Saf Farkındalık Nedir? 

0
Latest posts by İbrahim Yersiz (see all)

Evrenle aramızdaki bağın odak noktası bilincimizdir. Bilincimize o kapıları açan ise duyularımızdır. Şayet duyularımız olmasaydı bilincin evren ile aramızda kapı olması söz konusu olamazdı. 

Ama ne var ki duyularımızın belirli bir algılama sınırı var ve öteye uzanmaya çalışsa da hayatta kalma koşulu onu belirli bir düzeyde tutma şartına göre varlık gösteriyor.  

Örneğin gözün görme sınırı veya kulakların duyma sınırı buna birer örnek şeklinde verilebilir.  

Fakat bilinç ile evren arasında kapı olan duyuların bir sınırı olsa da bilincin sınırı yoktur, o eldeki verilerden hareketle herhangi bir duyunun açtığı kapıdan öteye doğru bir yolculuğa çıkabilir. 

Bilinç bir duyunun kapısından dış evrene doğru çıkarken ne kadar ileriye gidebilir onu bilmiyoruz, bu bütünüyle o duyunun algıladığı verinin sağlamlığına ve bilincin ondan yola çıkarken onu ne düzeyde anlayıp bilince çıkardığına göre değişir.  

Burada bilincin bir boşluğa veya bir yokluğa doğru gittiğini iddia edemeyiz, çünkü orada ne olduğunu bilmiyoruz, öteyi öyle tanımlamamız yalnızca onun hakkında fazla bir şey bilmememizle ilgilidir. O nedenle bilinçten öte olanı bir boşluk veya yokluk şeklinde tanımlamamız doğru değildir; kaldı ki o tanımlamayla öteyi tanımlamıyoruz, öteye dair düşüncemizi tanımlıyoruz.  

Bu zihnin görüş noktası itibariyle öteyi tanımlamaktır. 

Öteden gelenin duyular yoluyla zihne gelen bir yansıma olduğunu biliyoruz, duyuların o yansımayı algıladığı üzere zihne aktardığını ve zihnin o yansımayı aldığı üzere soyutladığını de. 

Umarım hala duyuların belirli bir algılama sınırına sahip olduğu aklınızdadır.  

Duyusal kabiliyetler elbette geliştirilebilirdir, ancak yaşama şartının onları belirli bir sınırda tuttuğunu ve söz konusu sınırı korudukları oranda işlevlerini yerine getirdiklerini biliyoruz. 

Diğer yandan duyuların evrimsel gelişimlerinin bu yönde olduğunu ve şartların cevaz verdiği üzere istikamet seçerken onların bu yolu seçtiklerini de biliyoruz.  

Kısacası şartlar tesadüf mi, bilmiyoruz, ama evrimin tesadüf olmadığını ve canlının yaşamayı seçerken şartlardan çıkarsadığı üzere bugünkü kendisi olduğunu biliyoruz. 

Bilincin görüş noktası duyuların algılama noktasıdır, duyuların algılama noktası ise kendi farkındalık noktalarıdır, ama bilincin farkındalığı duyulardan aldığını sorgulama, onların algıladığı biçimden öte farklı sonuçlar çıkarması noktasıdır. 

Saf farkındalık ise bilincin duyuları aştığı noktadır ki, bilgeler bu konuda pek ısrarcı olsalar da henüz en parlak zekalarımız bile o noktada değildir. 

Peki saf farkındalık nedir? 

Burada bilincin duyulardan bağımsız olduğu -veya olmayı başardığı- bir aşama kastedilmektedir.  

Bilinç bunu başarabilir mi, bilmiyoruz, bildiğimiz bilince bunu yapması için bir sebep gerektiği ve bilince sebeplerini henüz kendisi değil duyuların verdiğidir. Çünkü bilincin sebebini hala bilmiyoruz, tüm bildiğimiz duyuların sebeplere sahip olduğu, zevk ve hazlar aradığı ve bilinci de o yönde kendilerinin motive ettiğini. 

İnsanların duyusal zevk ve hazlarını baskılamaya çalıştıkları, onları toplumsal bir koşula göre yaşamaya çalıştıkları ve onu başardıkları oranda sosyal iştirakler konusunda başarılı olduklarını biliyoruz. 

Bunun daha ötesi ise, insanların duyularını tümden kontrol altına almaya çalışmalarıdır ki, bunu istiyorlar ama neden bu kadar çok istiyorlar onu bilmiyoruz; bildiğimiz bu istekten hareketle onların saf bir farkındalığa ulaşmaya çalıştıklarıdır.   

İnsan saf farkındalığa ulaşırsa ne olur? 

Buna cevap vermek gerçekten zordur, ancak zihnin görüş noktasının değişeceği, duyuların zihin üzerindeki tüm baskılarının yok olacağı ve devamında bilincin bağlı olduğu beden ve bedenin gereklerinden öte bir görüye çıkacağı muhtemel olasılıklar içinde en yüksek olasılıktır, zira saf farkındalıktan söz ediyoruz.  

Saf farkındalık sınırsızlık demektir, onu artık isim ve şekil kalıplarından arınmış zaman ve mekân ötesi olarak düşünmeliyiz.   

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz