Seçimlere doğru hızla yol alınırken gördüklerimden çıkardığım izlenimler

0
Dünya kupasında, seyirciler, Mesut Özil fotoğraflarıyla..

Dünün dünya kupası ilk turunun son karşılaşması olan Arjantin-Polonya maçının bitmesine yakın tuhaf bir duruma tanıklık ettim. İki golle önde olan Arjantin bir üst tura çıkmayı böylece garantilediği halde karşı kaleye hücumlarını artırdı; buna karşılık aynı amaca kilitlenmesi gereken iddialı Polonya takımı maçı dengelemeyi bıraktı, bütünüyle savunmaya geçti. 

Futbolun bütün kurallarının aksine…

Normalde önde olan ve amacına eren takım maçın sonuna doğru durumunu koruyabilmek için Polonya gibi davranır; buna karşılık geride olan ve yenilmeye yüz tutan takım ise Arjantin gibi…

Hatta oyun, yenilmeye yüz tutan takımın geriye dönüş çabası yüzünden sertleşir de… Dün akşamki maçın son bölümünde ise, aslında futbolcuları sertlikleriyle ünlü Polonya, dünyanın en nazik, en sportmen takımı haline dönüştü. 

Peki de neden böyle bir tuhaflık yaşandı maçta?

Basit bir sebepten: Polonya takımının, aynı anda yapılan paralel maçta Suudi Arabistan ile karşılaşan, aynı grubun bir başka takımı olan Meksika ile, bir üst tura çıkmak için gerekli olan bütün değerleri -puanları, attıkları ve yedikleri goller- eşitti; aralarındaki tek fark, turnuva boyunca oynanan maçlarda oyuncularının hakemlerden gördükleri sarı kart sayısıydı.

Meksikalı oyuncular Polonyalı rakiplerinden daha fazla faul yapmıştı rakip takımlara; Polonya takımı, bu turun son maçında, maçın bitmesine az kala, bir gol daha yememeye ve sertlikten uzak durup kart görmemeye çalıştı.

O taktikle de başarılı oldu ve rakibine yenildiği halde kupaya devam hakkı kazandı.

‘Fair play’ denilen oyun nezaketine uyum sayesinde…

Görüyorsunuz, zaman zaman Roma dönemi gladyatörlerini andıran karşılaşmalara da tanık olunan futbolda bile, başarıyı nezaket belirleyebiliyor…

Ya da kurallar…

Kendilerine daha fazla uyana daha olumlu davranmayı sağlayan kurallar…

Politika, hiç değilse bizde uygulanan biçimiyle, futbol için düşünülmüş ‘fair play’ anlamı taşıyan bir kurala -veya kurallar bütününe- sahip görünmüyor sanki.

Politikacılar arasında başarılı olmanın yolu, nezaketi elden bırakmak ve uğraş alanları olan politikanın doğal kurallarına riayet etmemekten geçiyor gibi…

Üst perdeden konuşmak hadi neyse, karşı taraftan nezaket beklendiği ve aksi davranışları cezalandırmak için yargıya başvurulabildiği halde, aynı nazik davranış tarzına kendisinin de uyması gerektiğini hatırlayan pek çıkmıyor.

Sonuçta, politika alanına hakim olan üslup günlük hayatta sıradan insanlara kadar inebiliyor.

Toplum olarak bu durumdan dolayı kayba uğradığımız kesin.

Futbola ilgi duymayan ve “Dünya kupasında oynayanlar arasında Türkiye milli takımı var mı?” diye soran bir yakınıma, son karşılaşmayı izlenebilir kılmak için, “Türkiye takım olarak yok ama sahada Türkler var” dedim.

Alman milli takımının ilk 11’nde İlkay Gündoğan var… Mesut Özil de yıllarca o formayı taşıdı. Emre Can hala taşıyor.

İsviçre milli takımının başında teknik direktör olarak Murat Yakın bulunuyor…

Tuhaf kaçabileceği için, Katar’a gelme hakkını kazanamayan bizim milli takımın başında bir Alman hoca bulunduğunu söylemedim.

Yerelde, yenilen her takımımızın uğradığı yenilgilerin ardından, kabahati hocalar, oyuncular ve kendilerinde arayacak yerde, yöneticilerin sürekli hakemleri suçlaması ve çare olarak da, yine aynı yöneticilerin, maçları yabancı hakemlere yönettirme tekliflerini de kendime sakladım.

Milli takımda işler yolunda gitmeyince, Futbol Federasyonu, “İşte takımın başına yabancı hoca bile getirdik” mazeretine sığınıyor bizde.

Futbol milli takımımızın en önemli oyuncu kaynağı, başka ülkelerde doğmuş, oralarda yetişmiş ve çoğu yurtdışında oynayan futbolcular zaten…

Kendi hakemlerimize güvenmeyip çareyi başka ülkelerden hakem transfer etmede arayabiliyoruz.

Hakemlerimiz de, nedense, böyle bir teklife mahal vermemek için özel çaba gösterir görünmüyorlar.  

Bereket politika alanında henüz kadroları yabancılarla takviye etme hareketi başlamadı.

Yabancı politikacılarla takviye yerine, yurtdışında çeşitli alanlarda başarılı olmuş kendi insanlarımızdan yararlanma yoluna gitmekle yetiniliyor.

Rahmetli Özal öyle bir genç kadroyu resmen ithal edip önemli görevlere getirmişti; oradan başlayan bir alışkanlık bu.

Gelenler ya buradaki şartları tam benimseyemedikleri için kısa süre sonra geldikleri yere döndüler ya da buradaki şartlara uyum sağlayıp aradaki farkı kendileri ortadan kaldırdılar.

Dışarıda futbola başlayıp oralarda başarılı olmuş, yabancı takımlar tarafından el üstünde tutulan Türk oyuncuların da, yollarını şaşırıp ülkemize geldiklerinde, kararlarının ne kadar yanlış olduğunu kısa sürede anladıkları oluyor. 

Futbolda son örneğini dün akşamki maçla bir üst tura yükselme olayında gördüğümüz türden ‘fair play’ anlamına gelebilecek kurallar, politika alanında ‘demokrasi’ kavramı içerisinde yer alıyor.

Demokrasi, futboldaki takımlar arasındaki rekabet gibi, partiler arası rekabete dayanıyor. Takımlar yeniyor, yeniliyor, şampiyon olma gayreti içerisinde çabalıyor.

Politikada da seçime kadar kendini beğendirmeye çalışıyor partiler, gözleri iktidar olmakta. 

İkisinde de hakemlik müessesesi var. Politikanın hakemi halk, seçmenler…

Futbolda hakemi aldatmanın cezası sarı kart. Politikada da halkı aldatmaya çalışmanın bir cezası olması lazım.

Halkın aldatılmak istendiğini anlaması durumunda ceza kesmeye hazırlandığını ve o cezayı seçimlerde kestiğini biliyoruz.

Politikacılar da bunu akıllarında tutup özellikle seçime yaklaşılırken ona göre davranmalı.

‘Fair play’ kurallarına da uyarak…

Polonya takımı futbolun ‘fair play’ kuralı sayesinde bir üst tura geçmeyi başardı.

Meksika takımı oyuncuları fazla faul yaptığı için turnuvadan elendi.

Bu durum bize -ve tabii özellikle de politikacılarımıza- bir şeyler söylemeli.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz