Mehmet Eymür hayatının büyük bölümünü istihbarat dünyasında geçirdi. Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) içerisinde çeşitli sorumluluklar üstlendi. Görevden ayrıldıktan sonra da dünyada ve ülkede meydana gelen gelişmeleri kendi merceğinden değerlendiren kitaplar kaleme aldı. Bir dönem ATİN adlı internet sitesinde görünenin arka-planını okurlarla paylaştı.
Eymür geçtiğimiz ay her sayfası ilgiyle okunan yeni bir kitapla okur karşısına çıktı: De-Şifre. Babil Yayınları tarafından yayınlanan kitap geniş bir ilgiyle karşılandı.
Kitabın arkasındaki tanıtım yazısından bir bölümü aktaralım:
“Mehmet Eymür’ün Milli İstihbarat Teşkilatı’nda (MİT) geçirdiği 33 yıllık meslek hayatı boyunca edindiği bilgi ve birikimlerden istifade ederek kaleme aldığı bu kitapta casusların gizemli dünyasına adım atacak ve Castro suikastından Kıbrıs Harekatı’na bir çok önemli olayın ardındaki sır perdesini aralarken Mehmet Ali Ağca’dan Deniz Gezmiş’e ve Hiram Abas’tan Uğur Mumcu’ya önemli bir çok kişiyle ilgili ilk defa duyacağınız bilgileri okuyacaksınız.”
Yazarımız Hasan Mesut Önder Mehmet Eymür’le kitabı üzerine konuştu.
Casuslar ve çift taraflı casuslar
Hasan Mesut Önder (HSÖ)- Kitabınızda, Kim Philby vakasını ayrıntılı olarak işlediniz. “İdeolojik bütünlüğe sahip olmayan istihbarat servislerinde başka servislere hizmet eden personellerin çıktığı görülmekte” tespitinde bulunuyorsunuz. Bu bağlamda, hangi profilde insanlar devşirilmeye müsaittir, ayrıca devşirme süreçleri nasıl işliyor?
Mehmet Eymür (ME)- Kim Philby “CAMBRIDGE BEŞLİSİ” diye bilinen, komünizmi üniversite yıllarında benimsemiş bir gruba mensuptur. Yani İngiliz gizli servisine girmeden önce ideolojik yapısı bellidir. Sonradan devşirilmesi mevzuu bahis değildir. O, muhtemelen ya iyi tahkik edilmeden ya da o teşkilattaki etkili başka bir sızma kişi vasıtasıyla gizli servise girmiştir.
Genelde para ve menfaat düşkünü kişilerle, ortaya çıkmasından korktukları olayları bulunan kişiler, devşirilmeye müsait kişilerdir. Devşirildiği sanılan kişiler bazen karşı taraf lehine hareket edebilirler. Bu nedenle devşirilen kişilere tam güven, belli sürelerden, belli testlerden ve verilen bilgilerin doğruluğu anlaşıldıktan sonra olur.
HMÖ- İstihbarat servisleri kendi personellerinin ihanetine maruz kalmamak için psikolojik olarak hangi prosedürleri uygular? Özetle ideolojik ve siyasi olarak ülkeye ve hükümete inancı kalmamış bir istihbarat memurunun potansiyel ihaneti nasıl engellenir? Sebahattin Savaşman’ın casusluk olayını bu bağlamda değerlendirir misiniz?
ME- Yabancı istihbarat servislerinde böyle psikolojik prosedürler var mı, bilmiyorum. İstihbarat servisleri psikolojikten ziyade güvenlik prosedürlerini uygular. Öncelikle teşkilata alınacak kişiler sıkı bir güvenlik soruşturmasından geçer. Ayrıca “kompartımantasyon” denilen, bölümler arası gizlilik kuralı uygulanır. Bir bölümde çalışan diğer bir bölümün faaliyetini, operasyonlarını, elemanlarını bilmez. Nihayetinde bir personelden şüphe duyulursa o kişi takip ve kontrole alınır, ilişkileri, irtibatlı olduğu kişiler araştırılır. Nitekim İstihbarat Başkan Yardımcısı gibi üst seviyede bir personel olan Emekli Albay Sebahattin Savaşman, davranışları ve bazı evrakları uzun süre elinde tutması ile rahmetli Mustafa Hiram Abas’ın dikkatini çekmiş ve Müsteşar Emekli Orgeneral Hamza Gürgüç’ün emri ile kontrole alınmış, neticede Amerikalı görevli ile gizli buluşmada suçüstü yakalanmıştı. Savaşman’ın ihanet motifi tamamen maddi menfaate dayanmaktadır.
HMÖ- Kitapta Turan Çağlar’ın ABD ve İngiltere’ye casusluk yaptığını işlediniz. Turan Çağlar çok ilginç bir isim. Bu isme Komünizmle Mücadele Derneğinin başkanlığını yapan Orhan Kiverlioğlu’nun, “Adanmış Hayat” adlı kitabında da rastlıyoruz. Bu kitapta Kiverlioğlu, Turan Çağlar’dan Amca olarak bahseder. Kiverlioğlu’nun, Turan Çağlar ile birlikte Demirel ile 938 defa ve ordunun üst düzey generalleri ile de yüzlerce kez görüştüğü biliniyor. Çağlar’ın, kitabınızda, Aydınlık grubuna da MİT ile ilgili bilgileri sızdırdığını yazdınız. Çağlar’ın soldan sağa farklı kesimlerle irtibatının olmasının anlamı nedir? Sizce Çağlar, Gladyo’nun bir parçası mı idi, ayrıca Gladyo ile özel harp dairesinin beyaz-siyah kuvvetleri arasında bir bağ var mı? Türkiye’de bu konulara en hâkim bir isim olarak sizin değerlendirmeniz nedir?
ME- Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren genel politikası itibariyle Batı’ya dönük ve Komünizme karşı bir politika izlemiştir. Bahsettiğiniz Komünizmle Mücadele Dernekleri bu amaçla kurulmakla birlikte zaman içinde ABD kontrolüne girmiş, Amerikan menfaatlerine hizmet eden bir dernek haline gelmiştir. Bu bakımdan CIA’ya hizmet eden ihtilalci Albay Turan Çağlar’ın Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği Genel Başkanlığı yapmış olan yazar ve siyaset adamı Orhan Kiverlioğlu ile yakın olması doğaldır. Çağlar’ın MİT ile ilgili bilgi sızdırdığı Maocu grup esasında solcu değil, solu bölmek için CIA tarafından tasarlanmış bir projedir. Çok yönlü ilişkileri bulunan Çağlar’ın Gladyo, yani Özel Kuvvetler Komutanlığı (“ÖKK” eski adıyla “Özel Harp Dairesi”) ile ilişkisine dair bir bilgim yok. Öyle olsa da fark etmez. Neticede ABD lehine casusluk yaptığı bir gerçektir. “Beyaz Kuvvetler” ÖKK’lığının sivil unsurlarına verilmiş isimdir.
Maocu grup ne kadar Maocu?
HMÖ- Çağlar’ın “MİT’in eski İstanbul Bölge Başkanı Turan Deniz’in yakın arkadaşı” olduğunu yazdınız. Turan Deniz, 1971 yılından sonra Bonn’a tayin edildi. CIA’nın Ankara istasyon şefliğini yapan Özbek Türkü Ruzi Nazar da o dönemde Bonn’da görev yapmaktadır. Ayrıca solu bölen ajan olarak tanınan Duane Claridge de Türkiye’de Ruzi Nazar’ın maiyetinde çalıştı. Bu isimlerin Türkiye’deki Amerikancı yapının kurulmasındaki rolleri nedir? Ruzi Nazar’ın çok yakın arkadaşı olan Enver Altaylı FETÖ terör örgütüne üye almaktan tutuklu…
ME- Turan Çağlar konusu, içinde bulunduğum bir konu değildir. Benim de bilgim gazete haberleri, araştırmalarım ve duyduklarımla sınırlıdır. Çok yönlü ilişkileri olan ve 27 Mayıs ihtilâlinden sonra İstanbul Radyo Müdürlüğü yapan Çağlar’ın silahlı kuvvetlerde, siyasette, önemli görevlerde bulunan dostlarıyla sık sık görüştüğü biliniyor. Bu meyanda Cumhuriyet’in ilk yıllarının meşhur Diyarbakır Valisi Galip Deniz’in oğlu MİT mensubu Turan Deniz’le de yakın arkadaş olduğu, ailecek görüştükleri belirtiliyor. Ancak 70’li yıllarda İstanbul MİT Bölge Başkanı olan eski dostu olan Turan Deniz’in, anlaşılmaz bir biçimde 12 Eylül 1960 darbesinden sonra Turan Çağlar’ın hayatından sessizce çıktığı, aileler arasında dahi ilişkinin kesildiği de belirtiliyor. “Turan Deniz, çok yakın aile dostunu, sanki bir şeylerden korkar gibi bir daha aramaz” deniliyor. Birbirine zıt bu bilgilerin Turan Deniz’le Em. Yarbay Nuri Gündeş’in görev çatışmasından çıktığını düşünüyorum. Turan Çağlar’ın casusluktan yakalanmasının, Aydınlık’ın “Kontr-Gerilla” (İşkenceciler) yayınında Nuri Gündeş’in isminin çıkmasına bağlı olduğunu düşünüyorum. Yani Gündeş’in ismi teşhir edilmese, Çağlar yakalanmayabilirdi. Kesin bir bilgiye dayanmadığım için, ailesi ile birlikte tanıdığım, saygı duyduğum bir amirim olan Turan Deniz’le ilgili menfi bir yorumda bulunmayı uygun görmüyorum. Turan Çağlar ile birlikte suçüstü yakalandığı ve bilahare intihar ettiği söylenen MİT Mensubu Bülent Şekerkaya, Nuri Gündeş döneminde Ajan Şubesi Müdürü’dür.
HMÖ- Kitapta solu bölen ajan Duane Clarridge ile aranızda gerçekleşen bir diyaloğu aktarıyorsunuz. Siz, Clarridege’ye, Doğu Perinçek’i tanıyıp tanımadığını soruyorsunuz. Clarridge ise “Onu herkes tanıyor, tanımayan mı var? Nasıl ve ne kadar tanıdığımı merak ediyorsan bana sorma. Sen istihbaratçısın kendin değerlendir” şeklinde cevap veriyor. Sizin bu konudaki değerlendirmeniz nedir? Hilary Summer Boyd isimli İngiliz profesörün evinde Aydoğan Büyüközden’in perukla yakalandığını ve ev sahibi İngiliz’in sorgulanmasına mâni olunduğunu da ifade ettiniz…
ME- Duane Clarridge ile Perinçek ilişkisini en iyi gazeteci yazar Murat Yetkin değerlendirmiş. Yetkin Şubat 2002’de kaleme aldığı “Maocu partinin arkasında CIA mı vardı?” başlıklı yazısında bu konuyu işliyor.
Şafakçılar, daha doğrusu illegal TİİKP- Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin Ferit İlsever başkanlığındaki İstanbul yönetimi, malzemeleri ile birlikte, İngiliz Profesör Hilary Sumner-Boyd’un Robert Kolej kampüsü içindeki lojmanında yakalanmıştı. Ben de oradaydım ve Profesör Sumner-Boyd’la konuştum. Teksir makinaları, telsizler filan çıkınca şaşkın bir tavırla bunlardan hiç haberi olmadığını belirtiyordu. Sonra ben ve yanımdaki personelle, başında perukla yakalanan ve sağır-dilsiz taklidi yapan Aydoğan Büyüközden’i alıp Sirkeci’deki Emniyet Müdürlüğü’ne götürüp Siyasi Şube’ye teslim ettik. Bu operasyon sonucunda 266 örgüt mensubu yakalandı ve örgüt Türkiye çapında çökertildi. Örgütün çökertilmesinde en büyük etken, İngiliz’in evinde ele geçirilen Ferit İlsever’e ait şifreli defterdi. Yıllar sonra yaptığım araştırmada ABD doğumlu İngiliz Profesör Sumner-Boyd’un Amerikan ve İngiliz İstihbarat Servislerinin kontrolündeki Troçkist Kızıl Bayrak Birliği’nin sorumlusu olduğunu öğrendim. Detay için Şafak Operasyonu sorumlusu Necdet Küçüktaşkıner’in söyledikleri dinlenmeli.
11 Eylül saldırıları
HMÖ- Kitapta, 11 Eylül saldırılarından 40 gün önce Amerikalıları uyardığınızı ama dikkate almadıklarını yazdınız. CIA böylesine önemli bir haberi neden dikkate almadı, bu kendilerine olan aşırı özgüvenden mi kaynaklandı, yoksa başka bir nedeni mi vardı, değerlendirmeniz nedir?
ME- Haberin önemi tabiatıyla olaydan sonra anlaşıldı ama olan olmuş, Amerika büyük bir yara almıştı. Neden dikkate almadıklarını bilmiyorum. Rusya’dan gelebilecek uzun menzilli füzelere karşı her türlü hazırlığı olan Amerika, herhalde kendi sınırları içinde böyle bir eylem yapılabileceğini hiç düşünmüyordu. ABD’nin bu konuda ne kadar uyuduğunu Steve Emerson’un “Jihad in America” isimli dokümanter filmde görmek mümkün.
HMÖ- Kitabın son bölümünde MİT müsteşarı Hakan Fidan’dan bağımsız hareket eden Sebahattin Asal‘ın Paris’te Sakine Cansız’ın öldürülmesi olayının planlanmasında adının geçtiğini yazdınız. Bu suikastın da Abdullah Öcalan’ın isteği üzerine yapıldığı iddiasına yer verdiniz. Ayrıca bu ismin müzakere heyeti içinde yer aldığı da biliniyor. Neler söylersiniz?
ME- Bu mantık dışı olayı anlamak ve yorumlamak kabil değil. Neresinden baksanız tam bir rezalet. “Kürt Açılımı” deniliyor, Kürt’leri o temsil ediyormuş gibi PKK ile görüşülüyor. Bir yandan da PKK’nın kurucularından Sakine Cansız ve iki arkadaşına yönelik operasyon planlanıyor, PKK’lı 3 kadın öldürülüyor. PKK’da yer yerinden oynuyor, öç alma yeminleri veriliyor. Bunu Öcalan’ın isteği ile yaptılarsa neye karşılık yapıyorlar? Öcalan istese o kadınları tasfiye ettiremez miydi?
FETÖ ve 15 Temmuz darbe girişimi
HMÖ- Kitap’ta, Adil Öksüz’ün, Kemalettin Özdemir ve Nurettin Veren’in yakın markajı ile MİT tarafından angaje edildiği iddiası var. Ayrıca, twitter kullanıcısı Deniz Bayrak, Adil Öksüz’ün angaje formunu da yayınladı. Bu bilgilerin, CHP Genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na iletildiğini de belirttiniz. Kılıçdaroğlu’nun 15 Temmuz’u kontrollü darbe olarak tanımlaması sanırım bu bilgiden kaynaklanıyor.
ME- FETÖ ile hükümetin arasının bozulması ile Adil Öksüz’ün angajesi aynı tarihlerde değil, arasında yıllar var. Adil Öksüz’ün angajesi ile FETÖ örgütüne hulul edildiği faraziyesi geçerli bir faraziye değil. FETÖ örgütlenmesi çok geniş bir örgütlenme. Devletin MİT dahil bütün müesseselerine sızmışlar. Ordunun neredeyse yarıdan fazlası FETÖCÜ olmuş. Her gün yeni gözaltılar devam ediyor. Diğer yandan 1960 darbesi dahil bütün askeri müdahaleleri yaşayan biri olarak 15 Temmuz darbesi bana ciddi bir darbe olarak gözükmüyor. Darbede bir tek yer gerçek bir şekilde bombalanıyor. Ankara Gölbaşı’nda Özel Harekata ait tesislere iki bomba atılıyor ve 54 kişi ölüyor. Özel Harekât, Fetöcülerin en önem verdikleri ve örgütlenmeye çalıştıkları yerlerden biri. Bombaladıkları diğer yerleri bir türlü tutturamıyorlar. Darbeyi Cumhurbaşkanına bildirmeyen MİT Başkanı ve Genel Kurmay Başkanı hala makamlarında oturuyorlar. O kadar çok soru var ki bu darbe konusunda, bir kitap olur.