İslamiyet’i  Bütünüyle Esir  Alan  RUHBAN  SINIFI

0
Latest posts by Emin Keşmer (see all)

ya da

SİZİ  GİDİ  SAHTEKAR  DİNBAZLAR  SİZİ!

Birisi çıkıp ‘senin hariçten gazel okuma hakkın yok, git işine’ diyebilir.
Âlâ!

Lakin herkes gibi kendi tercihim olmaksızın nüfus cüzdanımda İSLÂM yazıyor!
Üstelik çok dindar, Sünnî-Hanefî, Müslüman bir aileye mensubum.

Ona ne demeli peki?
O zaman herkes kadar benim de söz söyleme hakkım vardır değil mi?

Bizi ‘İslamiyet’te ruhban sınıfı yoktur’ diye kandırdılar oldum olası.
Bu bize çok samimi, doğru ve değerli geldi.
Ne demekti bu?
Allah ile kulu arasına hiç kimse girip de aracı olamaz, o ilişki hakkında hüküm inşa edemez, fetva veremez; kimin imanlı ve cennetlik, kimin imansız, günahkâr ve cehennemlik olduğu hakkında fikir beyan edemez.

Ancak en fazla ‘Her türlü dinî vecibeyi yerine getiriyor, asla aksatmıyor ama mukadderatını biz bilemeyiz, ancak Allah bilir’ denilebilir.
Veya ‘Hiçbir dinî ritüeli yaptığını görmedik duymadık ama gaibini ancak Allah bilir, biz onu da bilemeyiz!’ diyebilir din görevlisi veya herhangi bir dindaş.
Doğru, ahlâklı ve adaletli olan budur.
O sebeple kimsenin oruç tutup tutmamasına dair, camiye gelip gelmemesine, kurban kesip kesmemesine, namaz kılıp kılmamasına dair fikir yürütme, hüküm beyan etme hakkı kimseye verilmemiştir.
Bu da ayrıca mükemmel bir yaklaşımdır, insanların hür iradesine İslamiyet’in duyduğu büyük bir saygıyı ifade eder ki bu dinimizi yücelten ve diğer dinlerden ayıran en önemli farktır.

Hatta İslâmiyet en laik dindir diye biliriz.
Sebebi, Allah ile kul arasına hiçbir insanın girememesidir, arada hiçbir aracının olmamasıdır. 
Hatta diğer dinlerde kişiler dinî ritüellerini bir din adamı olmadan icra edemezler.

Oysa bizim dinimizde din adamlığı yani ruhban olmadığı ve de laik olunduğu için üç beş kişi bir araya gelince ibadet için bir İMAM, ŞEYH veya HOCA aramazlar, aramaya ihtiyaç da duymazlar; içlerinden biri eğer ben becerebilirim derse, o namazı kıldırır. Dahası eğer lüzum ederse sırf vakit namazlarını değil cumayı da, teravih namazını da, cenaze namazını da imam veya hoca olmaksızın herhangi biri kıldırabilir.

Mesele bu kadar basite indirgenmiş ve ruhban meselesi kesinlikle reddedilmiştir.

Bu sebeple İslâmiyet en sade, dolambaçsız, laik ve en son dindir diye öğrendik. 
İslâmiyet zorlama, cadı ve şeytan avlama dini değil insana saygı duyma ve insanı eşref-i mahlukat olarak görme, özgürlüklere sonsuz değer biçme dinidir diye kabul ettik, onunla da övünç duyduk!
Ama nerdeee?

Hatta biliriz ki diğer dinlere mensup olanlara, puta tapanlara bile saygı duyar gerçek Müslüman. Çünkü din sadece kişinin kendisini ilgilendirir, başkasının denetimine, diğerlerini Allah adına imtihana tabi tutmaya, hüküm icat etmeye, günahkâr ilan etmeye (aforoz etmeye) veya günah çıkarmaya, kahretmeye veya affetmeye laik olduğu için izin vermez diye bildik.
Çünkü ahlaklı Müslüman bilir ki onu, bizden olmayanı yaratan da Allah’tır, istese o dinde, o kavmin içinde o kişiye can vererek yaratmazdı! Eğer yaratıyorsa Allah’ın iradesine bizim söyleyebileceğimiz bir söz yoktur, olmamalıdır, der samimi Müslüman… diye bildik.

Allah istese bütün insanlığı bir tek dinin inananı da yapabilirdi. 
Oysa yapmadı. Demek bir bildiği vardır, nasıl itiraz edebiliriz ki?
İstese bizim ‘tahrif edilmiş’ ilahi dinler dediğimiz Yahudiliği, Hristiyanlığı asla tahrif ettirmezdi de! 
İstese birçok din yerine tek bir din (yani tek bir anayasa) ilan ederdi ve asla onu kimsenin bozmasına da müsaade etmezdi. 
Bütün bunları yapabilecek kudreti herhalde vardı.
Hiç düşündük mü niçin yapmıyor veya yapmadı?
Onun düzeltmediğini(?) bizim yobaz dinbazlarımız cebir ve şiddete başvurarak düzeltmeye can atıyorlar. IŞİD kafalılar kan dökerek Allah’ın yanlışını (?) düzeltme peşindeler?
Bu ne büyük saygısızlık, bu ne büyük şirk, bu ne büyük terbiyesizlik!
Allah adına can alma vekaletini kimden alıyorlar dersiniz? 
Hani İslâm barış dini idi!
Nerdeee?

Allah yaratmış, istediği gibi de şekil vermiş, farklı olmasına itiraz etmemiş.
Sekiz milyar insanın yedi milyarı başka dinlere ve inanışlara mensup.
Bunu Allah görmüyor mu?
Yoksa düzeltmek istiyor da düzeltemiyor mu?
Haşa diyeceksiniz!
Bir de kalkıp sahtekarca ‘Bizim dinimiz hoşgörü dinidir’ diyeceksiniz!
Eee madem bu böyle ise, Allah istese istediği dini egemen hale getirirdi denirse, sen kim oluyorsun da ne hakla, kimin adına yaratılmışı, seninle aynı inançtan olmayanları hoş görüyorsun, ona güya anlayış gösteriyorsun, onun kusurunu güya bağışlıyorsun? 
Onun kusuru da tıpatıp senin gibi inanmaması, farklı yolla Allah’a yakarması!
Sana mı kalmış hoş görmek veya düzeltmek?
Sana bu önceliği veya bu önderliği kim armağan etmiş?

Ama yoook!
İş o kadar ucuz değil tabii.
Dur hele sen!

Hakikaten İslâm dini herkese saygı duyan bir din olsa, şu ruhbanlık olmasa, herkes kendinden mesul olsa, buna kimsenin karışma hakkı olmasa… bizim dinbazlarımızın, sahtekâr dinci hocalarımızın, şeyhlerimizin, tarikat başı olmuş uyanıklarımızın geçim kapısını genişletme, parayı götürme, çalışmadan üretmeden, alın teri dökmeden mala mülke konma-doyma, şatafat-ifrat içinde yaşama, sefa-bolluk içinde keyiflenme, bu halkın cebinden milyarlık konaklarda yaşama, milyarlık son model arabalara binme, saltanat sürme, tabii bütün bunlar için de iktidarlara yalakalık yapma, hakim olana dalkavukluk yaparak hak hukuk gözetmeden, doğruluğun-dürüstlüğün yanından yöresinden bile geçmeden her hırsızlığa-yolsuzluğa, yağmaya-talana, yalana-dolana bir kılıf giydirip meşrulaştırma, sırf bu küçücük(!) hizmet için de milletin cebinden yedi sekiz bakanlık bütçesini saçıp savurup harcama, kudurmuş gibi bir isrâf keyfiyeti-düzeni nasıl olacak, nasıl kurulacaktı o zaman değil mi?

Of ki of!
Şu ballı böreğe, dünyanın şu haram ama tadından yinmez nimetlerine bakasan hele!
Buna ne cevap verirler acaba?


‘İslamiyet’te ruhban yoktur!’ he mi?
Âlâsı vardır. Hiçbir dinde olmadığı kadarı vardır hem de, feriştahı vardır!
O sebeple Allah adına cennetler vadetmeler, deyim yerinde ise cennetten arsa satmalar, yanmaz kefenler icat etmeler, kabir azabından kurtaran metotlar, her Allah’ın günü bikrini bozup da ertesi gün tekrar bakir hale gelen filiz gibi kız ayarlamalar, Kevser şarabı akan ırmaklar, âlâ konaklar, sayfiye yerleri, yiyip içip lakin zinhar sıçmadan yaşamalar… 
(Allah’ın cennetine sıçacak değilsin herhalde! Hop! 
Ama akşama kadar 40 huri kızının bikrini güle oynaya, asla inmeyen ve daima dik duran o kutsî aletinle haşırt diye bozabilirsin! Onda bir beis yok canım, ona müsaade var tosunum-aslanım, üzülme!)

Gözleriniz kör olsun he mi yalancılar, düzenbazlar sürüsü!

Uyuz olun da kaşınmaya tırnak bulamayın he mi?
Siz varken şeytan bu dünyada nasıl barınabilsin ki?
Şeytan ayağını bile basamaz bu dünyaya! 

Çünkü sizden korkar, ödü patlar vallahi!

Bu Allaha şirk koşma, onun adına hükümler tesis edip, onun adına vaatlerde bulunma değil de nedir? 
Bu günah çıkarma, bu ruhbanlık değil midir?
Allah sizin gibi din adamlarının bin türlü belasını versin inşallah mı demeli? 
Başka ne denebilir ki size bilemedim şimdi?

Bu kadar mı namussuzca- hoyratça bu saf ve ârî din duygusu acımasızca, alçakça istismar edilir, bu kadar mı Allah korkusu ile bir toplum korkutulur da perperişan edilerek soyup soğana çevrilir?
Bu kadar mı Allah adına sahte oyunlar tezgahlanır, yalan dolan üretilir; her türlü namussuzluk, iftira, zulüm, hile, irtikap karşısında dilsiz şeytana dönüşülür?
Zerrece, bir gıdım, bir fiskelik vicdana da mı sahip değilsiniz?
Millet inim inim inlerken, yemeye kuru ekmek bulamazken Allah adını kullanarak maddî ve manevî manada nasıl bu kadar kepazece bir yağma ve talandır bu?

Ey din adamları, belki içinizdeki çok az dürüst insan dışında hepiniz ruhbansınız. Kul ile Allah arasında kendinize imtiyazlı bir elçi veya temsilci vazifesi icat etmişsiniz. 
Oysa Muhammed Peygamber ne demişti ruhban olmadığını anlatırken:
‘Ben sizin hükümdarınız değilim, ben de sizden biriyim.’
V
e bu sözle kendisinin ayrıcalıklı olmadığını, bir kutsiyete sahip olmadığını belirtmişti.

Şimdiki din adamları meseleyi o kadar azıttılar ki Muhammed Peygamberi çoktan geride bıraktılar. 
Hatta Allah’la sabah akşam görüştüğünü söyleyen meczuplar mı istersiniz…
İnsanları kurtarma adına Amerikan savaş uçaklarını düşürmeyi akıl edememişken Challenger Uzay Mekiği’ni kendilerinin düşürdüğünü söyleyecek kadar şirazesi bozukları mı istersiniz…
Depremi biz durdurduk, yoksa durum felaketti diyenleri mi istersiniz…
Çanakkale’de düşmanı bizim yeşil sarıklılar olmasa asla yenemezdik diyenleri mi istersiniz? 
(Ama şunu sormayız: ”Madem o kadar kudretiniz vardı Osmanlı bütün topraklarının beşte dördünden fazlasını kaybederken neredeydiniz ey melunlar?” demeyiz akıl edip de!)

SONUÇ NE Mİ OLDU?

*
Doğrusunu söylemek gerekirse bu haldeki yozlaşmış dinden soğuduk, uzaklaştık. 

*Bu sahtekârlara, din adamlarına, tarikatlara, tekkelere inancımızı yitirdik. 

*Bu inanılmaz boyutlara varmış çürümenin, kokuşmanın etkilerini, dönen dolabı Allaha şükür tez fark ettik.

*Dinî kurumların kapısından geçmez olduk.

*Din adamı görünce şeytan görmüş gibi tiksinti duymaya başladık.

*Onları avare, boş, yalancı, bilgisiz, üç beş ezber-kuru bilgi dışında okumayan, dünyadan habersiz, cahilin cahili, asla ders alınamayacak sahtekâr insanlar olarak görüp bellemeye başladık

*Ve o kutsallık hislerimizi kendi içimize, kendi manevî dünyamıza gömdük.

*Bir ruhbana, güya bir din ulusuna biat etmeyi, ondan feyz almayı, onda hikmetler aramayı seviyesizlik, sefillik olarak telakki ettik.

*
Yunus Emrelerdeki enginliği, o bâtıni derinliği şimdikilerde asla bulamayacağımızı, zerresine bile rastlayamayacağımızı hissettik.

*Hatta Yunus’a güya sahip çıkar görünürken onu da kendilerine benzetmek için Yunus’u acımasızca ve insafsızca istismar ettiklerini, onu anlayacak bir gıdım birikimlerinin, bilim adamlarına has ahlâklarının, doğruluklarının olmadığını da gördük…
 
*Ve Namık Kemal’in harika ifadesi ile izzet ü ikbâl ile dinî mekanlardan tamamıyla çekildik!
İyi de ettik!
Suç kimin peki?
Bizim mi?
Ama o kadar huzurlu, o kadar münzevi, o kadar mutedil ve siz ruhbanlar gibi namaz kılmadan, oruç tutmadan, Haccı düşünmeden, kurban kesmeden, sevap istif etmeden ama insanlığımızla, duyarlılığımızla, maneviyatımızla o kadar mütedeyyino kadar rahat ve mutluyuz ki!

Bizim gönlümüzü de Yunus’umuz besliyor daima:

Dervişlik baştadır tacda değildir
Kızıllık oddadır sacda değildir
Ararsan rabbini özünde ara
Kudüs’te Mekke’de Hacda değildir

Yunus gibilere selam olsun!

Bir karara tuttum karar
Benim sırrıma kim erer
Gözsüz beni nerde görer
Gönüllere giren benem

Önceki İçerikKullanım Tarzı Olarak Motosiklet Çeşitleri
Sonraki İçerikFelsefe Yazıları: ‘İnsanın Farkında Olmadığı Şey Onun İçin Yoktur’ 
Eğitimci, Oyun Yazarı ve Yönetmen ÖZGEÇMİŞ: 1954 Tirebolu doğumlu Eskişehir Anadolu Üniversitesi Türk Dili Edebiyatı Bölümünü ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. 34 yıl çeşitli liselerde Edebiyat Öğretmenliği ve Müdürlük yaptı. 4 yıl Kültür Üniversitesi’nde Öğretim Görevlisi olarak çalıştı. ESERLERİ: Bir Poşet İstanbul Toprağı (Roman, 2012 Yunus Emre’yi Kim Öldürdü (Roman dosyası) Devlet Tiyatroları Repertuarına Alınan Oyunları (2012): Vah Güzel İstanbul Yunus Emre’yi Kim Öldürdü? Yaşamın Kıyısında Zirzop Kral Aldığı Ödüller: BASÜBADELMEVT oyunu Kör Sema Oyun Yazma Yarışması, Birincilik Ödülü NUH’UN AĞRISI oyunu Aydın Üstüntaş Jüri Özel Ödülü Yazdığı Diğer Oyunlar: Mutluluk Tarifleri, Kulüp Paragöz/ Anatolia Yolu / Yurdun Seni Çağırıyor Nazım/ Son Oidipus/ Savaş Devam Ediyor/ İyi Aileler İyi Çocuklar/ Bir Ateş Ver (Kahır Yolcusu Bir Zamane Dervişi: Ruhi Su), Melekut, Girdap Nasrettin Hoca’nın Biri Bir Gün (Çocuk Oyunu) Kuşlar Cumhuriyeti (Çocuk Oyunu) Gençlik Tiyatroları Festivallerinde kendi yazıp yönettiği oyunlarla ödüller almış; Yunanistan ve İsviçre’de bu oyunlarıyla turneler yapmıştır. Oyunları ülkenin birçok şehrinde amatör veya yarı amatör topluluklarca; üniversite-lise, ilköğretim tiyatro topluluklarınca oynanmıştır. 2013’ten beri Amerika’da yaşamaktadır.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz