- Hüda Kaya da kararından vazgeçmeli - 24 Mart 2023
- Vurmasaydık iyiydi ama dibe vurduk - 21 Mart 2023
- Yeniden Refah Partisi, AK Parti’nin ittifak teklifini reddetti.. - 20 Mart 2023
Deprem.
İki hece.
Ancak yaşandığında ortaya çıkan manzara iki heceyle anlatılamıyor.
Tıpkı Kahramanmaraş merkezli depremlerde olduğu gibi.
Ölü ve yaralı rakamının nereye kadar yükseleceği tahmin dahi edilemiyor.
Acı, gözyaşı, feryat ve figan.
Çaresizliğin, acizliğin tam orta yerinde bir bekleyiş.
Soğuğun esir aldığı ruhlar, bir sıcak yuva hasretinde.
Dualarımız enkaz altında kalan canlar için.
Hz. Nuh (a.s) gibi “Rabbim! Ben mağlup oldum, bana yardım eyle!” diyerek yalvarıyoruz.
İlk deprem tecrübemi Doğu Anadolu ve Kuzeydoğu Anadolu Fay Hattı üzerinde bulunan Erzurum’da yaşadım.
30 Ekim 1983 yılındaki 6,9 büyüklüğündeki Horasan depreminde bin 155 kişi hayatını kaybetti, 537 kişi de yaralandı.
6 yaşlarındaydım ve o günler hala hafızamda çivi gibi çakılı.
Sonbahardı.
Yağmurlu ve soğuk havayı hiç unutamıyorum.
Şimdi yaşadığımız deprem kışın ortasında.
Türkiye’de iki şey hiç değişmedi.
Birincisi sürekli yaşadığımız depremler.
İkincisi depremlerden yediğimiz onca tokata rağmen tedbir almamak için gösterdiğimiz ısrarlı direnç.
Daha yakın zamanda yaşadığımız 17 Ağustos 1999 depremi.
Marmara Bölgesi’nde, Ankara’dan İzmir’e kadar geniş bir alanda hissedildi.
Resmi raporlara göre 17 bin 480 kişi öldü, 23 bin 781 kişi de yaralandı.
505 kişi sakat kaldı.
O günden bugüne depreme yönelik alınan tedbirler Kahramanmaraş merkezli depremlerle ortaya çıkıverdi.
Meğer bir milim dahi mesafe alamamışız.
Can kaybının ne kadar olacağını dahi kestiremiyoruz.
“Devlet nerede?” diye sormayacağım.
Çünkü hiçbir depremde devlet zaten olmadı.
Bu halk acılarını hep tek başına yaşadı.
Gözyaşını şefkatli bir el, hiç silmedi.
Başını okşayan çıkmadı.
Devletimizin her zaman çözüm için kolay yolları olurdu.
OHAL gibi.
Bu OHAL’in depreme ne tür bir çözümü olacağına ise hiç aklım ermiyor.
Belki de benim aklım kısadır.
OHAL ile şunlar yapılabilecekmiş.
Kişilerin tüm eşyalarının detaylı olarak aranması ve tehlike oluşturabilecek eşyalara el konulması.
Belirli bölgelerde ve saatlerde kişilerin dolaşmasını veya toplanmasını yasaklama.
Gazete, dergi veya broşür ürünlerinin basılmasının yasaklanması, dağıtılması ve toplanılması.
OHAL bölgesine dışarıdan giren kişilere karşı önlem alınması.
Ruhsatı olan tüm silahlara el konulması ve yasaklanması.
Sesle yapılabilecek herhangi bir kaydın yayınlanmasını ve paylaşılmasını engelleme.
Kesici ve delici eşyalarının taşınmaması ve el konulması.
Her türlü bulunan cephanelerin toplatılması ve el konulması.
İşçilerin iyi niyet kurallarına uymaması sonrası cezalandırılması.
Kapalı veya açık herhangi bir bölgede toplanılması veya görüşülmesini yasaklama.
Kişilerin toplantı yapması veya bir alanda toplanması sonucu kalabalığın dağıtılması.
Dernek faaliyetlerinin belirlenen süre boyunca durdurulması.
Bunları uyguladığımızda depremin can yakan etkileri biranda yok olacak.
Hatalarımız bir kez daha silinmiş olacak.
Bu binaları kimin yaptığı, kimin ruhsat izni verdiği, kimin denetlemediği, kimin imar affı çıkardığı bilinmeyecek.
20 yıllık bir iktidarın neden depreme hazırlanmadığını sorgulamak ise demir parmaklıklara gülmek olacak.
Bizlere de yine Allah korusun ama bir sonraki depremi beklemek düşecek.
Bir sinema filminde hayata dair şöyle deniyordu:
Hayatı yaşamanın iki yolu vardır:
Biri, mucizelere inanmadan yaşamak. Diğeri ise her şey mucizeymiş gibi yaşamak.