- Kamuoyuna Duyuru…! - 30 Nisan 2023
- 1915 Olayları ve Konuşulmayanlar - 25 Nisan 2023
- Neden Ak Partiliyim? - 24 Nisan 2023
1. Dün son referandum’un yıldönümü idi.
16 Nisan 2017’de halk oylaması ile Anayasa’nın 18 maddesi oylandı ve kabul edildi. Yani sistem değişti. Cumhurbaşkanı, hem devletin hem de hükümetin başı ilan edilerek başbakanlık kaldırıldı. (Madde 104)
Bu değişiklik gündemde yokken, Mhp ve başkanı konuyu gündeme taşıdı ve Akp’nin de canına minnet bir durum oluşmuş oldu.
Peki ülke olarak bunu sorguladık mı?
Mhp neden böyle bir çıkışla konuyu gündeme taşıdı? Bunda amacı neydi? Daha 15 Temmuz olayı tam manasıyla açıklanamamışken, toplum normalleşmeye geçememişken, acaba Mhp’nin bu acelesi neydi?
Tamam, ‘ikinci adamlar birinci adamları yönetirler’ bunu anlıyoruz ama bu kadar apar topar neden yeni sistem gündeme taşındı.
Bu soruların cevaplarını ileride (belki) daha rahat anlayacağız. Nasıl şimdi 1970’leri, 1980’leri daha objektif görüp değerlendirebiliyorsak, işte bu dönemi de otuz-kırk yıl sonra çok daha iyi anlayacağız.
Sosyal gruplar kendi öz dinamikleri ve kültürleri ile yaşarlar. Bu, onların kişilik özelliklerini yansıtır. Topyekün bir ülke de aslında en büyük sosyal yapıdır. Bu büyük sosyal yapının içinde yaşarken, zaman içindeki değişiklikleri ya da anormallikleri gözlemleyemezsiniz. Ancak o sosyal yapıya dışarıdan bakanlar ya da dışarıdan o yapıya dahil olanlar bu farklılıkları gözlemleyebilirler. Bu, aynı şunun gibidir: Almanya’ya turist olarak gezmeye gelenler, bizim için sıradanlaşan birçok konuyu farkederler ve hemen algılarlar. Mesela, yaya geçidine ayağını uzattığınız anda araçların durması, bizim için tabii -olması gereken- bir durumdur (selbstverständlich); ama Türkiye’den gelen misafirimiz hemen bunu algılar ve değerlendirir.
Türkiye’de yaşamayan biri olarak da, ülkemize bakınca aynı durumu yaşıyoruz.
Evet, ülkede yaşayan insanlar için belki sayacaklarımın birçoğu sıradandır, rahatsız etmez ve NORMAL’dir.
Ama ben rahatsızlığımı paylaşmak istiyorum, sürekli değiştirilen gündemler yüzünden sersemleşen toplumda kendini yalnız hissedenler için en azından…
Kayıtlara geçmesini de, gençler açısından elzem buluyorum.
15 Temmuz uğursuz darbe kalkışması sebebiyle üç ay süreyle OHAL ilan edildi ve uygulamaya geçildi. Dikkatinizi çekiyorum, tarih: 20 Temmuz 2016.
Ak Parti hükümeti iktidara gelir gelmez doğu bölgemizdeki OHAL’i kaldırmıştı. Normalleşme sürecinin gerekliliği vurgulanarak.
OHAL Temmuz 2016’da yürürlüğe girmesinden sonra altı kez daha uzatıldı ve yedinci kez de muhtemelen uzatılacak.
Ülkemiz 16 Nisan 2017 tarihinde OHAL ortamında iken referanduma gitti.
OHAL, adı üzerinde olağanüstü hal demektir. Olağanüstü haller geçici hallerdir ve bu durumlarda seçimler sağlıklı değildir. Ama buna rağmen yapıldı.
Dini terimle de örnek vereyim: İslam hukukunda Azimet ve Ruhsat vardır. Azimet normal zamandır, Ruhsal anormal hallerdir.
Domuz eti haramdır. Bu, Azimet durumudur.
Açlıktan ölmemek için, ölmeyecek kadar domuz eti yemek mübahtır. İşte bu olağanüstü haldir ve buna Ruhsat deriz.
Bu hallerde insanın ve toplumun normal fonksiyonlarından söz edilemez. İşte bu sebeple OHAL ortamında seçim yapmak hukuki ve İslami değildir.
Yerli ve milli olmayan Fransa örnek gösterilerek uzatılan OHAL sebebiyle toplumda hakim olan gerçeklik: KORKU’dur.
Evet, toplumda korku var.
Yüksek sesle bağıran bir iktidar cephesi ile, fısıltı ile iletişim kuran bir halk var.
Normalmiş gibi sanılan bu durum bir anormalliktir.
2.Dengesini yitirmiş medya.
Gelişen haberleri takip etmek için haber kanallarını internet ortamından takip etmeye çalışırken sürekli karşılaştıklarım: Açılışlar, İl ve ilçe kongreleri ve mitingler. Ve bütün bu canlı yayınlar iktidar cephesine ait.
Kendi kendime soruyorum.
Peki Saadet ne yapıyor, ya da Chp veyahut İyi parti. Bilmiyoruz. Çünkü kanallarda haber olarak göremiyoruz. Çünkü bilinçli bir şekilde muhalefeti susturma söz konusu.
Medyanın, gazetelerin birinci görevi, topluma tarafsız bir şekilde haber aktarmaktır oysa.
Peki medya bu görevi yerine getiriyor mu?
Devlet bankasından alınan kredi ile kanallar birilerine satılıyor ve çok doğal olarak da, çalışanlar yeni sahibine şirin gözükmek için ‘taraflı’ haberlere ve yorumlara başlıyorlar.
Başlamasalar ne olur, ya da sadece iktidar cephesinin haberlerini canlı yayınla vermeseler ne olur?
Cevap: OHAL var. Her türlü şey olabilir.
Böyle bir ortamda muhalif olmak olabilir mi? Ne mümkün. Zaten iktidar cephesi tarafından şımartılmış yazarlar muhalif olabileceklere durmadan hunharca saldırmaktalar.
Avrupa’da bunu görebilir misiniz? Hayır.
Türkiye’de olan bu durum nedir peki?
Normalmiş gibi sanılan, normalleştirilmeye çalışılan anormalliktir.
3.Fetö konusuna hiç girmeye gerek yok.
Bu durumun anormalliğini Osmangazi Üniversite’sinde yaşanan olay açıkça ortaya serdi. Dört yetişmiş insanımız katledildi. Sonrasında da olacaklar zaten belliydi. Olayı gerçekleştiren kişi kripto fetöcüymüş!
Aklıma sorular gelmiyor mu, tabii ki geliyor. Ama OHAL’in olduğu ülkemizde yayın yapan gazetemize zarar vermek istemem.
Zaten bu konuda en güzel demeci sayın Temel Karamollaoğlu konuşmasında verdi.
Normalmiş gibi sunulan bu olay ve süreç bir anormalliktir.
4.İslam-Dindar nesil-ahlaki çöküntü, bağnaz ve bozulmuş din anlayışı.
Aslında bu maddeyi tek bir yazıda ele almak bile yetmez. Kısaca ele almakta yarar var.
Dindar nesil için hedeflenen İHL’lerdeki gençler çıkmazda, sıkıntı içinde.
Toplumda meydanı boş bulan ve kendini İslam’ın hamisi zanneden zavallılar insan organları için ayetler olduğunu ifade ederek, toplumun ahlakını zedelemekteler ve bu durum artık normalmiş gibi algılanmakta.
Tekrar ifade edeyim: Kutsal kitap olan Kuran’ın bazı ayetlerinin insanların organları için okunduğunda fayda sağlayacağını söylemek. Hangi uzuvlar olduğunu yazmaya imtina ediyorum. Mutlak Varlık olan Rabb’e saygısızlık etmek istemem.
Toplumdaki ahlaki çöküntüyü ben algılamakta zorluk çekiyorum. Ama belki sürekli yaşandığı için insanlara normal geliyordur. Normalleşmiştir. Ama bu durum bir anormallik.
5.Ekonomi ve ülkenin durumu.
Milli ve yerli olma vurgusunun yapıldığı ve bunun da filmlerle, dizilerle abartılı şekilde sunulduğu bir ortam. Milli ve yerli olmak bu kadar abartılı sunulunca da, bir yerlerde terslik olduğu ortaya çıkıyor. Neden mi? Çünkü birisi nasıl olduğunu sürekli abartılı şekilde ifade ediyorsa, aslında öyle olmadığını da söylüyordur.
Bir erkek sürekli olarak erkekliğini, adamlığını abartılı şekilde dillendiriyorsa, o erkeğin erkeklikle sorunları vardır ve onu bastırmak için abartılı söyleme girer. Erkekliğiyle sorun yaşayan erkek maço tavırlara girer ve şiddete yönelir.
Milli ve yerli olmak da böyle.
Sınır ötesine harekat yapılıyor. Bu, gövde gösterisi gibi sergileniyor. Suriye’nin derdine düşülüyor.
Peki ya ülkenin durumu.
Hani yerli ve milliydik. Ekonominin durumu ortada. Dövizin artışına engel olunamıyor. Yatırımlar sadece inşaat sektörü ve lüks tüketim çılgınlığına dönüşmüş. Şeker fabrikaları konusu bir muamma. İşsizlik rakamları sürekli artıyor. Gençler işsiz ve ülkede umut göremiyorlar.
11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ifade ettiği gibi, dünya başka konuları konuşup, başka sorunlara çözümler arıyor. Buna bir örnek dijitalleşme ve sebep olacağı işsizlik.
Eğitim sistemi ve kalitesi üzerine konuşmak, tartışmak zaten söz konusu değil.
Bireysel borçlanmalarla lüks alışkanlığı toplumsal tehlike boyutlarına ulaşmış durumda.
Ve 16 Nisan 2018 gecesi TV kanallarında konuşulan konu: Suriye ve Esad’lı-Esad’sız çözüm.
İnsan ‘pes doğrusu’ demekten kendini alamıyor.
TV kanallarında program yapanlar ne yapsın, öyle değil mi? Hangi konuyu ele alsalar, işin sonu işsiz kalmaya varabilir.
Sonra da sanatçıyım diyenler çıkıp, bu ülkede hukuk-özgürlük var diyorlar.
Ahmet Hakan program yapıp şu soruyu mu sorsun: ‘Sayın milletvekili, sizin partiniz yastık altında olan dolarları bozdurun dedi. Halkımız da bozdurdu. Dolar 4 TL’yi geçti. Bu insanlar bugün itibariyle çok zarar etmiş durumdalar. Bu konuda ne diyorsunuz?
Bütün bu sorunlar varken, Suriye’nin derdine düşmek mi yerli ve milli olma?
Terör sorununa çare bulmak adına normalmiş gibi gösterilen bu durum bir anormalliktir.
Devletin yeniden yapılandırılmasının tek parti tarafından yapılıyor olmasının anormalliğine değinemedim bile.
Varın gerisini siz düşünün.
Sevgi ve Bilgiyle (Ve farkına varabilme ümidiyle) kalın.
(Not: 17 Nisan vesilesiyle merhum Turgut Özal’ı bir kez daha anarak, kendisine Rabb’imden rahmet diliyorum).
Sayin yazar azimet ruhsatı yanlış biliyorsunuz. Ruhsat zorunlu en asgarisi. Azimet tavsiye edilen asgariden daha yüksek seviyeyi ima eder yani takvayı bilgiyle kalın