Magazinsel istihbarat, Hizmet Pasaportu ve kayıp atlar

3

Magazinsel istihbarat

16 Nisan 2021 tarihli Hürriyet Gazetesi’nin birinci sayfa manşetinde büyük puntolarla verilen “İhanete uğradım” başlıklı bir haber dikkatimi çekti. Tanınmış ses sanatçısı Ebru Gündeş, on bir yıllık eşi İran asıllı Rıza Zarrab‘a boşanma davası açmış. Üstelik de Zarrab’ın kendisini aldattığını ileri sürdüğü sanatçının adı da bu haberle beraber gündeme getirilmiş. Boşuna “Zamanlama manidar“dememişler. Ne oldu da şimdi böyle bir haber gündeme sokuldu derken 12 Nisan 2021’de New York Mahkemesinde görülen Halk Bankası davasında tanık sıfatıyla ifade veren Zarrab’ın sosyal medyaya da yansıyan bazı beyanları aklıma geldi.

Aslında sanatçıların boşanma, flört gibi özel yaşamlarına ilişkin magazin konuları, baş sayfada bu kadar geniş yer almazdı. Birkaç yıl önce basında yeralan haberlerde, Zarrab’ın ABD‘ye gitmesi planları ve ikna edilmesinin Ankara’daki ABD Büyükelçiliğinde görevli bir CIA ajanı tarafından yapıldığı iddia edildi. ABD makamları Zarrab’ın tanıklığına büyük önem veriyor. ABD ile Türkiye’nin arası bu kadar limoni iken bir de bu dava sırasında sosyal medyaya da yansıyan ifadeleri hoş görülmedi. Dört gün arayla verilen bu haberler arasında bağlantı kurulursa gazete manşetindeki haber, Zarrab’a verilen bir mesaj olabilir mi?

20 Nisan 2021 tarihli Cumhuriyet gazetesi’nde Barış Pehlivan‘ın makalesinde yazdığı üzere Gündeş ikametini Bodrum’a taşıyarak bu ilçedeki iki avukata davayı vermiş. Neden Bodrum Mahkemesi yetkili ve neden bu iki avukata vekalet cevabı da Pehlivan’ın yazısında kayıtlı: İki avukat daha önce Bodrum Mahkemelerinde Hakim olarak görev yapmışlar.

Ebru Gündeş diğer sanatçının basında iddia edilen Miami seyahatlerini biliyorsa neden bunca yıl bekledi?

Halk Bankası davasının gidişatını mı takip ediyor?

Bu haber neden sadece Hürriyet’te ayrıntıları ile yeraldı?

Miami’ye gittiği ileri sürülen sanatçıya verildiği iddia edilen hediye konularına usta detektifler bile ulaşamaz. O zaman birileri bu haberleri belli bir amaca hizmet etmesi için mi özellikle Hürriyet’e servis etti gibi sorular akla geliyor. Öyle ya salgının zirve yaptığı şu sıralarda kimse Gündeş’in özel hayatını merak edecek değil. Gündeş’in bu konudaki danışmanlarını da zamanlama ve avukat seçimleri dolayısıyla ayrıca kutlamak gerekir. Dava sonucunun takibini yine Hürriyet gazetesine bırakıp hepimizi güldüren ama bir o kadar da acıklı hizmet pasaportu skandalına gelelim.

Hizmet pasaportunun yararları

17 Nisan 2021’de, yazılı ve görsel basın yayın organlarında yer alan haberlerde, Malatya/ Yeşilyurt‘dan 53 Türkiye Cumhuriyeti yurttaşının kendilerine düzenlenen hizmet pasaportlarıyla yurt dışına gittikleri, daha doğrusu yurt dışına çıkmalarının sağlandığını duyunca, bu olayın sonuçları açısından Türkiye’nin içine düşeceği kötü durum bir diplomat olarak yüreğimi dağladı. Valilik, Belediye ve tabela dernek üçlüsüyle düzenlenen seyahatlerin vitrin amaçları da alımlı. Mesela: “Yabancı sporcuları tanımak” ve ” Çevreye duyarlı insan yetiştirmek”

Pasaport konusunda belki bilmeyen olabilir; Türkiye’de dört çeşit pasaport kullanılmaktadır. Gündelik dildeki adıyla cilt renginden dolayı Kırmızı Pasaport denilen ancak şimdi AB standartları nedeniyle rengi siyah olan Diplomatik Pasaport, Sayın Cumhurbaşkanı, Bakanlar, Milletvekilleri, Büyükelçi ve eşlerinin hayat boyu kullandıkları ve Dışişleri Bakanlığının bu pasaporta hak kazanan memurlarına görev süreleri boyunca Dışişleri Bakanlığı ve yurt dışındaki misyonlar tarafından düzenlenirler.

Hususi Pasaport ise Yeşil Pasaport olarak da bilinir ve bir, iki ve üçüncü derece Devlet memurlarına İçişleri Bakanlığınca düzenlenen pasaportlardır. Hizmet Pasaportu ise Gri Pasaport olup sadece resmi görev süresince kullanılıp görev süresi sonunda iade edilir. Memura çalıştığı kurum tarafından verilen görevlendirme yazısı ile İçişleri Bakanlığı ve Taşra Teşkilatındaki Mülki İdare Amirlikleri, son yönetmelikle yapılan düzenlemede Valiliklere bağlı Nüfus ve Vatandaşlık Müdürlükleri tarafından düzenlenir.

Eskiden lacivert olan şimdi ise yine AB standardı nedeniyle bordo renkli olan Umuma mahsus Pasaport yine Nüfus ve Vatandaşlık Müdürlüklerince yukardaki görev tanımlarına girmeyen TC vatandaşlarına düzenlenen pasaportlardır.

Bu nedenle gidilen ülkeye vize muafiyeti de sağlayan tek kullanımlık hizmet pasaportları ile Türk uyrukluların gruplar halinde Avrupa ülkelerine taşınması ve adam başına altı veya  yedi bin Avro alındığının basında da haber olması artık bu işin büyük çaplı ticaretinin yapıldığının göstergesini teşkil eder. İsim değişikliği yapılarak bu pasaportların Afgan ve Suriyelilere de verildiği haberlerde belirtildi. Bu doğru ise olay daha da vahim. Buradaki dört konu suç unsurları arasında sayılır. Sahte pasaport düzenlenmesi, organize toplu insan kaçakçılığı, sahte görevlendirme yazıları düzenlenmesi, para karşılığı yabancı bir ülkeye sahte yollarla girilmesi gibi. Nitekim Almanya soruşturma başlattığı gibi ayrıca INTERPOL‘e haber vermiş olmalı ki bu kurumun da soruşturma başlattığı haberlere yansıdı. Bu tür görev yazısı düzenlediği ileri sürülen kurumlar arasında Diyanet İşleri Başkanlığının da ismi geçiyor.

Hizmet pasaportu skandalı ile ilgili haberleri takip ederken Siyasal Bilgiler Fakültesinden aynı dönemden mezun arkadaşım Gümrük ve Tekel Bakanlığı Tekel Genel Müdürlüğü Başmüfettişliğinden emekli Erol Gördük’ün hatırlatması üzerine “Otobüs” filmini düşündüm. 1975 yılında çekilen ve uluslararası ödüller de alan bu filmde, Türkiye’den İsveç/Stokholm’deki bir meydana bırakılan ve İsveçlilerin ilgisini çeken, alay konusu olan bir otobüs dolusu insanın hazin hikayesi anlatılır. Filmin Türkiye’deki gösterimi bir süre sonra “Türk insanını rencide edici” bulunarak yasaklanmıştı. Filmin yönetmeni ve oyuncusuTunç Okan, rahmetli Tuncel Kurtiz de baş rolde çok başarılı bir oyunculuk sergilemişlerdi. Bugünkü hizmet pasaportu skandalı ise değil Türk insanını tüm Türkiye ve yurtdaşlarını rencide edici, itibarımızı düşüren bir olaylar silsilesi olmuştur.

Şimdi ne olacak? Büyük bir olasılıkla Ankara’daki Alman Büyükelçisi Dışişleri Bakanlığına giderek elden, üst düzey (hiyerarşik yapı değiştirildiği için büyük bir ihtimalle üç Bakan Yardımcısından birine) bir yetkiliye vereceği Nota ile bilgi talebinde bulunacaktır. Konu ciddi olmasaydı Nota rutin olarak Bakanlığın genel evrakına bırakılırdı. INTERPOL ise pasaportları düzenleyen İçişleri Bakanlığından açıklama isteyecektir. Bu pasaportlarla gidenler ise kimlik bilgilerinin girişte kaydedilmeleri ve bir ay sonunda o yer Yabancılar Polisine kaydolmak zorunda oldukları için bulunup sınırdışı edilecek, yani Türkiye’ye geri gönderileceklerdir. Zaten Almanya sınır kapılarına gönderdiği bir genelge ile Türk hizmet pasaportu hamillerinin pasaportlarına el konularak gerektiğinde göz altına alınmaları talimatını vermiş bile.

Türkiye’deki soruşturma derinleştikce “Firar Turizmi” kullananların 400-500 kişiye ulaştığı haberlerde ifade ediliyor. Neyse ki sahte pasaportların büyük kısmı geri gelmiş. Hiç olmazsa bu konuda aksama yok! Suç unsuru ortada kalmamış! Şimdi o vatandaşların ne yapacaklarını konsolosluk da yapmış bir diplomat olarak belirteyim. Bu kişiler “Almanya’ya yeni geldim. Pasaportum çamaşır makinesinde yanlışlıkla yıkandı. Nüfus cüzdanım burada.Yeni pasaport istiyorum” gibi bahanelerle Konsolosluklardan pasaport talebinde bulunacaklardır. Bu tür kaçışların büyük nedeni işsizlik, ekonomik koşullar. Diğer bir yöntem de bulundukları ülke makamlarına siyasi veya ekonomik amaçlı iltica başvurusunda bulunabileceklerdir.

Bu olayın başka bir sonucu ise örneğin üç dört günlük bir toplantıya katılmak üzere üniversite tarafından gönderilen bir öğretim görevlisi aldığı hizmet pasaportu nedeniyle artık o ülke sınır görevlisi tarafından inandırıcı bulunmayacaktır. Hizmet pasaportunun bu şekilde yasa dışı amaçlarla kullanılması Türkiye’nin itibarına da sürülen bir leke hem de koyu bir leke olacaktır. Olayın ilk ortaya çıktığı Malatya/Yeşilyurt‘daki bir yetkilinin “…onlar Türkiye’nin üzerinde yük idiler” açıklaması ise daha vahim. Ne olursa olsun onlar bizim vatandaşlarımız ve hiçbir zaman yük olmazlar. Türkiye, kapılarını herkese açan bir ülke olarak kendi vatandaşlarını mı “yük” olarak görecek? Bu beyanın suçluluk duygusu ile savunma amaçlı yapıldığı akla geliyor. Bu olayın faillerinin ortaya çıkarılması Türkiye’nin yurt dışı itibarı için çok önemli. Bu nedenle insan kaçakçığındaki organizasyonun hem yurt içi hem yurt dışı bağlantılarının bu işleri düzenleyen dernekler ile bu derneklerle ilişkili resmi görevlilerin bulunması, ortada dönen paraların nereye gittiği de araştırma kapsamına alınması Türkiye’nin bu konudaki ciddiyetini gösterecektir. Bunu sağlamak açısından ilgili Bakanlıkların hemen bir komisyon kurarak inceleme başlatmaları itibarımızın tamiri bakımından kaçınılmaz.

Kayıp atlar

Pasaportların yasadışı amaçlarla kullanılmasını kınarken bu sefer Büyükada’dan İstanbul Büyük Şehir Belediyesince Anadoluya, Hatay / Dörtyol‘a gönderilen atların kaybolmasına çok üzüldük. Hala bulunmadılar. Adana yakınlarında bazı at kafalarının bulunması atların ne amaçla çalındıklarını açıklıyor. Dörtyol Belediye Başkanı bu olay üzerine istifa etti ama istifası atları geri getiremeyecek. Onun için Hayvan Hakları Yasasının çıkarılması gerekli. Bu tabii suya yazılan yazı gibi oldu. Kadın ve çocukların korunamadığı, kadın cinayetlerinin devam ettiği İstanbul Sözleşmesinden çıkılan bir ülkede kim atları umursayacak? Keşke Büyükada’da kalsalardı. Bu konuda ilgililerden bir açıklama da(İstanbul Büyükşehir ve Adalar Belediye Başkanlıkları)  yok.  

Bunun da organize bir iş olduğu anlaşılıyor.

Sonuç

Bundan daha kötü haber olmaz derken hergün başka bir haberle yüreklerimiz burkuluyor.

Türkiye’de diplomatlık yapan yabancıların sıkılmaya vakitleri yok diye düşünürüm hep. Türkiye’nin gündemi onları çok çalıştırıyor. Hergün telgraf, kendi değerlendirmeleri ile birlikte sayısız kripto yazıyorlardır. Türk diplomatları ise bu konuda daha şanslılar. Bulundukları özellikle Batı ülkelerinde, siyasi ve ekonomik istikrar mevcut ayrıca pasaportla insan kaçakçılığı, kayıp atlar ve diğer gündem maddeleri yok.

Bu vesileyle genç Türk diplomatlarına bazı tavsiyelerim olacak: Asla yurt dışında rehavete kapılmamalarını, Türkiye gündemini de yakından takip etmelerini öneririm. Yurt dışında diplomatlara yöneltilen sorular çoğunlukla iç politikadan gelir. Genç diplomatlar Merkez görevlerine dönüşlerinde kendilerini zamanın gündemi içinde bulacaklardır. Ben de yurt dışından 2011’de dönüşümde, Bakanlığın FETÖ tarafından işgal edildiğini görmüş ve onlar tarafından mobbing’e maruz kalmıştım. Neyse ki bunlardan üçü unvanları ellerinden alınarak yargılama süreci sonunda mahkum edildiler. Dördüncüyü ise anılarıma sakladım.

Türkiye’de gündem hergün değişiyor.

Yetişene aşkolsun.

Sağlıcakla kalın.

Önceki İçerikBeni, gülü Yaratan’a götürün
Sonraki İçerik‘23 Nisan’ yasaklaması mı
Ocak 2019'da emekli olmuştur. Dışişleri Bakanlığı Statejik Araştırma Merkezi Başkan Yardımcılığı ve Başkan (2011- 2012). Vatikan Büyükelçiliği Birinci ve daha sonra Elçi Müsteşar (2006-2011). Protokol Daire Başkanı (2001-2005). İsveç Stokholm Büyükelçiliği Birinci Müsteşarı (1998-2001). Slovenya Ljubljana Büyükelçiliği Müsteşarı (1996-1998). Boru Hatları ve Enerji Dairesi Başkanı (1994-1996). Kafkas İşleri Dairesi Şube Müdürü (1992-1994). Hollanda Deventer Başkonsolosluğu Başkonsolos Yardımcısı (1988-1992). Enformasyon Dairesi Başkatip (1986-1988). Endonezya Cakarta Büyükelçiliği İkinci Katip (1984-1986). Londra Büyükelçiliği İkinci Katibi (1980-1983). Kıbrıs Siyasi İşler Dairesi İkinci Katip (1978-1980). Papalık Gregoryen Üniversitesi Temel Teoloji Lisansı Diploması(2007-2010). A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü SBF Master Derecesi (1988). Basılı Tez: “İngiliz İmparatorluğundan Commonwealth'e:İki Dünya savaşı Arasında Çanakkale Krizi 1919-1939”. "London School of Economics"'de misafir öğrenci (1988). A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Lisans Diploması (1976). Ödüller İtalya Cumhurbaşkanı G. Ciampi tarafından Ankara'da tevdi edilen “Şövalye” ünvanı (Cavallieri Stella Stara per la Solidarita Italiani) Eylül 2005. İran Büyükelçisi Dowlatabadi tarafından tevdi edilen Humeyni Altın Nişanı Eylül 2005. Dinlerarası diyaloga katkılarından dolayı Papalık Tiberina Akademisi Şeref Üyeliği Kasım 2007. İngilizce, Maley dilleri (Bahasa Endonezya ve Maley) İtalyanca bilmektedir.

3 YORUMLAR

  1. bu yazınızda ele aldığınız konular maruz kaldığınızı ifade ettığiniz mobing’in ne kadar da haklı gerekçelere dayandığını okurunun suratına bir tokat gibi çarpmıyor mu? tabi nasıl bir mobinge maruz kaldığınızı bilmeksizin söylüyorum bunu. çünkü top yekün ülkenin kötü bir yere doğru gittiğini farkedenler bu kötüye gidişe dur demek için gayret gösterdikleri anlaşılıyor. bu kaygılarla girilen tartışmalar amir memur ilişkisinde mobing olarak algılanmış. araya art niyetlilerin karışmasıyla gerçekten de hiç istenmeyen mobing türleri yaşanmış da olabilir. ama ben 6 senedir karşılaştığım mobing anlatımlarında muhataplarımın her birine “fetö” diye kastettiğiniz insanlardan bu güne kadar ne kötülük gördünüz? soruma hiç biri şöyle kötülük gördüm demediler, aksine ben şahsen hiç bir kötülük görmedim dediler.

    bunu şunun için yazdım, yandaş kesim bu yazınızda yazı diliyle mobing uyguladığınızı düşünebilirler.

    ama sonuçta siz çarpıklıkları yazıp konuşmada haklısınız.

    mobing deyince darbeden sonra yurt dışı görevinden çağrıldıktan sonra tutuklanan ve ordudan atılan khk’lı Hüseyin Demir Albay’ın anlattıkları gelir benim aklıma: emri altındaki bir subayı intihar ettiren korkunç mobingini, subaylardan para toplamasını, kendisi için alışveriş yaptırmasını, rutin aşağılamaları, her türlü psikolojik baskıyı sıradan davranış gibi sergilemesini, emir subayına yaptırdığı araştırmaları yazdırdığı makaleleri kendi adına sahiplenmesi…

    hakkında devletin bütün birimlerine şikayet mektupları gönderildiği halde korunup kollanması, fetö yakıştırmasının sahiplerinden olması, fetömetrenin mucidi olması, kanal istanbul’un fikir babası, mavi vatan kavramının anası, 15 temmuz darbe gecesi Erdoğanın otel misafiri ve komşusu, Erdoğanın cep telefonuyla tv bağlantısı yaptığında yanında sufle veren kişi olması, bunların yanında Gülen cematiyle yıllar öncesinde başlayan ilişkisi, Gülen’den Rıfkı ismini alacak kadar cemaatçi görünmesi. 15 temmuz ile başlayan tasfiyeler tamamlanmaya yakın muhtemelen kullanım süresi dolduğu için emekliye ayrılması, ayyuka çıkan suçlarına rağmen kimsenin dokunmaması, dahası önemli bir üniversitede kürsü başkanı olması…

    ‘fetö ‘nün mobingi deyince benim aklıma bunlar geliyor. sizin maruz kaldığınız mobing Cihat Yaycı mobingi miydi yoksa haklı gerekçelere dayanan tartışmalarda algılanan mobing miydi?

  2. Asıl üzerinde durulması gereken konu her kesimden insan akın akın neden ülkeyi terk ediyor? İnsanımız neden mutsuz, neden umutsuz?

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz