İktidarlar sona doğru ne yapsalar kendilerini beğendiremezler.. AK Parti de bugün o durumda… 

0

Geçenlerde siyaset hayatını yakından gözlediğim yarım asırdan fazla süre içerisinde kaç iktidarın gelip gittiğini gözümde canlandırmaya çalıştım. Ne kadar çok parti iktidara gelmiş veya iktidarı paylaşmış. Aralarında ömrü birkaç ayla sınırlı hükümet bile var.

Bir şeyi fark ettim: Her iktidarın son ayları, haftaları, günleri birbirine benziyor…

Partilerin iktidara gelişleri ne kadar mutlu ve umutlu görüntülere sebep oluyorsa, gitmeye yüz tuttukları dönemler de o kadar sıkıntılarla dolu geçiyor…

AK Parti’nin iktidardaki 20. yılına biraz da bu gözle bakmaktayım.

Hükümet altı ay önce kimsenin beklemediği kadar yükseltti asgari ücreti. Beklentilerin üstünde gelmesine rağmen o zam kimseyi memnun etmedi.

Daha önceleri asgari ücrete ‘ara zam’ diye bir şey söz konusu olmuş muydu, olmuşsa bile ben hatırlamıyorum. Hükümet yüklü zamdan altı ay sonra, yani yıl sonunu beklemeden, asgari ücrete yüzde 30 oranında yeni bir zam daha yaptı.

Müjdeyi duyurma görevini her zamanki gibi şahsen üstlenen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan  zammı ‘%25’ olarak ilan edince, bakan tarafından oranın ‘%30’ olduğu bilgisiyle uyarıldı.

Cumhurbaşkanı kendi duyurduğu zammın yüksekliğine şaşırdığını belli etti.

Ancak onu şaşırtan zam da kimseyi memnun etmedi.

Zam oranı daha yüksek tutulsaydı da durumun değişeceğini, insanların verileni yeterli bulacağını sanmıyorum.

İpin ucu bir kere kaçtı mı hep böyle olur.

Verilere güven kalmadığı için verilen beğenilmiyor.

Ekonomi uzmanları durumu kendi ilgi alanlarına giren yönüyle değerlendiriyorlar. Onlara göre hükümet enflasyonla mücadeleyi birincil önemde görmediği için başarısız. Kuru yükseltmemek, faizi yerli yerinde tutmak enflasyonu aşağıya düşürmüyor, aksine azdırıyor onlara göre…

Bilimsel açıdan herhalde haklılar.

Ancak politik kadrolar ile onların iş başına getirdiği bürokrasi, uzmanların dediklerini harfiyen yerine getirmeye başlasalar bile, durumun fazla değişeceğini sanmıyorum.

Yanlış insanlar doğru politikalar uygulayamazlar; onların doğru diye yaptıkları yine yanlış sonuç verir. 

Türkiye’nin bugün karşı karşıya kaldığı birincil sorun, kendilerinden doğru işler beklenenlerin yanlış insanlar oluşudur.

Ne yapsalar kimseyi memnun etmeleri bunun için mümkün değil.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ne yapsın?

NATO zirvesi için Madrid’e yola çıkmadan önce orada konuşulacak maddelere Türkiye adına yeni unsurlar katma niyetini güçlü sözlerle açıkladı Cumhurbaşkanı Erdoğan. Öyle de oldu: Zirve Türkiye’nin itirazlarının görüşüldüğü dörtlü bir ön görüşmeyle açıldı. O görüşmeden bir mutabakat metni çıktı. Zirveyi rahatlatan bir metindi bu.

Metnin kotarılması Türkiye adına ‘zafer’ olarak dünyaya duyuruldu.

Yalnız Türkiye adına konuşanlar değil, NATO’nun güçlü ülkelerinin temsilcileri de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ve Türkiye’yi yapıcı tavırlar sebebiyle tebrik ettiler. İtirazlara muhatap iki ülkenin liderleri, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendilerine aktardığı ve mutabakat metnine de yansıtılmış hassasiyetlerin gereğini yapacakları sözünü verdiler.

Zafer veya değil; başka herhangi bir zamanda yaşansaydı Madrid’te olanlar, sonuçları, ülkeye gerçek bir ‘zafer’ olarak ulaşırdı.

Tabii ‘zafer’ sözcüğü yine çok kullanıldı, özellikle de Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından; fakat kendilerinden en fazla alkış beklenen kişi ve kitlelerde bile fazla bir heyecan görülmedi.

Madrid’teki NATO zirvesinden hafızalarda yer edeceğini sandığım en güçlü mesaj, yıllarca önce bir başka önemli figürün yaygınlaştırdığı ve siyasi literatüre özdeyiş olarak geçmiş ‘‘Dün dündür, bugün ise bugün’’ cümlesi oldu.

Toplantı sona erdirdikten sonra basın karşısına çıkan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “ABD başkanı Joe Biden daha önce sizi kızdıracak sözler söyledi. Şimdiyse arkadaş gibisiniz. Ne değişti” sorusu yöneltildiğinde, cevap, vaktiyle Süleyman Demirel’in ağzından işitilmiş o bildik cümle  olarak geldi:

“Siyasette dün dündür, bugün bugündür. Siyasette 24 saatte çok şey değişebilir.”

İktidarların sona yaklaşıldığında politikacıları ‘bilge’ düzeyine çıkarma özelliğinin bir sonucudur bu cümle.

Benzer durumlar benzer ‘bilgece’ sözlerle taçlanıyor.

AK Parti’nin bugünkü kadroları nispeten yeni yüzler… Siyasette pişmiş, deneyim sahibi olmuş AK Partiler ya trenden inmek zorunda bırakıldılar ya da kendiliklerinden treni terk ettiler. Deneyim eksikliği şimdiki kadroların en önemli özelliği…

Birkaç hafta önce kendisine hayat pahalılığından şikayet eden seçmenlerine daha az et yemelerini, meyveleri taneyle almaları öğüdünü veren Elazığ milletvekili Zülfü Demirbağ’ın geçen gün aynı seçmen kitlesi önünde, 56 bin TL’ye yükseltilen milletvekili maaşının yetersizliğinden söz etmesini deneyimsizlik dışında bir özellikle açıklamak mümkün mü?

Şimdiki kadronun deneyimlilerinden sayılması gereken partinin genel başkan yardımcısı Mehmet Özhaseki, halka neden kendilerine kızgın olduklarını soran bir araştırma yaptırdıklarını açıkladı.

İlginç değil mi?

Bakın o açıklamasında neler demiş: 

“Toplumun nabzını tutmaya çalışıyoruz. Ekonomik meselelerle ilgili kırgın olan veya dargınlığı olanlar kararsızlığa doğru gidiyorlar. Bir başka partiyi tercih edip de ‘Ben artık AK Parti’den vazgeçtim’ diyen yok. ‘Ümidiniz yok mu AK Parti’den? Vaz mı geçtiniz?’ diye soruyoruz, asla ‘evet’ cevabı yok. ‘Bu sorunları kim çözecek’ diye soruyoruz, yüksek oranda ‘AK Parti çözecek’ diyorlar. Bizden beklentileri var. Sayın Cumhurbaşkanımızın ifade ettiği gibi, sabit ve dar gelirlileri öyle bir kollayacağız ki enflasyon karşısında ezdirmeyeceğiz. Alım gücünü yükseltecek formüllerin peşinde ısrar ediyoruz. Fiyatları dizginlemek için birçok formül devreye sokuyoruz ama bir taraftan da milletin alım gücünü yükseltecek formüller üretiyoruz. Bunlar yapıldığı takdirde yeniden çok rahat bir şekilde seçimleri, kazasız belasız atlatacağımız kanaatindeyim.”

Görünen o ki, halk da, kazasız belasız atlatılması dileğiyle o seçimin bir an önce yapılmasını bekliyor.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz