Kaderimiz olan ne; ölmek mi, ders almak mı?

0
Latest posts by Kadir Durgun (see all)

Asrın depremini yaşadık; Jeolojik ve sosyal artçılar devam ediyor. Çaresiz kaldık; kolumuz kanadımız kırıldı. Deprem, turnusol oldu bizim için; kalitemiz ortaya çıktı; kendimizi, birbirimizi test ettik; “Biz neymişiz meğer?” veya “Biz böyle değildik, bize ne oldu?” dedik. Birlikte yaşadığımız kuzuların, bulanık havada nasıl kurt oluverdiklerini gördük; ayni zamanda it ürüse de kervanın yürüyeceğine olan inancımızı daha da kuvvetlendirdik. 

Merkez üssünün Kahramanmaraş olduğu bilinen depremle birlikte zeminin üç, beş hatta otuz metre kadar kaydığı söyleniyor. Tarihte eşi emsali pek yokmuş böyle bir depremin. Medyada, yer kabuğundaki çatlamalar, kaymalar sık sık gösteriliyor, bizler şaşkınlık yaşıyoruz. Kayan, çatlayan, ıslahı mümkün olmayan zihinlerin farkında değiliz, buna hiç şaşırmıyoruz. 

Depremden kurtulan bir çocuk, yardım ekibine ısrarla annesin ve babasının göçükte kaldığını söylüyor. Ekip sesleniyor; ancak bir cevap alamıyor. Çocuğun ısrarıyla bir süre devam ediyor göçüğe doğru seslenmeler. Gelen sesten sonra, kısa bir kazı çalışması neticesinde anne ve baba kurtarılıyor. Kendilerine, kazı öncesi yapılan çağrıya niçin cevap vermedikleri sorulduğunda iki depremzede “Biz Suriyeliyiz, Türkçe bilmiyoruz, Arapça cevap verseydik belki bizi kurtarmazdınız, diye düşündük.” diyorlar. Ülkemizde yıllardır oluşturulan “ırkçılık” algısının somutlaşan çirkin yüzüne şahit oluyor, utanıyoruz. Hala utanmayanlar var. 

Siyasi kokartlı biri çıkmış, video çekmiş. “Yandaş ve hükümet destekli yardım kuruluşları öncelikle kendi yandaş depremzedelerini kurtarıyor, onlara yardım ediyor, diğerlerini görmezlikten geliyor.” diye bağırıyor. Yine bir sosyal medya platformunda bir bayan, deprem alanında devletin acizliğinden söz ediyor ve “Alevi mahallelerine gidilmiyor.”diye ağlıyor. Daha sonra anlaşılıyor ki, o bayan muhalefetteki bir siyasi partinin reklam ajansında çalışıyormuş. Kör siyasetin ve sağır muhalefetin, insani acıların en trajik olanının yaşandığı depremi bile istismar etmesinin iğrençliğine bir kez daha şahit oluyoruz. 

“Çöplüğü karıştıranlar, köpeklerdir.” der Necip Fazıl. Memleket yıkılmış, yangın yerine dönmüş, canlar yıkıkların altında feryat ederken bazılarının çıkıp yapılaşmayla ilgili geçmiş yıllardaki suiistimaller, yanlış politikalar üzerine muhalefet yapma fırsatçılığına soyunduklarını da gördük. Yanlış zamanda yanlış laf üretenlere bu milletin niçin yüz vermediğini daha iyi anladık. Her hata konuşulmalıdır. “Havlamayı bilmeyen köpek, sürüye kurt getirir.” der atalarımız. Acılarımız bitmeyecek, ancak azaldığında yapılan her türlü idari, mimari, siyasi yanlışlık konuşulmalı, herkes suçu oranında cezalandırılmalıdır. Adalet, bunu gerektirir.

Samimi dindarlığından şüphe etmediğim birinin telefonda konuşmasına muhatap oluyorum. Memlekette bu kadar ahlaksızlık, zina varken depremin İlahi bir uyarı ve ceza olduğundan söz ediyor. “Ahlaksızlığı, zinayı başka bölgelerdeki insanlar yaptığı halde bunun cezasını niye deprem felaketine uğrayanlar çeksin, bu Allah’ın adaletine aykırı değil mi, yıkılan binalar sağlam zeminde usulüne uygun şekilde yapılsaydı bu kadar insan ölür müydü?” diye soruyorum, ikna edici cevap alamıyorum. Biz dini de yanlış anlıyor ve uyguluyoruz. “Başınıza gelen her musibet, kendi ellerinizle yaptıklarınız yüzündendir…”, “Allah, aklını kullanmayanları pisliğe mahkum eder…” ayetlerini, bize sorumluluk yüklediği için görmezden geldiğimize bir kez daha şahitlik ediyorum. Kederimizi, kader diye izah etme kolaylığına ve istismarına yöneliyoruz. Kader, belayı davet etmek değil, musibetlere karşı tedbirli ve uyanık olmaktır. Deprem yıkar, soğuk üşütür. Sen tedbirini alırsan ne depremde ölürsün ne de soğukta üşüyüp hasta olursun. Allah’ın insana kader diye verdiği akıl, bunu yapmayı gerektirir. 

 “Aklını başına al.” der büyüklerimiz. Biz aklı başında değil, yüreğinde olan bir milletiz. Mağdura, mazluma, düşküne yardım etme konusunda her türlü fedakârlığı yapıyoruz. Yüce gönüllülüğe sahibiz, dünyada emsalimiz yok. Memleketimin insanı, tereddüt etmeden yardıma koştu, yardım gönderdi, insanüstü bir çabayla depremzedeleri göçükten çıkardı, imkânlarını bağışladı, evine misafir etti. Kendisine “Bu millet yıkılmaz.” dedirtti. Gördük ki yüreğimize yerleşen aklımız, başımıza hayli mesafeli kalmış. Aklımız, yüreğimizde yer ettiği kadar, kendine başımızda yer bulabilseydi, binalarımızı güvenilir zeminlerde, bilimin gerektirdiği ölçülere göre yapardık; inşaat malzemesinden çalma ahlaksızlığının ve çabuk zengin olma ihtirasının doğuracağı sonuçları öngörebildik. 

Her toplum, layık olduğu gibi yönetilir. Kumaş kalitemiz bu. Hangi siyasi terzi gelirse gelsin, bu kumaştan bu kalitede elbise çıkacaktır. Öncelikle kumaşın kalitesini artırmak gerekir. İşe, zamanımızı işgal eden, ümitlerimizi çalan, hayallerimizi yıkan siyasi kişilerle başlamak gerekir. Balık, baştan kokar.

Kavga etmeye gerek yok. Asrın felaketiyle anladık ki, biz “bu”yuz. Bir taraftan yaralarımızı sararken bir taraftan da kaliteli insan ve toplum oluşturma sürecini başlatmalıyız. Din anlayışımızı, siyasi ahlakımızı, fiziki alt yapımızı, konjonktürümüzü, doğru bildiğimiz yanlışlıklarımızı, iktisadi yapımızı, varlık nedenimizi cesaretle sorgulamalı, tartışmalıyız. Sıkıntılarımızı çözmeliyiz. Şerden hayır çıkarma kaderi böylece tecelli etmiş olsun. 

Bir daha soralım: “Kaderimiz olan ne; ölmek mi, ders almak mı?”

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz