Dünya İklim Zirvesi, Amerika Birleşik Devletleri’nin ev sahipliğinde geçtiğimiz günlerde sanal ortamda çevrimiçi olarak gerçekleştirildi.
ABD Başkanı Joe Biden’ın açılış konuşmasıyla başlayan Zirve’ye aralarında Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Rus Devlet Başkanı Vladimir Putin, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Katolik dünyasının ruhani lideri Papa Franciscus’un da aralarında bulunduğu 40 ülke lideri katıldı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Çankaya Köşkü’nden canlı bağlantı ile katıldığı Zirve’de yaptığı konuşmada “Sera gazı emisyonlarında tarihsel sorumluluğu neredeyse bulunmayan Türkiye’nin, küresel iklim rejiminde adil bir konumda değerlendirilmesi gerektiğini” ifade etti.
İklim değişikliğinin etkilerini azaltmak için yoğun çaba harcadıklarını belirten Erdoğan, ülkenin orman alanını ve ağaç servetini çoğaltmak, biyolojik çeşitliliği geliştirmek, çevreyi korumak amacıyla önemli yatırımlar yaptıklarını anlattı.
Sözlerini “Son 18 yılda 5,1 milyar fidanı toprakla buluşturarak orman varlığımızı 20,8 milyon hektardan 23 milyon hektara çıkardık. İklim değişikliğiyle mücadelede yol haritamızı teşkil eden Ulusal İklim değişikliği Strateji ve Eylem Planını 2030 ve 2050 hedefleri doğrultusunda güncelliyoruz. 2030 yılına kadar sera gazı emisyonlarında yüzde 21’e varan azalma bekliyoruz.” Diyerek sürdürdü.
Millet Bahçeleri Projesi ile Türkiye’nin tamamında yeşil alanları hızla artırmak niyetinde olduklarını sözlerine ekleyen Cumhurbaşkanı eşi Emine Erdoğan öncülüğünde başlatılan Sıfır Atık Projesi ile atıkların geri kazanım oranını 2035 yılında yüzde 60’a taşınacağını da belirtti.
Zirve’nin asıl amacının dünyanın büyük ekonomilerinin yüzde 80’ine sahip İklim ve Enerji Forumu üyelerinin yıllık küresel ısınmayı 1,5 santigrat dereceye indirme hedefine ulaşma konusunda teşvik etmek olduğu da açıklandı.
Bildiğiniz üzere Donald Trump döneminde ABD, Küresel İklim Antlaşması’ndan imzasını çekmiş ve her yeni gün yeni bir yansıması ile baş etmek zorunda kaldığımız Küresel Isınma ile ilgili pozitif hiçbir adım atmamıştı.
Biden, gerçekleştirilen bu Zirve ile konuya bu şekilde yaklaşmanın kabul edilemez olduğunu ve ABD’nin küresel olarak yaşamakta olduğumuz krizle ilgili elinden gelen sorumluluğu göstermesi gerektiğini tüm dünyaya yeniden deklare etmiş oldu.
Bilim insanlarına göre dünyamızın koca bir seraya dönüşmesine sadece 2 derece kaldı. Sıcaklığın artışı birbirine bağlı zincirleme bir reaksiyonun en önemli adımını oluşturmakta.
Antarktika’da gün be gün eriyen buzullar, deniz suyunun yükselişi, metrekareye düşen orantısız ve ani yağmurlar, sel felaketleri, beklenmeyen kuraklıklar tüm bunların hepsi bir müddet sonra toplumların zorunlu göçle karşı karşıya kalacağını öngörmemize neden oluyor.
Bilim insanları bitki ve hayvan birçok canlı türünün yok olacağını ve bunun ekosisteme etkisinin tam olarak ne anlama geldiğini bilemediklerini söylüyor.
Bunlar bir spekülasyondan mı ibaret yoksa önümüzdeki yıllar içinde hep birlikte deneyimleyeceğimiz bir trajedinin başlangıcı mı henüz bilinmezliğini koruyor. Ancak bildiğimiz, önümüzdeki günlerde “inatla” hayata geçecek devasa bir proje var ki o da Kanal İstanbul.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, çevreye bu kadar duyarlı ve hassas yaklaşırken neden habitatla oynayacak böylesine çılgın bir projeye onay veriyor insana akıl dışı geliyor.
Bulunduğu bölgenin bitki örtüsünü kökten değiştirecek, hayvan popülasyonunu sarsacak, suyun akış yönü ile bile oynayacak oluşu hakkında katılmış olduğumuz Zirve’de bir soru sorulsa Sayın Cumhurbaşkanı “hayali” hakkında ne yanıt verirdi çok merak ettim doğrusu.
Hemen “Dış güçler bizi kıskanıyor” lafları sağ – sol her ağızda çiklet gibi çiğnenmeye başlardı. Neyse, kimse buna cüret etmedi de kurtulduk.
Evim, lafı geçen projenin gerçekleştirileceği alana tam olarak olmasa da yakın bir bölgede bulunmakta. İyi yaşamanın sadece cebe para cukkalamak olmadığını düşünen sade ve iyi niyetli bir vatandaş olarak böyle bir hayalin gerçek olmaması için gece gündüz duacıyım. Çünkü dünyayı ve ülkesini seven, çevreye, doğaya duyarlı sağduyulu bir insan olduğum için projeye tüm kalbimle karşı çıkıyorum.
Proje gerçekleşirse bölge toprak sahiplerinin belki banka hesaplarına fazladan sıfırlar eklenecek ama çevrede yaşayan kurdun, kuşun, dağdaki tilkinin ya da suda oynaşan balığın bile talihi değişecek. Yuvalarından olacak, yaşam hakları ellerinden alınacak.
Yürüyüş yaptığım yolda yağmur sonrası çıkan salyangozların üzerine basmamak için hoplaya zıplaya yürüyen bir insan olduğumdan bir kara parçasının coğrafi yapısıyla tam anlamıyla oynayacak bu çılgınlık bana çok ağır geliyor.
Bunları “Aman da örnek insan!” “Aman da ne iyi bir yaratık!” filan diye düşünmeniz için söylemiyorum. Aslında olması gereken bu… Hepimiz aldığımız nefesle bile diğerine etki ettiğimizin, karbon ayak izi oluşturduğumuzun ve dolayısıyla doğaya bir biçimde zarar verdiğimizin farkında olmalıyız.
Ama ne yazık ki zaman acayip bir zaman olduğu için “normal” davranıp, düşünmek bile insanın sırtına “ahlâk timsali” “iyilik meleği” gömleklerini geçirmiş görünmesine neden oluyor.
Oysa hepimiz suyu boşa akıtırken, elektriği yersiz yere tüketirken, çöpleri ayrıştırmaz ve atıklarımızla çevreyi gereğinden fazla kirletirken karbon ayak izimizi düşünmez, sera gazı salınımımızı umursamazken önce cebimize sonra da torunlarımıza bırakacağımız dünyaya büyük zararlar veriyoruz.
O bilinç bizde kendiliğinden oluşmuyorsa bunu birinin bizim kafamıza sokması gerekiyor.
Bunun için de en önemli araç devlet. Peki devlet böyle çılgınlıklar yaparsa bireyler ne yapar demekten de kendimi alamıyorum.
Kanal için en büyük neden olarak boğaz trafiği gösteriliyor. Pekiyi durum öyle mi?
Bilakis, Ulaştırma Bakanlığının hazırladığı ÇED (Çevre Etki Değerlendirmesi) Raporuna göre boğaz trafiği her geçen gün azalmakta. O halde Marmara’dan Karadeniz’e yeni bir suyolu açacak bu projenin anlamı ne?
Maalesef işin içine para ve rant girince herkesin gözü kör, kulağı sağır oluyor.
Amerika gizli gizli Montrö’den çıkmamızı mı istiyor?
Kanalın etrafında parsel parsel toprakları kimler satın alıyor?
Yapılacak projeler nüfusu 20 milyonu aşmış kente nasıl bir yük bindirecek?
Uzmanlara göre yeraltı sularının tuzlanma riski ne olacak?
Yeryüzü ve yeraltı dengeleri bozulup oluşacak bir depreme zemin mi hazırlayacak.
Tüm bunların hepsi şimdilik bir muammadan ibaret.
Akıllarına koyduklarını maşallah tam gaz ilerletip gereğini yapan yetkililerimiz eminim bu soruları onlar da kendilerine soruyordur. Umarım cevabını şu an eve kapanmamızın en büyük etmenlerinden biri olan lebalep kongrelerinde aramaya kalkmazlar.
16 yüzyıldan beri başımıza gelen devlet büyüklerinin zaman zaman hayallerini süsleyen kanal projesi şükür ki şimdilik bir hayâlden öte gidemiyor.
Velhasılıkelam on binlerce yıldır var olan jeolojik yapının ve ekolojik sistemin tamamen bozulmasına yol açacak bu mega projenin enine boyuna düşünülerek karar verilmesi gerektiğini tüm iyi niyetimle bir kez daha hatırlatıyor ve güzel ülkemizin “inatla” değil “sevgi ve şefkatle” yönetileceği güzel günlere ivedilikle erişmesini ümit ediyorum.