Kerbela Faciası (2) Gerçekte Kerbela’da neler oldu?

0
Mehmet Gündoğdu
Latest posts by Mehmet Gündoğdu (see all)

Kerbela Faciası (1) başlıklı yazımızda, Hz Ali (r.a)’ın şehit oluşundan başlayarak, Hz. Hüseyin (r.a)’ın Kûfe yakınlarına gelişine kadar geçen süreçi, Kerbela’ya giden tarihi süreçi  yazmıştık. 

Şimdi bu bölümde de Kerbela’da neler olduğunu yazdık.  Buyurun ikinci bölümü okuyalım.

1-Emevilerin Hz. Hüseyin´i, ve beraberindekileri Kûfeye ulaşmadan durdurmaları

Bu süreçte Kûfe valisi Ubeydullah b. Ziyad, Hz. Hüseyin´i durdurmak için Husayn b. Numeyr´i, o da Hürr b. Yezid´i görevlendirdi. 

Kûfe’ye doğru yoluna devam eden Hz. Hüseyin, ‘Zû Husum’ denilen yerde, Hürr b. Yezid komutasındaki Kûfelilerden oluşan bin kişilik bir askerî birlikle karşılaştı. 

Kûfeliler Hz Hüseyin’ne yaptıkları vaatlerden vazgeçmişlerdi. Gönderdikleri o mektupları sanki onlar yazmamış gibi halleri vardı. Hz. Hüseyin (ra), onlara şöyle seslendi.

«Ey insanlar! Allah da biliyor, siz de biliyorsunuz ki, ben buraya, sizin gönderdiğiniz mektup ve elçiler üzerine geldim. Halifeniz olmadığını, benimle durumunuzun düzeleceğini yazmıştınız. Eğer bana verdiğiniz sözlerinizde duruyorsanız, şehrinize girerim. Aksi halde sözünüzü yerine getirmez ve benim gelişimden dolayı rahatsız olursanız geldiğim yere geri dönerim.» 

Kimseden bir ses çıkmayınca Hürr b. Yezid cevap verdi: “Sizinle karşılaştığımızda bir an bile beklemeden sizi yakalayıp, Kûfe’ye Ubeydullah b. Ziyad’a götürmemiz emredildi”. Dedi.

«Ölüm bundan daha iyidir.» diye söylenen Hz. Hüseyin (ra), adamlarına, atlarına binmelerini, geri döneceklerini söyledi. Fakat Hürr b. Yezid bırakmıyordu. Kafileyi ikinci bir emre kadar Kûfe ve Hicaz yolları dışında başka bir istikamete sevk etti. 

Üst yönetimden gelen haberler değişmediği ve Hz. Hüseyin için bir serbestlik ön görmediği için nihayet kafile, su ve erzak temininde, ayrıca çevre ile irtibatta zorluk çekilecek bir yerde konaklamaya zorlandı. Burası, Bağdat ile Kûfe arasında bulunan Kerbela idi. 

2- Vali İbn Ziyad´ın, biat etmezlerse sularını kesin emri 

Bu arada makam mevki ihtirası ile bilinen ve Rey valiliğinden vazgeçemeyen Ömer b. Sa´d b. Ebî Vakkas, yakın akrabalarının onay vermemesine rağmen, valilikçe emrine verilen 4000 kişilik askerî birlikle Hz. Hüseyin´in hakkından gelmek görevi ile Kerbela´ya intikal etti.

Ömer b.Sa’d b. Ebî Vakkas Hüseyin’e bir elçi göndererek,  oralara kadar niçin geldiğini sordurdu. Hüseyin ise;

«Hemşehrileriniz bana kendilerine gelmem için mektuplar yazmışlardı. Onun için gelmiştim. Eğer şimdi istemiyorlarsa geri dönerim.» diye haber gönderdi. 

Ömer’den bu haberi bildiren mektubu alan İbn Ziyad: “Şimdi, pençelerimizi uzattığımız zaman mı kurtulmak istiyor? Bu zaman kurtulma zamanı değil artık.” şeklinde bir şiir söyledi ve Ömer’e bir mektup yazarak, Hüseyin’den Yezid için bîat almasını emretti.

Eğer Hüseyin bu teklifi kabul ederse mesele biter. Aksi halde orada bulunan tek su kaynağıyla alâkalarını kes ve onları susuz bırakarak muhasara altına al. Dedi.

Ömer b. Sa´d, ikbal için düştüğü bu yolda, Hz. Hüseyin´i biat’e ikna ederek fazla yara almadan meselenin içinden çıkmak istiyordu.

Fakat Hz. Hüseyin´in biat’ini boş yere bekleyecekti. Biat etmezse başına felâketler gelebileceği söylemi de sonucu değiştirmeyecekti.

Bu gelişme üzerine Ömer b. Sa´d, valinin isteğine uyarak Hz. Hüseyin´in adamlarıyla nehir arasına 500 askerini yerleştirerek suya erişimlerini kesti.

Hz. Hüseyin´in şehadetine üç gün kala, Benî Ümeyye ordusunun İbn Ziyad´ın emrine uyarak yaptığı bu işten sonra kafile susuzluk problemi yaşamaya başladı. Üstelik kafilede kadınlar ve çocuklar da vardı.

3- Hz. Hüseyin´in anlaşma teklifleri

Hz. Hüseyin, Ömer b. Sa´d´a üç alternatifli bir teklif yaptı:

1- Ya Hicaz´a dönmeye izin verilmesi,

2- Ya da Şam´a gidip Yezid´le bizzat görüşmesine imkân verilmesi,

3- Veya bir sınır şehrine gitmeye müsaade edilmesi. Bu takdirde oralarda ömrü boyunca din hizmetlerini yerine getirme gayreti içinde olurdu.

Ömer b. Sa´d b. Ebî Vakkas, bunlardan birinin gerçekleşebileceği ümidiyle Hz. Hüseyin´in taleplerini derhal valiye ulaştırdı.

Fakat valinin yanında bulunan Şemir b. Zilcevşen, valiyi son derece tahrik etti ve Ömer b. Sa’d b. Ebî Vakkas onunla gece yarısı gizlice görüşerek Hz Hüseyin´e tolerans gösterdiğini îma etti.

Bunun üzerine vali, Ömer b. Sa´d´a gönderdiği yazıda Hz. Hüseyin ve adamlarının alternatifsiz olarak biat’inde ısrar ediyordu. Üstelik emre uyma hususunda Ömer b. Sa´d´ın nasıl davranacağı da valinin adamlarınca izlenecekti. Valinin ve yakın çevresinin bu konuda hiç de müsamahakâr davranmayacağı anlaşılıyordu.

Esasında Ömer b. Sa´d, Hz. Hüseyin´in isteklerinden birinin gerçekleşmesiyle problemin şiddete başvurulmaksızın çözülmesinden yana idi. Ama validen gelen talimat farklı bir şey söylüyordu. Hz. Hüseyin ve adamlarının kesin olarak biat’i isteniyordu, biat vermeyenlere zor kullanılacaktı.

4- Hz. Hüseyin´in rüyada Resulullahı görmesi

Ömer b. Sa´d´ın durumu iletmek üzere birkaç askerle Hz. Hüseyin´e doğru yürüdüğü dakikalarda o, kılıcına dayanmış vaziyette hafifçe uyumuş ve rüyasında dedesini (Hz. Peygamber´i) görmüştü. Rasul-i Ekrem (s.a.s.) ona kendi yanına gelmekte olduğunu söylüyordu.

Kız kardeşi Zeynep (r. a), bunu Hazreti Hüseyin´in ölümünün yaklaştığı tarzında yorumlayarak ‘Vay başımıza gelen’! diye feryat etmişse de Hz. Hüseyin onu teskin etti.

Kendisine doğru gelmekte olan Ömer b. Sa´d başkanlığındaki heyetle görüşmek üzere kardeşi Abbas başkanlığında bir heyeti gönderdi.

Ömer, onlara validen gelen mektubun muhtevasından bahisle vaziyetin Hz. Hüseyin´e haber verilmesini rica etti.

Abbas, karşı tarafın rahatsız edici haberlerini Hz. Hüseyin´e arz edince durumun nezaket ve vehametini anlayan Hz. Hüseyin, Abbas´ı tekrar göndererek Ömer b. Sa´d´dan dokuz muharremi on muharreme bağlayan gece sabaha kadar mühlet istedi.

Geceyi, ibadetle, Kur´an´la, zikir, dua, tövbe ve istiğfarla geçirdi. Öte yandan o gece -daha önce de yaptığı gibi aile yakınlarının geri dönmelerinde ısrar ettiyse de hiçbiri bu teklifi kabul etmedi. Bunun üzerine çadırlar birbirine yaklaştırıldı, kadın ve çocuklar çadırlara yerleştirildi. Erkekler de çadırların çevresinde mevzilendiler. Savaş vaziyeti alındı.

5- Çarpışmanın başlaması ve orantısız güç kullanımı

Hz. Hüseyin, 10 Muharrem sabahı, karşısındakilere; dedesinden, şehitlerin efendisi Hz. Hamza´dan, Mute şehidi Hz. Cafer-i Tayyar´dan, ehlibeyt hakkında varit olan nebevî müjdelerden bahsetti. Ben, Fâtıma´nın has oğlu değil miyim? dedi. Kûfelilerin mektuplarına değindi.

Fakat karşısında kadir bilmez, menfaat ve dünya çıkarlarına boyun eğmiş, ikbal ve şöhreti tercih etmiş nadan bir topluluk vardı.

Sadece Hürr b. Yezid, Hz. Hüseyin´e gelip özür diledi, onun yanında kaldı ve hiç ayrılmadı. Hürr, çok cesur bir adamdı. Çevresindekiler onu kınasalar da o, Yemin olsun ki, öz canımı cehenneme atacak değilim! Elbette cennete girmeyi arzu ediyorum! diyerek hangi safta, niçin durduğunu anlatmaya çalıştı.

Bu şartlarda çarpışma başladı. Çarpışmalarda karşı tarafın acımasızlığı had safhada idi ve giderek şiddetlenmişti. Tabii ki Hz. Hüseyin´e karşı asla insaf ve merhametle bağdaşmayan orantısız güç kullanılıyordu.

Bu süreçte Hz. Hüseyin cephesinde çok sayıda şehit verildi. Bu acılara şahit olan, Hz. Hüseyin, Yüce Allah´a şöyle yakarıyordu:

Allahım! Eğer gökten bir zafer ihsan etmeyeceksen, bunu daha hayırlı bir şeyin sebebi kıl ve bu zalimlerden sen intikam al!

İleri safhalarda, çarpışmanın Hz. Hüseyin çevresinde yoğunlaştığı görülüyordu. Hz. Hüseyin susuzdu; Fırat´a doğru kılıç salladı, oğulları Ebu Bekir, Abdullah, Cafer, Osman gözleri önünde şehit düştüler.

6- Hz. Hüseyin´in şehadeti

Hüseyin Fırat´a yaklaştı, fakat Husayn b. Numeyr´in attığı bir ok, boğazına isabet etti. Hz. Hüseyin, Allah Rasulü (s.a.s.)´nün torununa bunu reva görenleri Hak Teala Hazretlerine şikâyetle çadırlara döndü.

Bu esnada Emevi ordusunun komutanları arasında acımasızlığıyla tanınan Şemir, yaklaşık on adamıyla Hz. Hüseyin ailesinin bulunduğu çadırı kuşattı.

Adamları da vahşi yırtıcılar gibi Hz. Hüseyin´e saldırdılar. Hz. Hüseyin, yaralı bir ceylan gibi yere düştü, şehadet şerbetini içti.

Sinan b. Enes en-Nahaî, başını keserek Kûfe´ye götürülmek üzere Havaley´e verdi. (10 Muharrem 61/10 Ekim 680.)

Bu sırada Hz. Hüseyin 57 yaşındaydı, bedeninde 33 mızrak, bir o kadar da kılıç yarası vardı. Yirmi üçü ehlibeytten olmak üzere 72 şehit vardı. Karşı taraf 88 kayıp vermişti.

Benî Ümeyye ölüleri defnedildi, şehitler ise meydanda bırakıldı.Benî Ümeyye ordusu oradan ayrıldıktan sonra Benî Esed´den Gâdiriyye köylüleri gelip şehitleri defnettiler.

Ömer b. Sa´d, ehlibeytten geri kalanları ve Hz. Hüseyin´in kesilmiş başını getirip İbn Ziyad´a teslim etti, o da Şam´da bulunan Yezid´e gönderdi.

7- Emeviler İslam tarihinde unutulmayacak büyük bir facia işlediler

Rasul-i Ekrem (s.a.s.)´in bu aziz torununa reva görülen muamele, doğrusu anlaşılır gibi değildi, hüzün verici ve göz yaşartıcıydı. Çağlar´ı delerek kıyamete kadar devam edecek ve müslümanları derinden yaralayan elim bir hadise idi.

Bütün bu olup bitenden anlaşılıyor ki, hadisenin cereyan ettiği dönemde iktidarı elinde tutanlar, Hz. Hüseyin´in meselesini, davasını, yürüyüşünü anlama konusunda ciddi bir çaba göstermemişler ve ona karşı güç kullanmaktan başka bir şey düşünmemişlerdir. Ne yazık ki iktidarı oluşturanların basiretsizlikleri ve duyarsızlıkları neticesinde kıyamete kadar unutulmayacak bir facia ortaya çıkmıştır.

8-Hz. Hüseyin´in vefatından önce tüm Müslümanlara mesajı!

Bize düşen, Sünni olsun Alevi olsun bir Müslüman olarak Sevgili Peygamberimiz´in dünyadaki reyhanlarından/çiçeklerinden bir çiçek ve cennet gençlerinin beyefendisi olan ehlibeytin göz bebeği Hz. Hüseyin´in şehadetinin manasını, onun haksızlığa karşı çıkışındaki şuuru kavramak ve kendisinin de dediği gibi davası uğruna canını feda etmesinin Müslümanlara muhabbet ve birlik-beraberlik olarak dönmesini sağlamaktır. Nitekim ölmeden önce onun son sözlerinden biri anlam itibariyle (yaklaşık olarak) şöyledir:

“Yüce Rabbim! Gökten merhametinle bana güç kuvvet indirerek düşmanlarıma beni galip getirmeyeceksen, benim şehadetimi Muhammed ümmetinin hayrına, kurtuluşuna vesile kıl. Haksızlığa, zulme, dayatmaya karşı, hak adına yürüdüm. Gerekirse bu uğurda canımı vereyim. Eğer galip gelemeyeceksem, sırtım yere düşecekse hak dava uğruna akan kanımı bir hayrın, Müslümanların bir silkinişinin, güçlenmesinin ve ibret sebebi kıl”!

İşte Hz. Hüseyin´in vefatından önce tüm Müslümanlara mesaj niteliğinde söylemiş olduğu bu sözler, kıyamete kadar gelecek tüm Müslümanlar için derin anlamlar taşımaktadır. Evet, bu mesaj gerçekten çok önemlidir. Zira Hz. Hüseyin bu sözleriyle  bizzat kendisi, bize Kerbela´yı nasıl anlamamız gerektiğini açıklamaktadır.

Kerbela faciasını doğru okuyup, doğru anlamak

Esasen Hz. Hüseyin, İslami değerlere uymayan, Hz Muhammed(s.a.v) ve arkasından gelen Hulefa-i Raşidin ) uyguladığı İslam siyaset geleneğine ters düşen, tahribatı tüm toplum kesimlerini ve Müslümanların gelecek yüz yıllarını kapsayacak olan bir yanlışlığa, zulme-zalime,  hak ve adalet duygusuyla,  karşı çıkmıştır.

 Asrı Saadette ve arkasından gelen Hulefa-i Raşidin döneminde olduğu gibi, İslamın evrensel değerlerini yeniden ihya etmek için yola çıkmış ve kutsal davası uğrunda şehit düşmüştür.

Her Müslüman, Yezid´e karşıdır, Hz. Hüseyin´in davasındaki samimi mücadelesini muhabbetle desteklemekte ve Peygamber Efendimizin aziz torununa gönül bağlamaktadır.

Milletimiz, ehlibeyt sevdalısıdır; tekrar söyleyelim ki milletimiz içinde Yezid taraftarlığı tarihin hiçbir döneminde olmamıştır, bugün de yoktur.

Dolayısıyla Kerbela konusunu bütünleşmenin dinamik bir unsuru sayacakken, kör bir gadap ve hiddetle yola çıkıp kaba saba ithamlara basamak yapmak, hiçbir zaman tasvip edilemez.

Bu yüzden diyoruz ki, Hz. Hüseyin Efendimize reva görülen muamele sebebiyle ağlamak ne kadar muhteremse, bu acıklı hadiseyi doğru okuyup doğru anlamak, doğru sonuçlar çıkararak ibret almak ve toplumun bütünleşmesine vesile kılmak da o derecede hatta daha ziyade önem taşımaktadır. 

İnanıyoruz ki, Allah Rasulü´nün mümtaz torunu Hz. Hüseyin´in bizden beklediği ve istediği de budur.

Bu olayda müslümanlar arasında sevgi, saygı, hakka, hukuka riayet, insana hürmet, insanın fikrine önem vermek, dinlemek, anlamak yok olmuştur!  Dolayısıyla bizler, İslam toplumunda insanlar arası ilişkilerde kaybolan bu değerleri yeniden öne çıkarmalıyız.

Bu vesile ile ifade etmek gerekir ki, her yıl muharrem ayında Kerbela Faciası´nı, acıların tazelenmesi, yaraların yeniden açılması için değil; Hz. Hüseyin Efendimizin, uğrunda canını feda ettiği hak, adalet, rahmet, merhamet, müsamaha, şefkat duygu ve değerlerinin yeniden ihyâsı ve her meslekteki insan ilişkilerine yeniden yansıması için anmalı”yız!

 Vesselam!

Kaynak:

T.D.V, İslam Ansiklopedisi. “Kerbela”mad.

Prof. Dr. Hüseyin Algül, “Kanayan Bir Yara, Gönül Sızlatan Bir Facia, KERBEL”, Ensar neşriyat.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz