- Zorunlu Bir Veda - 23 Nisan 2020
- Yunanistan’ın Korona Başarısındaki Sırrı Nedir? - 22 Nisan 2020
- AKP Eski Türkiye’den Şikayetinde Ne Derece Haklı? - 21 Nisan 2020
Eski Araplar belleklerinin sağlamlığıyla ünlüydüler. Çölde giderken, deve üstünde, imgesel taşlarla satranç oynayacak denli güçlü bir beyne sahip olan bireyler idiler.
İşte bu kavmin yetiştirmiş olduğu en büyük insanın, ne belleğinden, ne zekasından, ne de görüş ve gücünden şüphe edilebilir.
Hz. Muhammed, bir devlet adamı, bir yasamacı ve bir başkomutan olarak ayrı bir tarihsel kişiliktir. Teşbihte hata olmaz, hatasız teşbih olmaz. Onun bu yanını bir değerli faniye benzetmek gerekirse Atatürk’ü hatırlarız.
Atatürk’ü bize hep farklı anlattılar. Oysa Atatürk anlatıldığı gibi din düşmanı değil, aksine dinine, mukaddesatına bağlı bir devlet adamıydı. Misalle kastımı destekleyeyim. 1930 yılında dünyanın en doğusu Japonya’da sabah ezanının ilk okunduğu yerdeki camiyi yaptırmıştır.
Buradan hareketle; Atatürk’ün tarihimizde meydana getirmiş olduğu büyük savaş ve ilerici devrimi bir tarafa bırakarak ikincisini ele alırsak, yeniçerilikten yetişen bu adam, koca Osmanlı devlet adamlarının başaramadıkları her çeşit yeniliği, Mısır’da düşünebilmiş ve hatta Osmanlılardan önce gerçekleştirmiştir.
Hz. Muhammed de bu konularda yüksek dehasının uygun bulduğu isabetli girişimleri maddesel, sosyal ve olaysal gerçekliklere dayamıştır. Bu konuda kullanmış olduğu aracılar da maddesel ve inseldir. Onun başarılarının asıl sırrı, bu gerçeği kavrayan pratik zekasındadır. O mistik zekasını, siyasal zekasına derinden yardımcı olarak işletmiş ve kullanmıştır.
Hz.Muhammed yalnız peygamberliğinin mistik ilhamlarıyla hareket etmiş olsaydı, Müslümanlık, Arabistan çöllerinde sönmeye mahkum bir küçük mezhep veya tarikat olmaktan öteye gidemezdi.
Onun akla, bilgiye, gözleme ve deneye sonsuz değerler vermiş olması da, sadece mistikliğin, büyük davasını gerçekleştirme işinde yetersizliği hakkındaki derin kavrayışına delâlet eder ve bazı Tanrı bilimcilerin hoşuna gitmemiş olsa da, ebedi büyüklüğünün en soylu ve sağlam işaretlerinden biri de budur.
Bir çok yönden dahi olduğu kuşkusuz Hz. Ali’de, siyasal zeka, mistik zekası kadar gelişmiş olsaydı, mistik zekadan yoksun, fakat siyasal zekasıyla hareket eden Muaviye önünde yenilgiye uğramazdı.
Bilgi vasıtası olarak akıldan çok sezgiyi ön plana çıkaran sistemler mistik olarak isimlendirilir. Bütün dinlerde mistisizm söz konusudur. Dini mistisizmlerde amaç kulu Allah’a, Allah bilgisine götürmektir. Felsefi mistisizmde sonuçta inanç yerine akli hükümler hedeflenir.
Albert Einstein; mistiği ve heyecanı harmanlayıp, durumu şöyle izah etmişti:
“Duyabileceğiniz en güzel ve en derin heyecan mistik heyecandır. Bütün hakiki ilim bundan çıkar. Gönülden gelen manevi heyecanı tanımayan, yaratılmış tabiat karşısında hayrete düşmeyen ve bu mükemmelliği, muazzamlığı, muhteşemliği yaratan Allah’ın huzurunda huşu ile eğilmeyen kimsenin ölüden farkı yoktur.
Bizim sınırlı aklımızla anlayamadığımız, gözlerimizle görme kudretinden mahrum bulunduğumuz şeyin gerçekten var olduğunu, parlak bir güzellik halinde kendini gösterdiğini bilmek, işte hakiki dindarlığın temelinde bu bilgi ve bu duygu vardır.”
Bunu destekleyen bir beyanı da Balzac dillendirir ve “Zeka dünyayı yerinden oynatmaya yarayan maniveladır” der.
İşte bu yüzden; en üstün akıl, insanı kemale ulaştırandır.