Siyasetin karmaşık doğasını anlamak için iyi bir okuryazar olmak her zaman yetmeyebilir. Siyasi aktörlerin, ürettiği bilginin ve yaptığı açıklamaların yanında aktörlerin ilişkiler ağına da dikkat etmek gerekiyor. Altılı masanın neden dağıldığı, neden seçime az bir zaman kala bu olayların yaşandığı sorusu herkes gibi benimde zihnimi kurcalıyor.
Recep Tayyip Erdoğan, 21 yıldır bu ülkeyi yönetiyor ve son Büyükşehir Belediye seçimleri dışında yenilgi görmemiş bir lider. Erdoğan’ın karşısında, muhalefetin Kemal Kılıçdaroğlu’nu aday göstermek istediği ve Meral Akşener’in ise bu dayatmaya direnip masaya dağıttığı görülüyor. Altı parti liderinin, iki yıl boyunca adaylık meselesini konuşmaması, buna dair bir ortak anlayış ve görüş birliği oluşturmaması bana şaşırtıcı geliyor.
Yoksa bütün muhalif siyasi süreci yöneten gizli bir el mi var?
Ne zaman bir siyasi rota değişikliği yaşansa, siyaset- büyük sermaye ilişkisi ile ilgili bir değişimin ve dönüşümün olup olmadığına dair emareleri takip etmeye çalışırım. Bu bağlamda gazete arşivlerini tararken Güneri Cıvaoğlu’nun, “İnan Kıraç’ın siyasi modeli “ başlıklı yazıya rastladım.
Önce bu yazının neden yazıldığını anlatmakla başlamak gerekiyor. 2011 yılında Cüneyt Arcayürek, İnan Kıraç’ın Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçimleri kazanacağını yönelik iddiaya girdiğini ifade etti. Bu açıklama, birçok yazılı ve görsel medyada yankı buldu. Ardından bir soru üzerine Erdoğan, İnan Kıraç’ın böyle bir açıklaması olmuşsa risk almıştır, açıklaması yaptı.
Erdoğan’ın bu açıklamasından sonra Güneri Civaoğlu, Milliyetteki köşesinde, İnan Kıraç’ın siyaset Modeli, başlıklı yazı yazarak, Kıraç’ın siyaseti nasıl dizayn etmek istediğini ortaya koydu. Civaoğlu, İnan Kıraç’ın siyasete ilgisinin bütün partileri kapsadığını, sadece bir parti ile sınırlı kalmadığını, FIAT’ın efsane başkanı Angelli’den esinlenerek Türkiye’ye bu modeli uyguladığını ifade ediyor. Bu modele göre, FIAT’ın İtalya genelinde bayileri bulunan bütün ailelerin iyi eğitim almış çocuklarının, yakın oldukları siyasi partilere girmesi gerektiği ve dâhil oldukları partilerde etkin görevler almaları öğütleniyor. İnan Kıraç’ın da bu modeli Türkiye’de uyguladığı ve parti ayırt etmeden “siyasetin kalitesini” artırmak için her partiye yatırım yaptığı ifade ediliyor.
Bu ilginç bilgiyi not ettikten sonra Fehmi Koru’nun , “İnan Kıraç’tan Önce Can Kıraç Radarımdaydı.. Cumhurbaşkanı Olmasını Nasıl Engelledim?” başlıklı makalesinde, Süleyman Demirel’in, Can Kıraç’a Cumhurbaşkanlığı adaylığı teklif ettiğini ifade ediyor. Ancak bu adaylık çeşitli gerekçelerle gerçekleşmiyor. İstanbul Sermayesinin bu önemli grubunun siyasete merakı oldukça dikkat çekici… Elbette her Türk vatandaşının siyaset yapma hakkı var ama bu düzeyde siyaseti dizayn etme isteği insanın zihninde farklı çağrışımlar yaratıyor.
Genel Kurmay Başkanlığı yapmış Doğan Güreş, 2007 yılında katılmış olduğu bir TV programında, görev yaptığı dönemde Meclis’te farklı güçlerin ağırlığını hissettiğini söyleyerek, Türkiye’yi hükümetler ya da parlamento yönetmediğini, oligarşik İstanbul dükalığının yönettiğini ifade ediyor. İstanbul dükalığının ifadesi ile ne kastedildiğini anlamak için Yurt Bank’ın eski patronu Ali Balkener’in mahkemedeki ifadesine gitmek gerekiyor: “Bizler 18 büyük aileyiz. Hepimizin bağlı olduğu bir başkanımız var. 18 büyük aile bir havuz oluşturduk. Tüm ekonomi bunların elinde toplanıyor. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nı manipüle eden kişi, bizim bağlı olduğumuz başkanımızdır. Tokyo Borsası’nda 800 milyon dolar kaybetti, bana mısın demedi”. Bu, 18 ailenin bağlı bulunduğu başkanın da “İnan Kıraç” olduğu ifade ediliyor. İnan Kıraç’ın ekonomik gücü ve siyaseti dizayn etmeye olan aşırı ilgisi düşünüldüğünde, günümüzün siyasi atmosferin oluşmasında da direkt veya dolaylı bir rolünün olabileceği düşünülebilir. Gazeteci Memduh Bayraktaroğlu, “Meral Akşener’in, kimine göre derin devlet, kimine göre Türkiye’nin üst aklı, kimine göre ise düşünce kuruluşu olan Encümeni Danış’in yönlendirmesi ile hareket ettiğini ifade ediyor”. İnan Kıraç’ın Encümeni Daniş’in gölge başkanı olduğunu iddia eden açıklamaların da olduğunu not edelim.
İnan Kıraç ismi ile ilgili gazete arşivlerine bakıldığında, Sezgin Baran Korkmaz ile ilgili ihtilafının çözülmesinde, bazı siyasilerin devreye girdiği, Necip Hablemitoğlu cinayeti sanığı olan Levent Göktaş’ında İnan Kıraç’ın avukatı olduğu bilgilerine rastlamak mümkün.
Peki İstanbul dükalığı, altılı masanın dağıtılması ile neyi hedefliyor olabilir?
İnan Kıraç, 2011 yılında, Recep Tayyip Erdoğan’a alenen meydan okumasına rağmen seçimi kaybetmiş ve seçim sonrasında Erdoğan’dan randevu istediği ve 1.5 saat bekletilerek görüşmeye alındığı ifade ediliyor. Örtülü operasyonun doğası adlı KGB eğitim kitabında, hedef aldığınız yapılanmanın içerisinde veya yakınında yönlendirebileceğiniz aktörler yoksa o yapıyı bertaraf etmenin mümkün olmadığı belirtilmektedir. Güçlü liderlerin ve organizasyonların, rakiplerini destekleyerek sonuç alınamayacağı, simetrik müdahalenin güçlü liderin tabanını konsolide etmesine neden olacağı düşünülmektedir.
İbn-i Rüşd’ün ; “Yumurta dıştan bir güçle kırılırsa yaşam son bulur, içten bir güçle kırılırsa yaşam başlar; Zira sahih dönüşümler hep içten gelir”. Sözü bu bağlamda dönüşümün nasıl yapıldığına dair bize fikir vermektedir. Sözün kısası, İYİ Parti, seçimlerden önce veya sonra Cumhur ittifakına katılarak, iktidar ortağı olma olasılığı bulunuyor. Bir siyasi cephe içerisinde bileşenler ne kadar artarsa ittifakın liderinin siyasi manevra alanı o derecede daralır. Siyasi alanı daralmış, dengeleri sürekli olarak gözeten bir siyasi liderin uzun vadede kalıcı olması mümkün görünmüyor. Erdoğan’ın ancak ittifak içerisinden müdahale edilerek gücünün sınırlanabileceği söylenebilir.14 Mayıs seçimlerinden sonra oluşması muhtemel bu siyasi ittifakın ömrünün de çok uzun olmayacağı, Türkiye’nin 2025’te yeni bir seçimle karşı karşıya kalacağını da belirtmek gerekiyor. Seçimden sonra İYİ partinin iktidar ortağı olduğu Türkiye’ye herkes hazır olmalıdır.