İbrahim Yersiz: Batı dünyası Rus halkına “Ya Putin’i devireceksiniz ya da açlıktan öleceksiniz” diyor

0

Ukrayna-Rusya Savaşı’nın 45’inci gününde gazetemizin yazarlarından İbrahim Yersiz ile gelinen noktayı konuştuk. Ocakmedya’ya konuşan Yersiz, Batı dünyasının Rus halkına karşı geliştirdiği yaptırımlarla “Ya Putin’i devireceksiniz ya da açlıktan öleceksiniz” dediğini belirtti.

Bu savaştan karlı çıkanın ABD olduğuna dikkat çeken Yersiz, hem Ukrayna’yı Rusya’ya karşı kışkırtarak Rusları savaş tuzağına düşürdüğünü hem de bu savaşla Rusya’nın dünyadaki hem ticari itibarını hem de bir rakip adayı olarak dünya aranasındaki siyasi itibarının yerle bir ettiğini kaydetti.

Bu savaşın bilindik anlamda bir savaş olmadığını anlatan Yersiz, burada tüm amacın halkı bezdirmek, yönetime doğrudan müdahalesini sağlamak olduğunun altını çizdi. Yazarımız İbrahim Yersiz’in savaşa ilişkin sorulara verdiği cevapları şöyle:

Amerika’nın amacı nedir?

ABD, eskiden beri Avrupa’da hiçbir ülkenin hizadan çıkmasını, gölge dışında herhangi bir ülkeyle dost olmalarını istemez ve doğrusu Avrupa’nın bu sınırları savaşla çizilmiştir ve bu sınırların çizilmesinde ABD her iki dünya savaşından da baş aktör olmuştur. Avrupa bu konuda yer yer silkinip kendisine gelmeye, bağımsız politikalar üretmeye çalışsa da genelde müdahale görmüş, olası teşebbüsleri akamete uğratılmıştır.

AGIT (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı gibi) ABD Avrupa’nın dış ülkelere müdahalelerine veya onlarla dost olma teşebbüslerine de kayıtsız kalmamakta, neredeyse dost ve düşmanlarını da kendileri seçmektedir. Örneğin Fransa ve İngiltere’nin Mısır’la Süveyş Kanalı itilafında akamete uğramalarının nedeni Sovyetlerin o zamanki gücü değil, ABD’nin o ülkeleri savaş meydanında yalnız bırakmasından ötürüdür. Diğer yandan bugün Almanya petrol ve doğalgaz gibi pek çok konuda Rusya’ya bağımlıdır, ama bu bağımlılık genelde ABD’nin izin verdiği sınırda tutulmuştur. Almanya’nın bu konuda bağımsız bir politika geliştirmesine ise neredeyse hiç izin verilmemiştir.

Konu Ruslara geldiğinde ise ABD, Ruslarla ilgili hiçbir politikasında açık olmamıştır. Rusları bir yandan Varşova Paktına bağlı eski ülkeleri NATO’ya dahil etme yoluyla kuşatırken, diğer yandan Rusları Sovyet döneminden kalma dış politikasının temel muhatabı olmaktan çıkarmamış ve bu yolla devamlı suretle Rusları da Dünya politikasında bir figür olması konusunda teşvik etmiş, bununla bir şekilde Avrupa’yı kontrol altında tutma kartını elinde tutmuştur.

Elbette bu bağımlı politikalardan usanmış Avrupa ülkeleri var ancak buna İngiliz halkının Tony Blair’in Bush’ın dış politikasında kayıtsız şartsız telim olması karşılığında Blair’in, Bush’un fino köpeği lakabıyla taltif edilmesi dışına pek çıkılmamıştır. Kremlin ABD’nin bu tutumundan memnun mudur, bilinmez ama Varşova Paktına bağlı ülkelerin NATO’ya dahil edilmesiyle Rusya’nın Avrupa ve Türkiye cephesi üzerinden kuşatılması konusunda kesinlikle memnun değildir.

Rusların, Gürcistan ve Ukrayna müdahaleleri de bu temelde okunmalıdır çünkü ABD, bu ülkeleri de Rusya’nın hinterlandından çıkarmak istiyor. Rusların hem Avrupa hem de Ortadoğu’yla tüm bağlarını koparmak istiyordu. Aslında Rusların Ermeni ve Azerilerin Karabağ itilafında Azerbaycan’ın Karabağ’ı istilasına göz yumması da bu pencereden okunabilir. Sonuçta Erivan yönetimi de bir süreydi Batıya yanaşmaya çalışıyor, Rusya’nın etkisinden çıkmak istiyordu.

Öncelikle bu irili-ufaklı ülkelerin Rus hinterlandından çıkmak istemeleri anlaşılır bir durumdur çünkü var olan idealleriyle birlikte kendilerine ABD tarafından tarihi bir misyon yüklenen Rusların bu ülkeleri rahat bırakması bir olasılık değildir. Birini bugün rahatsız etmese de yarın mutlaka edecektir zira geleneksel Rus politikası kendi üzerinden bile o baskıyı hissedilir bir şekilde göstermektedir.

ABD Rusya’nın tekrar bir süper güç olmasını mı istiyor yoksa mahvolmasını mı?

Bu soruya hemen bir cevap vermek kolay değildir çünkü sorunun ucu bizi “evet” veya “hayır” şeklinde iki seçenekten birini seçmeye zorlasa da ortada iki olasılığında kullanılması durumu söz konusu olabilir. Kaldı ki Süper bir ülkenin jeostratejik politikalarda tek bir seçenekle ortaya çıkması zayıf bir olasılıktır. Çünkü görünürde dağılmış bir Rusya ABD’nin çıkarlarına hizmet edecek gibi görünse de bu doğru olmayabilir aksine ABD’nin bölgeyi dizayn etme çabasında güçlü bir Rusya’nın bir faktör olarak kullanılması daha yerinde bir politika olabilir.

Sonuçta ABD süper bir güç olsa da her tarafa yetişmesi şansı yoktur. O zaman neden mevcut ülkelerin zafiyetlerini kullanmasın? Rusya Çarlık döneminden kalma sıcak denizlere inme hevesiyle kendisini motive etsin, ABD’de bu çevre ülkeleri güç harcamadan dizayn etmek için Rusların bu amelinden yararlansın.

İnsanlar, Rusların Ukrayna’yı neden işgal ettiğini sormuyor, olayı yalnızca bağımsız bir ülkeye müdahale şeklinde okuyor. Çoğu dış politika yazarı dikkatleri yalnızca hak ihlallerine çekmeye çalışıyor. Oysa bu çabalar bile çoğu zaman önceden kurgulanmış jeopolitik ve jeostratejik amaçların işlemesine yardım ediyor olabilir. Elbette olayı bağımsız yazar ve çizerler üzerinden aldığımızda kimsenin savaşı savunacağını beklememeliyiz ama ne yazık olay öyle işlemiyor. Çünkü bu tür hesaplar kapalı kapılar ardında, ruhunu başarısına vakfetmiş adamlar tarafından yapılıyor.

Ruslar Varşova Paktı dağıldığından bu yana Batı dünyasıyla yaptıkları antlaşmalar gereği NATO’nun etki alanlarına girmeme sözlerini hatırlattılar ve olası girerlerse bunu savaş sebebi sayacaklarını söylediler. Batı dünyası bu ihtarları dinlemedi. Doğu Avrupa’dan başlayarak ta Gürcistan’a kadar ilerlediler. Görünür amaç Rusları kuşatmak, dünyadan izole etmek içindi.

Rusların tarihi amelleri göz önüne alındığında bu kuşatmanın iyi bir şey olduğu söylenebilir ancak boğulmaya yakın birinin tepki vermesi ve kuşatmada gedik açmaya yönelmesi de anlaşılırdır. Batı dünyasının bunu beklememesi, ya da böyle bir şeyi beklemediklerini söylemesi dürüst bir davranış değildir ancak dış politikayı dürüstlük üzerinden sorgulamak iç politikada iş görse de bunun dış politikada bir karşılığı yoktur. Çünkü ortada ilkeler değil zekâ ve güce dayalı hesaplar işlemektedir.

İbrahim Yersiz

Barışa ulaşmanın bir yolu var mı?

Henüz bu savaşta “Savaşın nasıl ortaya çıktığını, barışa ulaşmanın bir yolu var mı, sivil kayıpları minimuma indirmek için bir yol yok mu veya bu savaş nasıl önlenebilir, bir barış umudu var mı?” gibi soruların hiçbiri sorulmuyor. Oysa siz bir savaşın nasıl başladığını sorgulamazsanız, onu nasıl çözeceğinizi de bilemezsiniz.

Üzülerek söylemeliyim ki bugün dünya, Rus-Ukrayna savaşında tam olarak bu durumdadır ve Batı yanlısı ülkeler Ruslara karşı kendi yaptırımlarını düzenlemeye giderken, Rus yanlısı ülkelerde benzer bir şekilde Rusya ile olan ilişkilerini deklere etmekte, itilafın neresinde olduklarını göstermektedirler.

Bu ülkeleri barışa hangi adımlar götürecek, bu şimdilik tali bir konudur. Aslında olay bu noktada mantıktan kopmuş, ABD’yi âdeta memnun etmek için Rusların cezalandırılması şeklini almıştır. Evet, Rus hükümeti cezalandırılmalıdır ancak Rusları bu savaşa mecbur eden ülkelerin hükümetleri de cezalandırılmalıdır. Kaldı ki yaptırımlar Rus hükümetini değil, Rus halkına cezalandırılmaya evirilmiş, Batı dünyası Ruslara karşı geliştirdikleri yaptırımlarla “Ya Putin’i devireceksiniz ya da açlıktan öleceksiniz” diyor.

Fransa ekonomi bakanının söylediğine bakar mısınız? Rus halkına acı çektirmek için Rusya ekonomisini yok etmek istediklerini söyledi. Bu savaşın sorumlusu Rus halkı değildir, tıpkı ABD Rusya’yı bu işgale mecbur bırakırken Amerika halkının da bu politikalarda bir etkilerinin olmadığı gibi. Suçlu yanlış yerde aranıyor. O nedenle Ukrayna’da ölen her insanın vebalı Rus hükümetinin boynunda olduğu kadar Amerikan hükümetinin de boynundadır ve Batı dünyasının Rus halkını açlıkla terbiye edecek kadar ileri götürdükleri bu yaptırımlardan dolayı ölecek her Rus insanın vebalı Rus hükümetinin boynunda olduğu gibi Amerikan hükümetinin de boynundadır.

Ama sanırım bizde bu duygusallıktan sıyrılmalı, bu savaşta olayı anlaşılır kılmak istiyorsak bu savaşın arka planına yoğunlaşmalıyız. Batılı politikacılar bir ağızdan Putin’in bir hasta veya deli olduğunu söyler oldu. Evet, Putin’in aşırılıkları ve normal bir insanı ölçü alırsak aşırı bir soğukluğu var ancak kesinlikle Putin deli filan değildir ve henüz gerçeklikle herhangi bir bağını da koparmış değildir.

Aksine her davranışında bir düşünce, tasarlı bir davranış şekli vardır ve Ukrayna’da ne yaptığının da oldukça farkındadır. Kaldı ki Donbas halkının Ukrayna merkezi hükümetiyle ilgili sorunlarında duyarlılık göstermesi de yanlış değildi. Hatta sorun Donbas’a müdahalesi bile değildi, Ukrayna’nın NATO ile ilişkilerini kesmek için top yekûn bir saldırıya geçmesiydi çünkü zaten Rusların kararlılığını gören NATO kuvvetleri Ukrayna’dan tabanları yağlamış, arkalarına bakmadan kaçmışlardı. Artık Rusya’nın Ukrayna’yı diplomasi yoluyla ikna etmesi hiçte zor değildi. Ama Putin bu yolu denemedi, onun yerine maksimum bir çözüme yöneldi ki bu çözümde Ukrayna’nın top yekûn bir işgali demekti.

Rusya Ukrayna’yı yok mu etmek istiyor?

Görsel basının geçtiği yıkım manzaralarına bakarsak Rusya’nın öyle bir niyetinin olduğu rahatlıkla söylenebilir. Ancak diğer işaretlere de bakmak gerekir. Örneğin Rusya Ukrayna’ya savaşıyor olmalarına rağmen hala gaz sağlıyor. İletişim alt yapısına saldırmadı, internet hizmeti Ukrayna’da hala görülüyor, elektrik santrallerini vurmadı, su kaynaklarını tahrip etmedi, Rus birlikleri Ukrayna’yı pek çok cepheden sarsa da savaşı hala belirli alanlarla sınırlı tutuyor. Ancak bu Ukrayna’da ciddi bir tahribat yoktur anlamına da gelmemelidir. Sonuçta insanlar yerlerinden ve yurtlarından oldular, tümü değilse bile nüfusun önemli bir kısmı Avrupa’ya göç etti.

Bununla ne söylemek istiyorsunuz?

Söylemek istediğim şey şu: Bu savaş bilindik anlamda bir savaş değildir, hala pek çok cephede aşina olduğumuz bir savaş yürütülmüyor. Oysa tarihteki savaşlara baktığımızda demin yukarda saydığımız alanların tümü düşmanı çökertmek, morallerini yıkmak için öncellikli hedefler arasındadır. Yakın tarihe bakabiliriz. Örneğin ABD Irak işgalinde ilk önce bu sözünü ettiğimiz hedefleri yerle bir etti, onları savunmasız değil, aç, susuz ve elektriksiz bırakarak kendileriyle savaşamayacakları konusunda ikna etti.

Takdir edersiniz ki savaşta moral üstünlüğü savaşı sürdürmede önemli bir etkendir. Iraklılar daha ilk hamlede bu kaynaklarından olunca bırakın o savaşı kazanmayı, ABD karşısında direnme umutlarını bile kaybettiler. Amerikalılar ondan sonra kara harekâtına başladıklarında Bağdat’a varana kadar neredeyse hiçbir yerde ciddi bir direnişle karşılaşmadılar. Bunu Libya örneğinde de görebilirsiniz. Batılı ülkeler Libya’ya girdiklerinde önce elektrik, yol ve su kaynaklarını vurdular ve sonra altyapıyı yönelip lojistik destek alabilecekleri tüm alanları çökerttiler.

Kuşkusuz alt yapının çökertilmesi bir savaş stratejisidir, o tür hedeflerin öncellikli hedefler içine alınması düşmana karşı moral üstünlüğünü ele geçirmek ve halkın bezdirilerek onları yönetenlere karşı bayrak açmalarını sağlamak içindir. Düşman kuvvetler bu konuda bilerek sivil hedeflere de yönelirler. O tür hedefler kaza sonucu vurulmuş hedefler değildir, bilerek seçilip vurulan hedeflerdir yoksa bu çağda artık bırakın akıllı bir füzeyi, bir merminin bile hedefini şaşırması pek olası değildir.

Burada tüm amaç halkı bezdirmek, yönetime doğrudan müdahalesini sağlamaktır. Çünkü halkta hoşnutsuzluk başladı mı bu moral çöküntüsü demektir ve bir ülke moral üstünlüğünü kaybetti mi onun artık o savaşı sürdürmesi kolay olmayacaktır. Halk moral durumunu kaybettiğinde savaşı da kaybedeceklerini hesaplarına dahil etmekte ve o beyhude savaştan yöneticilerini sorumlu tutmaya başlamaktadırlar. Düşman kuvvetlerin sivil hedefler dahil alt yapıyı çökertme amaçları da tam olarak bu neticeyi elde etmek içindir.

Tabii bu tür konularda güçlü liderleri bu türden baskı araçlarıyla ikna etme ve halkı oluşturulacak o baskısıyla onlara karşı ayaklandırmak oldukça zordur, çünkü o tür liderlerin hem kararlılıkları var hem de insafları yoktur. Putin’in bu konuda savaş karşıtı Rus vatandaşlarına sert davranması nedeni de böylesi bir olasılığın güçlenmesini önlemek içindir. Sonuçta artık ortada karşımızda eski “Demir Perde” ülkesi yoktur artık Ruslarda küreselleşen dünyanın bir parçasıdırlar ve iş adamlarının çoğunun yatırımları Rusya’da değil, başta Avrupa ve Amerika olmak üzere dünyanın farklı yerlerinde bulunmaktadır.

Putin’i alaşağı etmek zor mu?

Burada güçlü liderleri ikna etme zor olabilir ama Batı dünyasının Rusya’ya karşı yaptırımlarının bir amacının da bu olduğu kesinlikle söylenebilir. Ancak bu konuda Putin’i alaşağı etmek oldukça zor görünmektedir, geçmiş Çarlar kadar neredeyse ülkenin tüm güç ve iktidar bileşenlerine hakimdir. Fakat zayıf liderlerin bu konuda pek bir şanslarının olduğu söylenemez. Örneğin bu doktrin Irak’ta tüm yıkıcılığına rağmen halk nezdinde başarılı olamadı çünkü Saddam Hüseyin bir lider olarak çok güçlüydü ama Libya’nın kendisine münhasır koşulları olsa da sonuçta bu taktik başarılı oldu. En azından Muammer Kaddafi’nin aşireti dışındaki tüm aşiretler ondan desteğini çekti ve Kaddafi böylece yalnız kaldığı, aşireti bile onu sahiplenme konusunda acizlik gösterdi, onunla birlikte yok olmaktansa onu kurban vermeyi seçti. Bu savaşta güzel bir taktiktir, en azından birliklerinizin hayatını riske etmeden savaşı kazanıyorsunuz. Bundan daha iyi zafer mi olur?

Ruslar tam olarak ne istiyor?

Aslında bu konuda Rusların ne istedikleri bellidir ki bunu bugün söylemiyorlar. Daha “Varşova Paktı” dağıldığında bunu bir şart olarak ileri sürmüşlerdi: Çevre ülkelerin Batı dünyası tarafından silahlandırılmaması ve onları NATO’ya almak gibi bir amellerinin olmamasıydı. Çünkü Rusya NATO’nun yayılmacılığını kendisine karşı bir tehdit olarak algılıyordu ve NATO Varşova Paktından ayrılmış her bir ülkeyi birliğin içine aldığında Ruslar başta ABD olmak üzere Batı dünyasına Varşova Paktı dağıtılırken kendilerine karşı verdikleri sözleri hatırlatıyor, onlardan o amaçtan vaz geçmelerini istiyordu.

Ama Batı dünyası durmadı, 7 eski Doğu bloku ülkesini, yani Romanya, Bulgaristan, Slovakya, Slovenya, Litvanya, Letonya, Estonya’yı resmen NATO üyesi yaptı. Rusya Batı dünyasını durmayacağını ve Batı dünyasının kendisini Avrupa’dan koparmaya çalıştığı gibi Karedeniz üzerinden de kuşatmaya ve denizlerle bile bağını koparmaya çalıştığını görüyor ve biliyordu. Rusya’nın Gürcistan’a müdahalesinin altında da bu saik vardı. Şimdi aynı şeyi aynı sebeplerle Ukrayna’ya karşı yapıyor.

Ukrayna ABD için çok mu önemlidir?

Aslında Ukrayna’nın ABD nezdinde hiçbir kıymeti yoktur. ABD’nin bölge üzerindeki planları başkadır, burada ABD’nin sorunu Ukrayna ile değil, Başta Almanya olmak üzere Avrupa ile ilgilidir. ABD kendisine bağlı bir Avrupa, özellikle Almanya istemektedir. Bu konuda Kuzey Akım 2 projesi oldukça önemlidir. ABD bir şekilde bu projeyi iptal ettirmek istiyordu. Bunun için Almanya’nın üzerindeki baskıyı artırmalıydı, ama bunun için elinde hiçbir gerekçe yoktu.

ABD’ni elinde bir tek araç vardı; Ukrayna’yı cesaretlendirerek Rusya’ya karşı kışkırtmaktı. Olası Rusya Ukrayna’ya karşılık verirse bu ABD’nin gerekçesini tamamlayacak ve Almanya üzerindeki baskısını artırarak Almanya’dan Kuzey Akım 2 projesini dondurmasını isteyecekti. Amerikalılar daha önce de çeşitli vesilelerle bu projeden hoşlanmadıklarını belli etmişlerdi. Almanlar bu konuda açıkça ABD’ye taviz vermiyordu. Çünkü onlarında enerji ve iklim hedeflerine ulaşmak için bu gaz projesine ihtiyaçları vardı. Kaldı ki bu proje Almanların Ruslara sipariş verdikleri bir projeydi, bundan kolay kolay vaz geçmeleri beklenemezdi. ABD’nin güdümünde bir Avrupa istemesi ve Avrupa’da başta Almanya olmak üzere hiçbir ülkenin Rusya ile yakınlaşmasını istememesi anlaşılırdır.

ABD Avrupa’nın Rusya ’yayla yakınlaşmasını neden istemiyor?

İkinci Dünya Savaşından bu yana Avrupa ABD’nin nüfuz sahası içindedir, nükleer silahları başta Almanya olmak üzere Avrupa’nın belirli yerlerinde konçlu olmakla birlikte, zengin ve müreffeh bir Avrupa’yı neredeyse İkinci Dünya Savaşından bu yana hiçbir bedel ödemeden kendi yanında tutmayı başarmaktadır. Bugün ABD, Rusya, Çin ve benzeri ülkelere ahkam kesiyorsa nedeni bir şekilde gerisinde Avrupa’nın da olması ve olası bir savaşta yanında olacağının yüksek bir olasılık olmasından ötürüdür.

Ama unutmayalım bu olasılığı Avrupa beslemiyor, ABD besliyor, aksine bu durum başta Almanya olmak üzere pek çok Avrupa ülkesinin menfaatleri ile çelişiyor. Kaldı ki Almanya’nın Rusya’ya yanaşması da bu sebeplerden biridir. Çünkü Almanya’nın ihtiyaçlarını ABD karşılamıyor, Rusya karşılıyor ama ABD için Avrupa’da kaybedilmiş bir Almanya büyük bir kayıptır.

Almanya’yı Ruslara kaptırması ise daha büyük bir kayıptır çünkü bu Avrupa’da stratejik dengelerin Doğu lehine değişmesi ve ABD’nin tüm dünya nezdinde hem güç ve hem de prestij kaybetmesi demektir. Unutmayalım bugün ABD dünya siyaseti içinde güçlü bir etkinliğe sahipse bu etkinliğin önemli bir payı Avrupa’nın ABD ile birlikte hareket etmesinden kaynaklanıyor.

ABD hinterlandındaki bir Avrupa’nın ABD’ye neye mal olacağı sanırım anlaşıldı. O nedenle sorun görünürde Kuzey Akım 2 projesi olsa da aslında o da değildir, sorun Avrupa’nın Rusya’ya yakınlaşması nedeniyle ABD’nin etki alanından çıkmasıdır. ABD Avrupa’dan vaz geçemez, hele olası Rusya’ya kaptıracağı bir Avrupa’dan ise asla vaz geçemez. Avrupa’yı kaybetmiş bir Amerika belki dünyada kaybetmiş bir Amerika değildir.

Şu da gerçektir; Avrupa nereye kayarsa orada yeni bir güç merkezi filiz verebilir. Bunun içinde Rusya veya Çin dünyadaki en nitelikli adaylardır. Çünkü ABD’nin hegemonyası şu anda kendisini her alanda belli etmese de aslında bir dünya hegemonyasıdır ve kaybedilmiş bir Avrupa ile en çok darbe alacak olan odur. Yoksa Rusya’nın, ABD’nin en büyük ikinci petrol tedarikçisi olduğunu bilmeyen yoktur. O nedenle bu argümanla ABD’nin Almanya’nın üzerine gitmesi gerçeklikten oldukça uzaktır. Kaldı ki ABD’de Almanya’nın üzerine giderken bu gerekçeyle gitmiyor. Almanya’yı Ruslara karşı haksız bir savaşın tarafı olduğu için tavır almaya davet ediyor. Nihayetinde Almanya bu tuzağa düştü ve Kuzey Akım 2 projesini iptal etti.

Buradan karlı çıkan kim?

Tabi ki ABD. Çünkü hem Ukrayna’yı Rusya’ya karşı kışkırtarak Rusları savaş tuzağına düşürdü hem bu savaşla Rusya’nın dünyadaki hem ticari itibarını hem de bir rakip adayı olarak dünya aranasındaki siyasi itibarının yerle bir etti. Diğer yandan ise Avrupa’nın Rusya ile yakınlaşmasının önünü kesti. Yani çokların söylediği gibi pek çok şey görünürde enerji kaynakları için olsa da bu yeterince doğru değildir. Kuşkusuz enerji kaynakları önemlidir, ancak dünyanın siyasal konjonktürü içinde tek enstrüman o değildir.

Kaldı ki ABD Avrupa gibi hiçbir zaman kendisini tek alternatife bağlamış değildir. Örneğin petrol ithalatında ABD’nin hiçbir zaman tek tedarikçisi olmamıştır, ABD tek tedarikçi üzerinden bir enerji politikası geliştirmemiştir. O aptallık Avrupalılara ait bir ayrıcalıktır. Çünkü neredeyse tek tedarikçileri Rusya’dır. O yüzden Avrupa her zaman ABD’den daha fazla Rusya’ya bağımlıdır ve ABD’de bunu bilmekte, buna göre politikalar geliştirmektedir. ABD, Kanada’dan, Meksika’dan ve Suudi Arabistan’dan da petrolü tedarik etmektedir. Yani olası enerji darboğazlarında en çok alternatifi olan ülke dünya da yalnızca ABD’dir.

ABD, Ukrayna sorununda samimi mi?

Ukrayna’yı Ruslara karşı palazladıktan sonra sahada yalnız bırakan ülke Avrupalılar değildir, ABD’dir. Kaldı ki Avrupa tüm Ukraynalı mültecilere kucağını açmış, hepsini kabul etmeye hazırdır. Peki bu konuda ABD, Rusları Ukrayna’da yaşanan aşırılıkları teşhir etmenin dışında ne yapıyor? Siz ne bekliyorsunuz? Artık ortada bir savaş var, bu manzaraları görmeyeceğimizi hangi ülke garanti edebilir? Ben şahsen yine de Rusların temkinli gittiklerini söyleyebilirim. Putin’in kendisini dönüşsüz bir yola angaje etmesi bir sorundur ancak Ruslar açısından bakarsak bu olayın bir dönüşünün olmadığını da görmek zorundayız. Artık Ruslar kendilerini bu savaşı kazanmak zorunda görüyorlar. Çünkü artık geri çekilmenin faturası savaşı devam ettirmenin faturasından daha pahalıdır.

Şunu açıklıkla söyleyebilirim; Ruslar tüm politikalarında Amerikalılardan daha samimi oldular. Verdikleri sözleri tuttular, uluslararası hukukun kurallarına riayet ettiler. Bu gezegende kural tanımamak Amerika’ya ait bir ayrıcalıktır. Bunu Rus’ta biliyor Avrupalı ’da. Herhalde bunu bir tek bilmeyen Amerikalıların kendileridir! Ama Amerikan halkının da bunu bildiğini ve zayıf olsa da bu politikalara karşı ses verdiğini biliyoruz. Ruslar bu gezegende bir tek Kürtlere karşı kötü oldular, bunun nedeni de Kürt ülkesini işgal altında tutan ülke sayısının ve o ülkelerin sahip oldukları nüfus çokluğunun onları menfaatleri konusunda seçim yapmaya zorlamasıdır. Stalin’in 20 milyon Kürt için 300 milyon Arap’ı karşıma alamam sözü tam olarak bu menfi bakış açısını ifade etmektedir. Kaldı ki Kürtler konusunda yine de ilgili ülkelere sorunların diyalog yoluyla çözülmesi telkininde bulunmaktan da hiçbir zaman kaçınmadılar.

Ukrayna, Rusya için neden bu kadar önemlidir?

Aslında Ukraynalılar ABD için önemsiz olduğu kadar Ruslar içinde önemsiz bir ülkedir. Rusların soy şeceresi üzerinden Ukraynalılarla akraba olduklarını söylemeleri tamimiyle içe dönük popülist bir tiyatrodur. Yoksa Ukraynalıların Rusya içinde bir önemi yoktur. Ruslar için Ukrayna’yı kimin yönettiği de önemli değildir, yeter ki Ruslara askeri stratejik anlamda sorun çıkarmasın. Evet Rusların Çarlardan bu yana, hatta Sovyet döneminde de sıcak denizlere inme hevesi vardı, o hala var ve Rusların bir büyüme hayalleri olduğu sürece de bu var olacaktır, ancak bu hayal Ukrayna’yı yönetme veya işgal etmeyi içermiyordu, çünkü Rusya zaten Ukrayna’dan istediği her şeyi alıyordu.

Hala savaş halinde olmasına rağmen gazı kesmemesini de buna biraz bağlayabiliriz. Ama diğer yandan Ruslar için Ukrayna jeo stratejik açında önemlidir. NATO ile arasına mesafe koymayan bir Ukrayna Rusya için doğrudan bir tehdit kapsamına girmektedir. Çünkü ABD NATO üzerinden bir rakibini çevreliyor, onu tüm tarihsel iddialarına rağmen denizlerle bağlantısı olmaya kuşatılmış bir kara parçası haline getirmeye çalışıyor.

Rusya NATO’ya neden güvensin?

NATO, Varşova Paktı dağıldığından bu yana Rusya’ya karşı hiçbir sözünü tutmadı. ABD, Varşova Paktından ayrılan hiçbir doğu ülkesini NATO’ya almayacağı sözünü vermişti. Bu yazılı bir söz değildi, ama sonuçta ortada verilmiş bir söz vardı ve bu herkesçe biliniyordu. Ama NATO sözünde durmadı ve tüm o Varşova Paktından ayrılan doğu ülkelerini NATO’nun içine aldı, hatta bununla da yetinmedi, nükleer başlıklı füze sistemlerini Polonya ve Romanya’ya yerleştirmekte bir sakınca görmedi. Şimdi Moskova unuz menzili füze sistemlerinin menzilinde olduğu gibi, kısa menzili füze sistemlerinin de menzili dahilindedir.

Ruslar neden sık sık gerekirse bir nükleer savaştan da kaçınmayacaklarını söylüyorlar?

Ruslar Batı dünyasına karşı kendilerini kararlı olduklarını göstermek zorunda görüyorlar. Rusların sık sık nükleer silahlardan söz etmelerinin nedeni buradan kaynaklanıyor. Çünkü Ukrayna savaşında sıkışmışlar, Batıya kararlı olduklarını göstermedikleri durumda savaşı kaybedebileceklerinden korkuyorlar. Bu konuda da haklılar, çünkü adeta Ukraynalılara karşı değil, Ukraynalıların şahsında yürütülen bir vekalet savaşına karşılık veriyorlar. Yani aslında Ruslar şu andan Ukraynalılarla savaşmadıklarını, Ukraynalıların şahsında Batı dünyasıyla savaştıklarını düşünüyorlar. Ruslar kendilerini bu yüzden savaşı kazanmak zorunda görüyorlar, çünkü olası savaşı kaybetmeleri durumunda sonuçlarının neye mal olacağını düşünmek bile istemiyorlar.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz