- İzmir Ödemiş Belediye Başkanı Mehmet Eriş: Sıra Dışı Bir Belediye Başkanı, Bir Halk Adamı - 16 Şubat 2023
- Veysi Dündar’ın Korona Söyleşileri – Mehmet Ali Güller: “ - 5 Eylül 2021
- Her derde deva ‘Tarçın’ - 18 Ekim 2020
Siyasi iletişimde, hele de uzun yıllar iktidarda iseniz, liderden çok kadroların ve dolayısıyla siyasi gücün dikkate alması gereken en büyük tehlikelerden biri, hiç şüphesiz ‘güç kirlenmesi’dir…
İktidar, mevcudiyetinin süresi uzadıkça hem kurmayları, hem uygulamadakiler, partililer, hem de tabanı strateji ve bağlı olarak aksiyonların etkisinden ya zafer sarhoşluğuna kapılarak ya da tersi, kendilerini yetersiz hissederek veya çeşitli küskünlükler nedeniyle (ikisi de aynı kapıya çıkar) aşırı gücün etkisiyle bir algılama sorunu yaşayabilirler.
Almancada bir de ata sözü vardır pek bir manalı. Zafer kazanmış komutanların kolayca içine düşebilecekleri rehavetten dem vurarak, onların başına takılan defne dalından mülhem olunan ifade biçimiyle, “Defne yapraklarının üzerinde yan gelip yatma!” derler…
Siyaset tarihimizde pek çok kez yaşadığımız her biri birbirinden derin deneyimler sunan Milletvekili seçimleri sırasında rastladığımız, “Odunu koysak seçtiririz!” duygusuna gelmek türünden kendi ayağına kurşun sıkma örneklerine hepimiz tanık olmuşuzdur.
Ya da Kenan Evren’in “Bu anayasaya ben kefilim!” deyip aldığı %91’lik “Evet” oyuna güvenip, aradan sadece bir yıl geçtikten sonra bu sefer aynı kefaleti Turgut Sunalp için ileri sürüp, “Bu yalan söylüyor. Sakın ha buna oy vermeyin!” dediği Turgut Özal ve partisi Anavatan’ın tek başına iktidara gelmesine biraz da bu ve benzeri davranışlarıyla vesile olması gibi…
Ben milli irade ve seçmen davranışları konusunda hep bir miktar septik (şüpheci) olunmasının hayli sağlıklı bir yaklaşım olduğunu düşünenlerdenim. Hiç şüphe yok; Cumhurbaşkanı Erdoğan bir siyasi iletişim ustasıdır ve hedef kitleyi okuyarak, strateji belirleme konusunda, dünya siyaset tarihinde onun eline su dökebilecek siyasetçi-devlet adamı sayısı yok denecek kadar azdır… Peki ya AK Parti kadroları… Onlar gereken siyasi erki ortaya koymadıkları takdirde, çok sevdiklerinden yana kuşkumuz olmayan Cumhurbaşkanlarının, güç kirlenmesinin sınırlarının içine doğru itmiş olmayacaklar mıdır?
Bu sütunlarda az yazmadık, Cumhurbaşkanı yalnız bırakılmamalı diye…
Güç kirlenmesinin en büyük göstergelerinden biri de medyada sahici olmayan hâkimiyettir. 1950 seçimlerinde medyaya silme CHP hâkimdi. DP kazandı… 1983 seçimlerinde medyanın kahir çoğunluğu biraz da Evren ve şürekâsının yayılmacı baskısı ile MDP ve HP yandaşı bir çizgidelerdi. ANAP kazandı. 2002 seçimlerinde yüksek tirajlı olmayan bir iki yayın organı dışında medyanın tamamı Sayın Cumhurbaşkanımızın ve AK Partinin karşısındaydı ve AK Parti kazandı…
Yani medya kazanmıyor ve kazandırmıyor… Peki ne kazandırıyor? Üç şey: Büyük Fikir, Büyük Lider ve Büyük Teşkilat…
…
Bu bağlamda medyanın, özellikle TV’lerin sadece Sayın Cumhurbaşkanı’nın konuşmalarını yayınlamaları muhalefete pek fazla şans tanımamaları ne kadar doğrudur ve bu tutum, vaat-ikna sürecine mi hizmet eder, yoksa güç kirlenmesine mi, ya da mağduriyet yaratarak muhalefete mi yarar; iyi değerlendirmek gerekir…