- Elveda - 23 Şubat 2023
- Prof. Dr. Celal Şengör’ü Nasıl Bilirim? - 22 Şubat 2023
- Sayın Bahçeli, Allah Rızası İçin, Şu Millet İttifakının CB Adaylığı Konusuna da Bi El Atsan!.. - 21 Şubat 2023
Orhan Yılmaz: Sayın Başkanım, öncelikle binaların ruhsatlandırılması sırasında, sizin Ödemiş Belediyesi olarak bir farkındalığınız oldu mu?
Mehmet Eriş: Ödemiş Belediyesi, depremsellik açısından Türkiye’de daha önce hiçbir belediyede uygulanmayan “Demir vizesi” denilen uygulamayı başlatmıştır. Bu Demir vizesini şöyle anlatayım.
Bir inşaata başlıyorsunuz, temel atmadan itibaren bizim ekiplerimiz inşaatın her aşamasını titizlikle inceliyor. Eğer uygulama mevzuata uygunsa, ekiplerimiz vize veriyor, değilse mevzuata uygun hale gelinceye kadar onayı bekletiyor. Biz bu uygulamayı başlattığımızda, bu sistem ile çalışan tek belediye Ödemiş Belediyesi idi.
Ancak, 1999 Gölcük Depremi’nden sonra, bu konudaki yasal mevzuat değişti. Ancak değişen mevzuatın pratikte uygulanması kolay ve yeterli değil idi. Bizim uyguladığımız Demir Vizesi uygulamasında, inşaatın her aşamasında belediyeden kim onay vermişse, onun sorumluluğu vardı.
Ancak şu anda mevzuat değişti, uygulanabilirliği azaldı. Bu yüzden kaçak yapılar v e mevzuata uygun olmayan binalar arttı. Buna paralel olarak da yapıların sağlamlığı ve güvenliği azaldı. Bunun neticesinde, Türkiye’nin neresinde mevzuata uygun olmayan bir inşaat nedeni ile ölüm olayı olsa, biz bunu “İnşaat cinayeti” olarak adlandırıyoruz.
O.Y.: “Deprem öldürmez, bina öldürür” sözü size neyi hatırlatıyor?
M.E.: Bir bina 20-30 yıllık olabilir. Bir depremde çökmüş de olabilir. Ancak 1 yıllık, 2 yıllık bir bina depremde çökmüş ise, “Bu bina niçin çökmüş, niçin yıkılmış” diye sorulması gerekir.
Böyle olunca “Deprem öldürmez, bina öldürür” gerçeği ile karşı karşıya kalıyoruz. Türkiye’nin herhangi bir yerinde meydana gelen bir deprem sonucunda, bakıyorsunuz bir binanın camı bile çatlamamış, ama yanındaki bina çökmüş, yıkılmış ya da oturulamayacak durumda.
O zaman devler olarak, sivil kuruluşlar olarak, odalar olarak ve özel şahıslar olarak en iyi binayı kurmak zorundayız.
Şu anda medyadan öğrendik ki, bu son Kahramanmaraş merkezli 2 deprem sonucu meydana gelen zarar 90 milyar TL civarında. Parasal zarar önemli değil, ancak ölen insanları nasıl geri getireceksiniz? Elbette mümkün değil.
O.Y.: Konuya imar barışı açısından bakarsak, ne durumdayız?
M.E.: Devlet olarak bir imar barışı uygulaması yapılınca, vatandaşlardan para alındı, imar yanlışlıkları affedildi ama neticede bir depremde bu binalar çöküyor, yıkılıyor. Demek ki bu imar barışı uygulaması doğru bir uygulama değil. Bu konuda bazı tedbirlerin alınması gerekirdi.
Öncelikle, yapılan bir “imar barışı” değil, “hayat ile barış” olmalı idi. Dünya Bankası veya Avrupa’da mevcut diğer bazı fonlar ile kentsel dönüşüm gerçekleştirerek, çürük binaları sağlam binalar haline dönüştürmeliydik. Ayrıca bu dönüşüm hızlı başlamalı ve devam etmeliydi.
İkincisi Ödemiş Belediyesi, inşaat ruhsatı işlemleri bakımından Türkiye’deki en titiz belediyedir.
İnşaat aşamasında, iş sadece müteahhit ile bitmiyor, inşaat ustası da önemli. Gözden kaçırılan bir nokta, bazı inşaat ustalarının yetersizliğidir. Bu yüzden inşaat ustalarının eğitilmesi gerekir.
Örnek vermek gerekirse, kiriş ve kolanların demir aksamını yaparken, dikdörtgen şeklindeki “Etre” denilen demirler, uzun demirlere bağlanır. Bu etrelerin bağlanması sırasında, birkaç tanesinin gevşek şekilde bağlanması, sonradan meydana gelecek bir deprem sırasında o kirişin veya kolonun oradan kırılmasına ve binanın çökmesine veya ağır hasar görmesine yol açabilir.
Bu yüzden bir bina inşa edilirken, öncelikle kiriş, kolon ve tabliyelerden meydana gelen ve “inşaatın iskeleti” adını verdiğimiz, iskelet yapısının çok sağlam ve mevzuata uygun yapılması gerekir. Aksi takdirde o bina insanların mezarı konumuna dönüşür.
O.Y.: Başkanım, zaman siz devletin bu konuda bir düzenleme yapması gerektiğine inanıyorsunuz, değil mi?
M.E.: Evet, burada devlete düşen önemli bir görev var. Örneğin ben deprem bölgesine hemen gidemedim. Bu yüzden şahsen utanç duyuyorum.
Türkiye’nin, bir EMASYA Planı gibi, bir “Deprem Planı” olmalı. Bunun askeri anlamda söylemedim, tamamen sivil bağlamda söylüyorum. Bu plan, devletin herhangi bir kurumuna bağlı olabilir, AFAD’a bağlı olabilir, o ayrı bir konu.
Böyle bir plan olsaydı, ilk deprem 6 Şubat günü 04.17’de meydana mı geldi, ben Ödemiş’ten saat 05’de yola çıkmalıydım. Çünkü zaten deprem bölgesindeki belediyeler de zarar görmüş durumda, onların personeli de canının veya yakın aile efradının derdine düşmüş durumda.
Ödemiş’ten deprem bölgesine gitmeye kalktığınız zaman, normal şartlarda yolculuk 15 saat sürüyor. Hadi diyelim 13 saat sürsün. Daha çabuk varma imkânınız yok, çünkü herkes deprem bölgesine doğru yola çıkmış ve bir trafik yoğunluğu var.
Oranın iklim şartlarını da göz önüne almak gerekiyor. Örneğin Adıyaman Sincik’de 2 metre kar vardı.
O.Y.: Bu son depremde, bizim teknoloji yönünden herhangi bir zaafımız ortaya çıktı mı, sizce?
M.E.: Bu depremde, termal cihazların önemi ortaya çıktı. “Enkazda canlı var mı?” ile bu iş yapılmaz. Ya adam bayıldıysa, bunu bilemeyiz. Ama termal cihazlar bu baygın ya da uyuyan kişileri bulabilir.
Bu depremden sonra yapılacak en önemli şeylerden birisi, yerel yönetimlerin bir deprem durumunda yapması gerekenleri bir yasal durum haline getirmek gerekir.
Örneğin biz deprem bölgesinde iken daracık sokaklar vardı ve oralara insanlar henüz girmemişti. Ben 3. Gün oradaydım. 4. Ve 5. Gün de o sokaklara giren olmamıştı.
Profesyonel ekipler yoktu, gönüllüler vardı. Gönüllüler, “Belki bir can daha kurtarabiliriz” umudu ile enkazlara giriyordu.
Türkiye bir deprem ülkesi ve biz depremle yaşamayı öğrenmeliyiz. Depreme göre yapılarımızı inşa etmeliyiz ve yaşam tarımızı belirlemeliyiz. Ben ce burada en önemli görev yerel yönetimlere düşüyor.
O.Y.: Olası bir depreme hazırlık konusunda yabancı bilim insanlarından ayrdım aldınız mı?
M.E.: Evet, biz Japon bilim insanları ile de konuştuk, beraber çalışma yaptık. Japon bilim insanları;
-“Biz depremin olacağını biliyoruz. Yerini de biliyoruz. Sadece ne zaman olacağını bilmiyoruz. Bu nedenler bir yerde meydana gelecek depreme karşı gerekli önlemler alınırsa, insan ve mal kaybı en aza indirilebilir” dediler.
O.Y.: Kamu binaları konusunda yeni bir yaklaşım olmalı mı sizce?
M.E.: Elbette. Bence kamu binaları ihaleye çıkartılırken, en az % 20 fazla fiyatla ihaleye çıkartılmalı. Yani bir hastana, okul ya da herhangi bir kamu binası yapılıyorsa, masraftan kaçılmamalı ve gerekli sağlamlıkta inşa edilmelidir. Çünkü hiçbir kamu binası kar amaçlı inşa edilmez, hizmet amaçlı inşa edilir.
Video ve filmlerde görüyoruz. Sağlam bir hastanede hemşire çocukları kucağına alıyor ve dışarı çıkartıyor. Hastana yıkılmıyor bile. Bu yüzden kamu binaları, savaş ve afet durumlarında en kolay sığınılabilecek yerler konumuna düşer.
Ben depremde ölen vatandaşlarımızı rahmetle anıyorum. Geride kalan acılı ailelerine sabır diliyorum.
Bu söyleşi imkânını bize verdiğiniz için Ocak Medya’ya da teşekkür ederim.