CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, TV100’de konuşurken alt bantta SADAT’ın reklamı ekrana verildi. Konuya ilişkin Twitter hesabından yazan Kılıçdaroğlu, “O az kalmış aklınızı alırım sizin, paramiliter artıkları, siz kimi tehdit ediyorsunuz!” ifadelerini kullandı.
Kılıçdaroğlu’nun gündeme ilişkin televizyonda yaptığı açıklamalar ise şöyle: Altı liderin olduğu masada cumhurbaşkanı adayının nitelikleri konusunda daha önce bir görüş birliğine vardık ve bunu bildiri ile kamuoyuna duyurduk. Ama son toplantıda cumhurbaşkanı adaylığı konuşulmadı. Tartışma da olmadı zaten. Liderler acele de etmiyorlar. Önce üzerinde görüş birliğinin sağlandığı bir metin olması lazım. Bir hükümet programı, yol haritası olması lazım.
Bu yol haritası üzerinde yaklaşık 3-4 aydır her parti ayrı ayrı kendi içinde, ayrıca birer genel başkan yardımcısının yardımcılığında da onlar 6 kişi toplanıyorlar, 6 genel başkan yardımcısı son şeklini veriyorlar. Üzerinde uzlaşma olmayan metinler genel başkanlara sunuluyor. Cümleler veya hedefler genel başkanlara sunuluyor. O konuda da görüş birliği en son toplantıda sağlandı. Büyük olasılıkla yol haritası ve hükümet programı çıkıp, neyi nasıl yapacağımız, hangi amaçları güttüğümüz, hangi zaman diliminde neye odaklanacağımız konusunda bir yol haritası çıkarsa, ondan sonra zaten cumhurbaşkanı adayının belirlenmesine gelecek.
Görüş birliğini sağladıktan sonra liderler artık söylem birliğini de sağlamış olacaklar. Yol haritası ortaya çıktıktan sonra. Böylece eğitim konusunda neler hedeflediğimiz benim tarafımdan da Sayın Akşener tarafından da diğer liderler Sayın Babacan, Sayın Gültekin Bey, Sayın Temel Bey. Eğitim konusunda şunu yapacağız, yargı konusunda şunu yapacağız diye. Böylece bir söylem birliği sağlanmış olacak.
İlk 100 günde ne yapacağız, 6 ay içinde ne yapacağız, 400 günde ne yapacağız? Önceliklerimiz neler olacak, bunlar belirlenecek. Altı lider olarak iktidara geldiğimizde önce Türkiye’nin rakamlarını bilmemiz lazım. Gerçeklerle altı liderin karşılaşması lazım. Çünkü bugün gerçekler kamuoyunda gizleniyor. Öncelikle, Durum ve Hasar Tespit Komisyonu kurulmasına karar verdik. Süratli şekilde, bunlar bürokraside saygınlığı olan insanlar olacak. Hazine’den olacak, Merkez Bankası’ndan, planlamadan değerli bürokratlar var. Şu anda kamuda çalışıyorlar. Bunlardan bir grup oluşturulacak.
20-25 kişilik veya 15 kişilik bir grup. O zaman dilimi içinde buna karar vereceğiz. Türkiye’nin yükümlülükleri, sorumlulukları nedir bilmiyoruz. Kayıt dışı paralarda nedir rakam bilmiyoruz. Merkez Bankası’nın mali dengeleri konusunda yeteri kadar bilgimiz yok. Türkiye Varlık Fonu’na karlı şirketler kondu, fakat hepsi bunların tamamı zarar ediyor, neden, hangi gerekçeyle zarar ediyor? Merkez Bankası görevini hangi koşullarda yerine getirmedi, bunun yarattığı sonuçlar ne oldu? Bütün bunların hepsi hasar ve tespit komisyonu tarafından öncelikle tespit edilecek, liderlerin önüne konulacak.
Gerçekten yargı itibarlı, saygın, devletin olmazsa olmaz kurumlarından biridir. Bizim anayasanın öngördüğü güçler ayrılığı ilkesi son düzenleme ile kaldırıldı. Güçler birliği oluştu ve bir devlet bir kişinin kararlarına teslim edildi. Zaman zaman açıklarım televizyon programlarında da veya yaptığım konuşmalarda da. Örneğin Marmaris’te yangın çıkıyor, yangın bölgesine giden bakan ‘Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatı ile yangınları söndürmeye başladık’ diyor. Yani talimat gelmese yangın dahi söndüremeyecekler. Böyle bir yapı var. Dumura uğramış bir yapı var.
Bu yapıyı tekrar güçler ayrılığı zeminine oturtmamız lazım. Yargının bağımsız ve tarafsız olması lazım. Hâkimin de hukukun üstünlüğü ve vicdanı kanaatine göre karar vermesi lazım. A kişi, B kişi bana yakın, uzak demeden. Gerçekten vicdani kanaati oluşmalı ve gerçekten hukukun üstünlüğüne göre karar vermeli. Halk adına karar veriyor zaten. Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı bizim açımızdan da yurttaş açısından da son derece önemli. Sonuçta vatandaş adalet istiyor, haksızlığa uğrayan vatandaş nerede arayacak. Eline silah alıp sokağa çıkacak bir durumda adalet olmaz, adaletsizlik katmerleşmiş olur. O zaman bağımsız mahkemelere başvuracak ve yargı çalışacak. Hakkı teslim edilecek.
Bir haksızlık varsa, sonuçta haksızlığa karşı çıkacak olan yargıcın kendisi olacak. Siyasetçi oraya müdahale ederse, sistem bozulmuş olur. Yargının özgüvenini temelden sarsmış oluruz. Sanki yargı kendisini düzeltemiyor, dışarıdan birileri gelip yargıyı düzeltecek diye. Bu algının yerleşmesi bile toplumda yargıya karşı bir güvensizlik oluşturur. Buradan süratle çıkarmamız lazım. Hakimler ve Savcılar Kurulu var. Oraya saygın insanlar gelir, bu insanlar görevlerini yaparlar. Bir yargıç yanlış karar verebilir, bunun gereğini yapacak olan siyaset kurumu değil yargının kendisidir. O çerçeve içinde yargı da kirlilikten arınmayı bilmeli. Uygulamayı; Hakimler, Savcılar Kurulu yapacak. Bir yanlışlık varsa, siyasi otoritelerin talimatı ile yerine gelmişse, uyuşturucu baronları birilerine para verip, uyuşturucu baronlarını hapishaneden çıkarmışsa herhalde buna yargının sessiz kalması beklenemez. Yargı bu kirliliği kendi içinde arındıracaktır.
Ekrem İmamoğlu
Vicdan sahibi olan her gazeteci yapılan uygulamanın yanlış olduğunu zaten yazıyor. Şimdi olay bir şikayet ile başlıyor, bir vatandaşın şikayeti ile başlıyor. Olabilir, vatandaş şikayet edebilir. Olay yargıya intikal ediyor. Yargıç görevini yapıyor. Dosyaya bakıyor. Fakat gelen siyasal telkinlere kapalı bir yargıç olduğu ortaya çıkıyor. Çünkü ‘Ceza vereceksin’ dendiğinde, ilk dosyaya bakan hakim yani Samsun’a sürülen hakim. ‘Ceza vereceksin, meraklanma istinaf da bunu onaylayacak’ diye telkinde bulunulan yargıç; ‘Hayır ben hukukun üstünlüğü ve vicdani kanaatime göre karar veririm. Ben yargıcım sonuçta’ diyor.
Onun üzerine bu yargıç Hakimler, Savcılar Kurulu aracılığı ile Samsun’a sürülüyor. İl içinde bile değil, Samsun’a sürülüyor. Yerine başka bir yargıç atanıyor, malum bu yargıç bildiğiniz saraydan gelen talimatın gereklerini yerine getiren yargıç. Davada birden fazla sorun var. Karar savcı olmadan açıklanıyor. Bu bizim hukuk tarihinde bir ilktir. Yargı tarihinde de bir ilktir. Normalde karar iddia ve savunma makamının olduğu yerde hakim tarafından açıklanır. Ama iddia makamı salonda yok, hakim bunu açıklıyor. Başlangıçtan itibaren bir yanlışlıklar zinciri başlıyor. Kişi geliyor, oturuyor oraya, istediği kararı zaten verecek, önceden hazırlanmış vaziyette. Dolayısıyla ağır ceza bize göre hukuka ve insan haklarına aykırı, demokratik sürece aykırı bir karar veriyor.
Amaç Ekrem Beyi bulunduğu yerden almak ve ona siyasal yasak getirmek. O çerçevede biz değerlendiriyoruz. Bir kişi demokratik yollarla bir yere gelmiş, gideceğini, halkın kendisine oy vermeyeceğini ve gideceğini düşünüyorsa, normalde demokratik yollarla gelen birisinin halk kendisini seçmediği zaman demokratik yollarla oradan ayrılması lazım. Demokrasinin geleneği budur. Hatta Milli Şef dediğimiz İsmet İnönü bile seçimi kaybettiğinde yürüyerek, Pembe Köşk’e gitmiştir, makamı terk etmiştir. Demokrasilerde asıl olan gelindiği gibi gitmesini de bilmektir. Nasıl geliyorsa bir yöntem ile aynı yöntem ile gitmesini de bilmektir. Zaten bilinmemesi demokrasinin en zayıf halkasıdır. O nedenle gelenler, iktidar sahipleri olanlar koltuğa yapışıp kaldıklarında bunları yerinden etmek, demokrasiyi çalıştırmak giderek zorlaşıyor. Bugün Türkiye bunu yaşıyor. Yargıyı kullanıyor, koltuğunu korumak için. Çünkü başka bir şeyi, halkı kullanamayacak. Tek elinde silah yargıyı kullanmak bu çerçevede. Ekonomiyi kullanıyor, kendi yandaşlarına olağanüstü rantlar sağlıyor. Kendi dünyalığını kuruyor, yurt içi ve dışında.
İktidar sahipleri iktidarda oldukları süre içinde eğer mal ediniyorlarsa onlar kendi mallarını korur, halkı korumazlar. O nedenle iktidar sahiplerinin iktidar oldukları süre içinde mal varlığına sahip olmamaları lazım. Mal varlığı için çaba harcamamaları gerek. Onlar bütün çabalarını halk için harcamak zorundalar. Halka hizmet etmek için çaba harcamak zorundadırlar. Kişi siyasete geldikten sonra yönetim erkini elinde tuttuğu zaman sürekli büyük mallar ediniyorsa, yurt içi ve dışında artık onun halk ile bağlantısı kopmuş demektir. Artık o korumayı kendine değil mal varlığına yapmış olmaktadır. Erdoğan da böyledir zaten. Erdoğan’ın tek yüzük hikayesi vardı. ‘Benim bu yüzüğümden başka bir şeyim yoktur’ diye. Şimdi bırakın yüzükleri, artık yurt dışında mal varlıklarını hepimiz biliyoruz. Man Adası’nı açıkladım, onlarla ilgili dokümanlar her şey çıktı ortaya.
Erdoğan şu anda kendisini ve mal varlığını korumakla yükümlü hissediyor kendisini. Koltuğumdan gitmeyim, oturayım diyor. Çünkü koltuktan gitmenin kendisi için ağır bir maliyet doğuracağını da biliyor. O nedenle Ekrem Beye bir şekli ile yargıyı kullanarak saldırıyor. Bana da saldırıyor. Dünyanın tazminat davalarını açtı. Her ağzımı açtığımda dokunulmazlığın kaldırılmasıyla ilgili dosyalar gitti. Hatta şöyle örnek vereyim. Bir ara meşhur hapishaneyi ben İkinci Dünya Harbi’nde kurulan Nazi kamplarına benzetmiştim. Silivri’yi. Çünkü o dönem dönemin genelkurmay başkanı tutuklanmış ve hapse atılmıştı. Ben genelkurmay başkanını ziyarete gitmiştim, bir genelkurmay başkanı terörden veya başka bir nedenden ötürü haksız yere hapishaneye atılamaz. İlker Başbuğ evet. İkinci Dünya Harbi’ndeki Nazi kamplarının bir benzeridir demiştim. Ben buraya, Ankara’ya gelmeden benim fezlekem gelmişti, sen bunu nasıl söylersin diye. Sonunda tarih beni haklı çıkardı. O fezlekenin hiçbir anlamı kalmadı. Çünkü diğerlerinin tamamı beraat ettiler.
Bakıldığı zaman baskıyı kurarak kendisini iktidarda tutmak, yargıyı kullanarak iktidarda tutmak gibi bir hevesin içine giren siyasetçi iflah olmaz. Artık o siyasetçinin halka vereceği hiçbir şey yoktur. Ekrem Beye saldırıyor, niye saldırıyor, çünkü iş yapıyor. Onların bitiremediği, üzerine bir anlamda tamamen durdurduğu 10 metro inşaatını ki dünyada örneği yoktur. 10 metro inşaatını başlatan bir metropolün bir belediye başkanıdır Ekrem Bey. ‘Kimse cehennemin kapılarını aralamasın’ dedim. Bunun çok ağır bir söz olduğunu herhalde sıradan bir vatandaş da bilir. Umarım bunlar olmaz, Ekrem Bey’e cezalar yazılmaz ve yargı gerçekten de hukukun üstünlüğü ve vicdani kanaatine göre karar verir. Her şey rayında gider, beklentimiz budur. Eğer bu beklenti olmaz da tam tersine yargı sarayın talimatını yerine getiren bir mekanizmaya dönüşürse bunun gereğini yapacağız. Şimdi açıklamayı doğru bulmuyorum ama gereğini yapacağız o zaman.
Ekrem Bey’i niye almak istiyorlar, İstanbul’un rantı var. İstanbul’un rantından beslendiler. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde çalışan bütün işçileri yoklama yaparak hepsini mitinge götürüyorlardı. Gelmeyen işçiyi tehdit ediyorlardı, seni atarız diye. Şimdi öyle bir şey yok, bir işçiyi dahi mitinge getirin demeyiz zaten. İnsanlar gönüllü gelirse gelirler oraya. Hatta bir işçi bana mail atmıştı, biz bir mitingi yaptık. Biz sizin bizi zorla götürüp miting alanında tutacağınızı düşünüyorduk, hiç kimse bize böyle bir şey söylemedi, biz de şaşırdık. Evet, şaşıracaklar. Çünkü demokrasi budur. Sizi zorla biz miting alanına götürürsek doğru bir şey değil.
Şimdi Erdoğan bir yere gidince, valiler, kaymakamlar herkesi seferber ediyor. Devlet memurları, öğretmenler, Erdoğan geliyor, onun mitingine katılın. Neredeyse ortaokul ve lise öğrencileri de dahil olmak üzere. Bu Erdoğan’ın topluma güven vermediğini, zorla insan topladığını gösteren temel karinelerden birisidir.
Bütün tavırlarımız demokrasiden yana olacaktır. Bu ülkeye demokrasiyi getiren partiyiz biz. Çok partili yaşamın ne kadar değerli olduğuna inanan partiyiz biz. Farklı düşüncelerin değerli olduğuna inan partiyiz biz. Farklı düşünceleri yeni icatlara yol açtığına inanan, güçler ayrılığının ne kadar değerli olduğunu hakim ve savcının kurumları temsil ettiğini bilen insanlarız biz. Mustafa Kemal Atatürk, İzmir’e gittiği zaman hakim ve savcıların kendisini karşılamaya gelmediğini duyuruyorlar, ‘Tabii gelmezler, biz gidip onların bir kahvesini içelim’ diyen bir olgunluğu da gösteriyor aslında. Şimdi o noktadan ne noktaya geldik. Erdoğan’ın önünde el pençe duran hakim mi olur? Önüne geldiği zaman cübbesinin önünde ilikleyeceği düğme var mı diye onu arayan hakim ve savcı mı olur? Bunların tamamını bitireceğiz. Altı lider de bu konuda görüş birliği içindeyiz. Altı lider de yargının tarafsız ve bağımsız olması gerektiğine inanıyoruz.