“Gündüz Kadınları Övdüler, Akşam Taksim’de Dövdüler”

1

Anneme muhabir olduğumu söylemeyin, o beni tavernada şantör sanıyor

Bir balığın bisiklete, bir bisikletin pencereye, bir pencerenin musluğa, bir musluğun terliğe, bir terliğin tekerleğe ihtiyacı ne kadar ise Türkiye’nin Abdurrahman Dilipak’a olan ihtiyacı bütün bunların milyonda biri dahi değildir.

Yine de ilginç bir şekilde dün o ne demişse o oldu. Türkiye’yi yöneten akıl belli ki balıkların bisiklet süreceğine, bisiklete pencere takmaya, pencereye musluk bağlamaya, musluğa terlik eklemeye, terliğe de tekerlek takmaya milyon kere karar vermiş.

Yoksa dün adeta talimat almış gibi kadınları gaza boğup, plastik mermi ile feminist yürüyüşten sürmezdi.
Binlerce polisin bu ülkenin vergilerinden aldıkları maaşı kadınları pataklayıp gazlamak için kullanmaları kimilerini mutlu ediyor belki de.

Ne diyordu dünkü yazısında Dilipak: “Bizde 8 Mart 2016’da “Feminist Gece Yürüyüşü” ile önce feminist gösteriye, ardından gay ve lezbiyenlerin, fahişelerin sokaklara çıktıkları bir gösteriye döndü. ‘Dünya Emekçi Kadınlar’ günü önce ‘Dünya Kadınlar Günü’ne döndü, ardından ‘Feminizm’ üzerinden gay ve lezbiyen gösteriye döndü”

Böyle ifadeleri mesela twitterin menba ülkesi Amerika’da falan sakın etmeyin. Ötekileştirme ve ayrımcılaştırmada hiç acımaları yoktur onların. Kimseyi tercihleri için suçlayamazsınız. İşaretiniz belli ki en azından tevafuk etmiş olsa da geniş bir düzlemde sorgulanır bunu unutmayın.

Önceki yıl İstiklal’in bitmeyen tadilatına rağmen kadınlar yürümüştü.
Geçtiğimiz yıl da yürüyüş engellenmedi.
Bu sene belli ki kararı verilmiş cezası kesilmiş. Uygulamak da şehrin idarecilerine düşmüş.

İstiklal’i Beyrut’a çeviren bu zalim tavır yine de tolere edilebilirdi.

Böyle bir yazı okumasaydık da iktidarın artık gerçekten tadı kaçmış bir bayat yemeğe,-nemden şişmiş bir plağın zar zor dönüp çıkardığı berbat sese, yıkanmaktan rengi atmış makine halısının yüzüne benzeyen söylemleri içinde, kadınlara atılan dayağın erkeklere ve erkek ve kadınlara “sıkıyorsa sokağa çıkın da bak size ne olacak?” demeye geldiğini anlamayacak kadar ferasetsiz değiliz.

Bazen bu kadar kötü hissetmek için ne yapılabilir sorusunun cevabını ararsınız. Ben dün yaşananlarda bunu hissettim. Bu ülkenin bir vatandaşı, İstiklal caddesinin bir süknası olarak kendimi hiç bu kadar kötü hissetmemiştim. Özsaygımı ve vicdanımı sarsan görüntülerle kendimi başbaşa buldum.

Gözümün önüne 1994 seçimine girerken bugün gazla mermi müdahele eden ama o tarihte birer sabi olan şimdiki polislerin analarından babalarından oy isteyen Tayyip Erdoğan afişleri geliyor. Hayat kadınlarının da yer aldığı o afiş serisinin şimdi meslekten düşmüş o zamanki temsilcileri mesleklerini siyasi emeline alet eden birinin hakaretini bugün duyunca ne hissetti acaba. 1994’te seçimindeki afişler hayat kadınları ile empati içindeydi. İsim vererek “feminist yürüyüşçüleri” fahişelikle suçlamak, hayat kadınları üzerinden bu şekil siyaset kurmak nereden çıktı ?

Türkiye “alçaklığın evrensel tarihi” kitabının yazarı Borges sağ olsa kitabını yeniden düzenlemeye sevk edecek tavırların sıradan bir gururla sahiplenilmesini hayretle izliyor. Bu kadar olur mu dediğimiz her şey olmakla kalmıyor. Adeta sonsuza değin sürecek bir karabasan gibi üzerimize çöküyor.

Yürüyüşü engellemenin haklı gururunu kime yazmalıyız?

Makalenin içeriğinde değinilen ve sosyalizmden dünya tarihine serdeden onca sol ve sosyalist karakter ülke ve hadisenin entelektüel seviyesinden beklenmeyecek kadar sol geleneği reddeden bir patikaya giriyor yazı.

Eski komünist devletlerdeki ahlakçılığa doğru yelken basıyor. Cinselliğin bastırılması, özellikle eşcinsellikle ilgili son derece yaptırımcı bir tavrın hüküm sürdüğü bir tavrı öne çıkarıyor. Bu haliyle sıkça hatırladığım soğuk savaş döneminin karanlık ve ruhsuz solculuğunu tercih etttiğini anlıyoruz.

Hızlı Gazeteci Necdet Şen’in “Bacı” adlı çizgi hikayesinden de anımsamak mümkündür bu tür yaklaşımı. Orada da solun kendi içinden bir eleştiri idi bu ahlakçılık tercihine.

İşin üzücü yanından biri de güle oynaya bitecek bir eylemi kavga gürültüye dönüştürmenin, yaralarını sarma telaşındaki Beyoğlu’ya ve Beyoğlu esnafına hem de en çok işin beklendiği bir gecede verdiği maddi zarar.

Bu tür kalabalıklar toplantı bittikten sonra normalde Beyoğlu’na dağılır ve az çok esnafın yüzünü güldürürdü. Dün akşamın menüsünde maalesef bu yoktu.

Türkiye’de beka sorunu yok diyenler kendini sorgulasın. Türkiye’de beka sorunu vardır.
Ama bu vicdanın, insafın, adaletin, eşitliğin, medeniyetin, insan haklarının bekasıdır.
İşin acı yanı dün akşam itibariyle olanlar bu kavramların bekasının çoktan söndüğünü göstermiştir.

1 Yorum

  1. Sayın yazar! Mukemnel bir konu kaleme almişsınız.
    Yazınızın başlığı her nekadar komedi bir sinama afişinı andirsada, anlamli ve aci verici bir olayi anlatim tarziniz sürükleyici ve düşündürücü. Ellerinize saglik.

    Esas gazeteciler ve yazarlar susturulursa! Yerlerini cahiller doldurur.
    Ortaliğa salinmiş! Cahil medyada Diktörler’in kalemşörlüklerini yaparlar.
    Her devrin gazetecilerine ne deniyordu?
    Oyuncak gazetecimiydi?
    Zaten Diktatörler içinde en kıymetli malzemeleri oyuncaklaridır.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz