Rusya Ukrayna’yı işgal ederken

2

Rusya’nın 24 Şubat 2022 sabah saatlerinden itibaren Ukrayna‘yı her yönden aynı anda işgal etmesini, Kiev’e yaklaşmasını yabancı televizyon kanallarından canlı olarak izlerken ABD’nin Irak’ı işgalini de Ocak 2003’te böyle canlı yayınlardan takip ettiğimiz aklıma geldi.

Doğrusunu ifade etmek gerekirse Rusya’nın Ukrayna’yı işgal edeceği “Görünen köy klavuz istemez” sözü gibi oldukça açıktı. Bunun için biraz gerilere gitmek gerekiyor. Bir kere Putin, 24 Temmuz 2020’de – Ocak Medya‘da yazdığım üzere – görev süresini 2036 yılına kadar uzatmış hırslı bir KGB eski görevlisi olarak Sovyetler Birliğinin dağılmadan önceki ihtişamına ülkesini yeniden kavuşturmak istiyordu. Nasıl istemesin ki Kazakistan’ın zengin Attau petrol yatakları, Ukrayna’nın yeraltı zenginlikleri, Kırım’dan Karadeniz ve Akdeniz’e çıkma arzusu uzun zamandır bilinen hayalleri arasında yer alıyor. Bu nedenle de Batıya yanaşmak isteyen eski Sovyetlerinden ayrılan devletlerin siyasetçileri, devlet insanları veya demokrasi yanlısı halkları çeşitli kumpaslarla saf dışı bırakılıyorlardı.

Rusya, dağılmadan çok önce 1971’de, Suriye ile anlaşarak Tartus‘ta bir deniz üssüne sahip olmuştu. Ancak bu üssün Rus donanmasının en büyük üslerinden biri haline gelmesi Putin zamanına rastlar. Aslında bu ülkede başka üsleri de var ancak en büyüğü Tartus’da. Tabii Rusya bu üsleri Akdenizde balık avlamak için kurmadı!

Amacı ABD ve Avrupa Devletleri gibi donanmasını sıcak sularda bulundurmak, ABD ve Batıya karşı bir güç gösterisi yapmaktı.

Ankara’daki Ukrayna Büyükelçisinin 22 Şubat 2022’de, Türkiye’ye Boğazları Rusya’ya kapatması çağrısı Tartus’taki işte bu Rus donanmasına ait gemilerin Karadenize çıkmalarını engellemek içindi. Neyse ki Montrö Boğazlar Sözleşmesinin ne kadar değerli ve önemli olduğu böyle zamanlarda görülüyor. Kanal İstanbul açılmış olsaydı Türkiye kendisini bu savaşta tarafsız bir konumda bulamayacaktı diye öngörmek mümkün.

Ukrayna ve Rusya arasındaki anlaşmazlık 2013-14 yıllarında başladı sayılır. 2013’te, Kiev Özgürlük Meydanında özgürlük ve demokrasi için toplanan halk gösterisi kanlı bir şekilde sonlandırıldı. Ukrayna halkının Batı ile yakınlaşmasını Ukrayna’nın Rus yanlısı eski Cumhurbaşkanı itiraz edip Ukrayna’dan Rusya’ya kaçtı. Putin, Ukrayna’nın asla NATO ve AB üyesi olamayacağını açıklayıp 2016’da Kırım ve Sivastopol’u işgal etmesi üzerine Ukrayna ile Rusya’nın bağları kopmuş sayılır.  Son gelişmelerle birlikte Kırım’la birlikte bir iç deniz olan Azak Denizi de Rusya’ya geçmiş oldu. Rusya, Ukrayna’yı işgalden hemen önce Donetsk ve Luhansk Halk Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını tanıdı.

Ukrayna’nın Batı ile yakın bağlar kurması, Batının da buna kayıtsız kalmaması, Ukrayna’daki Ortodoks Kilisesinin, Moskova’daki Ortodoks Kilisesinin görev bölgesinden, hiyerarşisinden kendi isteği ile ayrılarak daha modern ve evrensel değerleri savunan, Moskova Ortodoks Kilisesi gibi Putin’i destekleyerek siyasete bulaşmamış, dünyadaki Ortodoksların çoğu tarafından sevilen ve sayılan Patrik l.Barthelomeos‘un ruhani lideri olduğu Fener Rum (buradaki Rum Roma anlamındadır.) Ortodoks Patrikhanesine bağlanması bardağı taşıran son damlalar olmuştu. Kiev’de Moskova’ya bağlı sadece bir Ortodoks Kilisesi kalmıştır. Batı yanlısı Ukrayna eski Cumhurbaşkanı Yuşcenko gibi daha sonraki yeni Cumhurbaşkanı Zelenski de 2020’de Patrik I. Barthelomeo‘yu ziyaret ederek onu 2021’de Ukrayna’nın bağımsızlığının 30.yıldönümü törenlerine davet etmiş Patrik de bu davete icabetle,  24 Ağustos 2021 törenlerine katılmıştır.

Rusya, Ukrayna’ya, Batı sevdasından vazgeçmesi için son yıllarda siber saldırılarda da bulunmuştu. Ancak Ukrayna’nın doğusundaki doğal kaynaklar bakımından çok zengin Rus yanlısı ayrılıkçı Donetsk ve Luhansk bölgesi hariç Ukrayna halkı ve seçimle gelen yeni Cumhurbaşkanı Zelenski de Batı yanlısı tutumlarından ve ilişkilerinden ödün vermemiştir. Putin ise çok kez yaptığı açıklamalarda, Batının, NATO ve AB‘nin Ukrayna’dan uzak durması gerektiğini açıklamış ve açıkça tehdit etmişti. Tarihte Ukrayna Merkez Konseyi, 23 Haziran 1917’de, Ukrayna Halk Cumhuriyetini ilan eden Rusya içindeki ilk Halk Cumhuriyeti idi. Ukrayna’nın coğrafi konumu nedeniyle Avrupa sistemine yakın ve Batı ile ilişkilerinin yoğun olması onu diğer Orta Asya Cumhuriyetlerinden daha çok demokrasi ve Batı yanlısı yapmıştır diye düşünürüm.

Dışişleri Bakanlığındaki görevim sırasında zamanın Cumhurbaşkanı yine Batı yanlısı Victor Yuşcenko‘ya İstanbul’da refakat etmiştim. Moskova Ortodoks Patrikhanesine bağlı olduğu halde Yuşcenko, Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’ne giderek diz çökmüş ve Patrik Hazretlerinin eteğini öpmüştü. Sadece Patrik Hazretleri ile Yuşcenko’nun bulunduğu bu kısa görüşmenin başlangıcını görmüş ve şaşırmıştım. Yıllar sonra bu önemli dinsel rituele bir anlam verebilecektim. Tabii Yuşcenko’nun zehirlendiğini ve yüzünün korkunç bir şekil aldığını hatırlatmamda yarar var. 2004’teki bu ziyaretinde cildi daha iyi görünmekle birlikte yine de hasar gözden kaçmayacak derecedeydi. Türk gazetelerinde geniş yer alan zehirlenme olayı konusunda kimsenin birşey söylememesine ve imada dahi bulunulmamasına rağmen kendiliğinden bu izleri hayatı boyunca taşıyacağını belirtmişti. Zehirleyen taraf ise Rusya idi. Fener’den sonra Ukrayna Cumhurbaşkanının uğradığı bir diğer mekan ise Hürrem Sultan Türbesi idi. Ziyaretin İstanbul ayağı Kiev’den gelen talep üzerine yapılmıştı. Kanuni Sultan Süleyman‘ın gözdesi (Haseki) Hürrem Sultanın Türbesi, Eminönü’ndeki Süleymaniye Külliyesinin içindeki Kanuni Sultan Süleyman Türbesinin yanında. Cumhurbaşkanı, Hürrem Sultanın Ukraynalı olmasından büyük gurur duyduklarını ve onun Ukrayna’da Sultan Roxalana olarak tanındığını ifade etmişti. Cumhurbaşkanını Atatürk Havaalanından uğurladıktan sonra tekrar gittiğim Süleymaniye’de, Kanuni Sultan Süleyman Türbesini ziyaret etmiştim. Cami görevlisi, Türbede bulunan ve diğer parçası bugün Kabe’de bulunan Hacer-ül Esved taşını göstermişti.  Özel koruma altında bulunan bu taşa çoğu insanın dikkat ettiğini tahmin etmiyorum. Sekizgen olarak yapılan ve Kanuni’nin adı gibi muhteşem bu  çinilerin süslediği  Türbesinin mimarı ise Mimar Sinan.

Ukrayna ile ilgili anılarıma burada ara verip tekrar gerçeklere dönmem gerekir.

Sovyetler Birliğinin 1991’de dağılması ile birlikte 24 Ağustos 1991’de Ukrayna bağımsızlığını ilan etti. Aralık 1991’de de referandum sonucu bağımsızlığını perçinleyerek bağımsız bir devlet oldu. Ukrayna’nın Batı, AB ve ABD ile yakınlaşmak istemesi nedeniyle bu ülkeye yönelik Rus tehditleri 2014’te zirveye çıktı. 27 Mart 2014’te, BM Genel Kurulu, 68/262 sayılı Karar (Resolution) ile Ukrayna’nın toprak bütünlüğünün uluslararası alanda kabul edildiğini açıkladı. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT/OSCE) Parlamento Konseyi tarafından kurulan Üçlü Temas Grubu (Rusya, Ukrayna ve arabulucu olarak AGİT)  kuruldu.Belarus’un başkenti Minsk’de Ukrayna’nın Donbass bölgesindeki savaşı sonlandırmak için Rusya, Donetsk Halk Cumhuriyeti ile Luhansk Halk Cumhuriyeti ve AGİT yetkilileri arasında bir Mutabakat imzalandı. Minsk Mutabakatı uyarınca, acil ateşkes uygulandı. Bu Mutabakat, Rusya yanlıları ile Ukraynalılar arasındaki savaşı durduramayınca 12 Şubat 2015’de Minsk II isimli yeni bir önlem paketi kabul edildi. Bu paket uyarınca Normandiya Formatı veya Normandiya Dörtlüsü denilen Gruba bu kez Ukrayna ve Rusya’nın yanısıra Almanya ve Fransa da katıldı. Rusya burada arabulucu olacaktı. Türkiye de nedense son yıllarda emekli büyükelçilerden seçilen temsilciler ile Minsk toplantılarında yer aldı.

Türkiye’nin bu savaştan nasıl etkileneceği ise başka bir yazı konusu. Zira hem Ukrayna hem Rusya Federasyonu ile yakın siyasi ve ekonomik ilişkileri var. Türkiye, 2,5 milyar Dolar verdiği S-400 Rus füze sistemini alarak Batı ve ABD karşısında bir tutum sergiledi. Türkiye F-35 uçaklarını S-400’ler nedeniyle ABD’nden alamadığı gibi Amerikan Kongresinin de ambargosuna takıldı.

Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelenski’nin Montrö Boğazlar Sözleşmesine dayanarak Türkiye’den Boğazları Rus savaş gemilerine kapatması haklı bir talep. Zira Sözleşmenin 19.maddesi Türkiye’ye savaş gemilerine kapatma hakkı veriyor. Üstelik de karadenize kıyıdaş olan olmayan ayrımı yapmadan.

Bir Rus uçağının düşürülmesi ve Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Karlov’un öldürülmesi, Suriye’de Ruslardan kaynaklı olaylar Türkiye Rusya ilişkilerinin üzerindeki kara bulutlar olmaya devam ediyor.

2014’ten bu yana Rusya’nın kışkırtması ve ayrılıkçıların çıkardığı çatışmalar sonucu Ukrayna’da 9940 kişi öldüğü yabancı basında kayıtlı bilgiler arasında. 17 Temmuz 2014’te Malezya Havayollarına ait bir yolcu uçağı Ukrayna üzerinde düşürüldü. 298 yolcu öldü. Bu uçağı Rusya’nın BUK roket sistemi ile düşürdüğü ortaya çıktı. Yani Rusya’nın Ukrayna’yı işgali iki günle sınırlı değil. 2013’ten bu yana ortaya çıkan gelişmelerle bağlantılı.

Rusya’nın, Batı yanlısı Cumhurbaşkanı Zelenski‘yi düşürene kadar Ukrayna’yı işgale (Putin’in tanımlamasına göre Özel Askeri Operasyon/Special Military Opreration) devam edeceği anlaşılıyor. Putin, Ukrayna’daki demokrasinin başarılı olmasını sindiremediği ve bu konuda örnek teşkil edeceği için endişe içinde. Türkiye’nin de AB’ne tam üye olmasına karşı çıkan yine Putin oldu.

Türkiye, Japonya, Batı ülkeleri, ABD, NATO, AB bu işgali en ağır şekilde kınadılar. Papa Francesco da Barış Çağrısında bulundu. Suriye ise Rusya’nın yanında yer aldığını açıkladı. Ne de olsa bekası Rusya’ya bağlı. Bu savaşta oyun kurucu Vladimir Putin. Moskova’daki bir Rus vatandaşının BBC Dünya Servisi Televizyonuna ifade ettiği gibi “Bu savaş Kremlin‘in savaşı, Rus halkının değil” sözü durumu özetliyor. Tabii bunu söyledikten sonra da savaş karşıtı Rus protestocular canlı yayında polis tarafından gözaltına alınıyor.

Avrupa’nın en büyük ülkesi 40 milyonluk Ukrayna’nın geleceği tüm dünya tarafından takip ediliyor. 30.000 Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının bulunduğu bu ülkenin geleceği Türkiye için de önemli. Tüm savaşlarda olduğu gibi en çok zarar görenler hayatlarına bomba düşen siviller, kadınlar ve çocuklar olacak.

Bu savaş, Orta Doğudaki dengeleri bile değiştirecek güçte. Bu nedenle Türkiye’nin ileriye dönük dikkatli bir dış politika izlemesi ve ağır bir yükün altına girmemesi için liyakat sahibi diplomatlarla yeni bir strateji geliştirmesi gerekiyor. Diplomasiye bir şans vermek gerekiyor. Rus aklını, mantığını bilmek anlamak lazım. Yoksa Rus uçağını düşürmekle, stratejik derinlik denilen tuhaf kuramlarla diplomasi olmadan bir yere varılamaz.

Sonuç olarak 21. Yüzyılda böyle bir saldırganlık ve savaş, tanıklık edeceğimiz en kötü utanç verici olayların başında yer alacak. Savaşların insanlara esenlik getirdiği dünya tarihinde görülmemiş.

Önceki İçerikDoktor da hasta da çözüm bekliyor
Sonraki İçerikDostum Putin
Ocak 2019'da emekli olmuştur. Dışişleri Bakanlığı Statejik Araştırma Merkezi Başkan Yardımcılığı ve Başkan (2011- 2012). Vatikan Büyükelçiliği Birinci ve daha sonra Elçi Müsteşar (2006-2011). Protokol Daire Başkanı (2001-2005). İsveç Stokholm Büyükelçiliği Birinci Müsteşarı (1998-2001). Slovenya Ljubljana Büyükelçiliği Müsteşarı (1996-1998). Boru Hatları ve Enerji Dairesi Başkanı (1994-1996). Kafkas İşleri Dairesi Şube Müdürü (1992-1994). Hollanda Deventer Başkonsolosluğu Başkonsolos Yardımcısı (1988-1992). Enformasyon Dairesi Başkatip (1986-1988). Endonezya Cakarta Büyükelçiliği İkinci Katip (1984-1986). Londra Büyükelçiliği İkinci Katibi (1980-1983). Kıbrıs Siyasi İşler Dairesi İkinci Katip (1978-1980). Papalık Gregoryen Üniversitesi Temel Teoloji Lisansı Diploması(2007-2010). A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü SBF Master Derecesi (1988). Basılı Tez: “İngiliz İmparatorluğundan Commonwealth'e:İki Dünya savaşı Arasında Çanakkale Krizi 1919-1939”. "London School of Economics"'de misafir öğrenci (1988). A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Lisans Diploması (1976). Ödüller İtalya Cumhurbaşkanı G. Ciampi tarafından Ankara'da tevdi edilen “Şövalye” ünvanı (Cavallieri Stella Stara per la Solidarita Italiani) Eylül 2005. İran Büyükelçisi Dowlatabadi tarafından tevdi edilen Humeyni Altın Nişanı Eylül 2005. Dinlerarası diyaloga katkılarından dolayı Papalık Tiberina Akademisi Şeref Üyeliği Kasım 2007. İngilizce, Maley dilleri (Bahasa Endonezya ve Maley) İtalyanca bilmektedir.

2 YORUMLAR

  1. Rum arapça bir kelime. Arapçada “O” harfi olmadığı için Romaya , Rum demişlerdir.Hatta Kuran’da Rum suresi vardır ve bu süre Sasaniler karşısında yenilgiye uğramış olan romanın , kısa bir süre içerisinde galip geleceğini müjdeler .Rumlar galip gelir.

    • Değerli Erhan Bey,
      Verdiğiniz bu çok kıymetli bilgi için size ne kadar teşekkür etsem azdır.
      Sağolun. Iyi ki varsınız.
      Sevgi, saygı ve selamlarımla
      Deniz Kılıçer

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz