ve toplum iҫin hayati bir konuya değindiniz. Ilk ve orta okulu altmıṣlı yıllardan önce okudum. Yazınızı okuyunca bir ҫok hatıralarım canlandı.

    Ilkokulda öğretmenim ilmik nasıl aҫılır, düğme nasıl dikilir tüm sınıfa öğretmiṣti. Ҫok düğme diktim. Elim iğne tutmaya alıṣıktır. Inṣallah hala öğretiliyordur. Ben ҫok faydasını gördüm.

    Yazdığınız konu sık sık aklımdan geҫer. Neden bir toplumu sağlıklı bir ṣekilde bir arada tutan değerler yıkılır diye düṣünürüm.

    Yazınız iҫin ҫok teṣekkürler.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz