Sıradan olmayan bir Amerikalı Russell Pelle 1952-2022 

0

Uzun bir süredir yazı yazamadım. Daha doğrusu kafamda kelimeler cümleler oluştu ama onları kağıda dökemedim. Sanırım insan bazen yaratıcılığını üretkenliğini farkında olmadan yitiriyor. Günlük girdab ve sorunlar bir anlamda sizi teslim alıyor ve siz farkında olmadan kendiniz olmaktan çıkıyorsunuz. P.D. Ouspensky yazdığı kitaplarda hep vurguladığı birşey var. O da insanın çok fazla “ben” lerden oluşması ve bunların bir kısmının aslında sahte olduğunu ve gerçek olan benin ise ötekilere yenik düştüğünü belirtmektedir. Diğer bir bakış açısıyla dış etkenler o kadar ağır basıyorki sizin iç etkenleri zorlayan bu süreçte üreticiliğinizde azalmaktadır. İşte bu kişisel veya dış etkenler bir süreliğine de olsa sizi teslim almaktadır. 

Bu süreçte benim kendi örneğimde yaşadığım gibi daha fazla okuyor, gözlemliyor, izliyor ve kaleme almasanızda kafanızda yorumluyorsunuz. Ne zamanki bu geçici olan travmadan çıkıyorsunuz, hem beden hem de ruhunuz da düzelmeye başlıyor ve artık yazmaya kaldığım yerden devam etmeliyim diyorsunuz. Başka bir deyişle pasif bir durumdayken tekrara aktif olmaya karar veriyorsunuz. 

Dış etkenlerden derken, Mayıs ortalarında 3 ay boyunca yaşam savaşı veren çok değer verdiğim bir Amerikalı arkadaşı veya bu uzak topraklar manevi abim dediğim Russell Pelle adlı arkadaşı, dostu kaybettim. Son yirmi senedir hemen hemen bütün sorunlarıma ortak ve destek olan – kendi insanımdan görmediğim-  desteği gördüm desem abartmam. Amerikalıların şaka karışık güzel bir lafı var – ana ayrı baba ayrı ama kardeşim- bu yüzden bu birkaç sayfada ondan bahsetmek isterim. 

Çok yönlü aykırı bir kişilikti – sıradan değildi hep sıranın dışında olmaya özen gösterdi bütün hayatı boyunca. Örgütlü mücadeleye adamıştı kendini. Uzun yıllar gençliği döneminde Troçkist iken sonra da, Leninist olmaya karar vermiş ve Amerikan Komunist Partisinde uzun yıllar hem üye hem de bölge yöneticilerindendi. Ama her şeye baktığı gibi partiye de eleştirel bakabilmekteydi. Sıkı bir Leninistti ama Stalinin de eleştirisini çok iyi yapabilmekteydi. Stalin döneminde birçok parti yöneticisi ve kadronun öldürüldüğünü açıkça dile getirirdi. Açık sözlülüğü ve eleştirel yaklaşımı yüzünden zaman zaman parti ile karşı karşıya gelmekteydi geçmişte. İyi bir Hegel ve Marx okuyucusuydu. Literatüre o kadar hakimdiy ki neredeyse satır satırına size okuyabilirdi.  

Burada birkaç önemli şeyinde altını çizmem gerekiyor. Birçokları gibi yalnızca teori değil pratiğinde sıkı takipçisiydi. Yani sıkı bir örgütlenme sendikal mücadele yanında, göçmen ve insan hakları, etnik ırkçılık konusunda sürekli ve aktif çalışmaktaydı.  Devrimci ve örgütlü bir mücadeleden gelen ve birikimi olan biri olarak ülkedeki ve dünyadaki sorunları siyasi durumu çok iyi analiz edebilmekte ve çözüm önerileri getirebilmekteydi.  Öte yandan tarih astronomi doğal çevrenin ve türlerin korunması fosiller her zaman ilgi alanı içerisinde olmuştur. Aslında kendisiyle hasta olmadan kısa bir süre önce güzel bir röportaj yapmaktı amacım ama kısmet olmadı. 

Kendisinin de hayatında mal olan Amerikadaki sistemdeki çarpıklığı çok iyi görebiliyordu. Eğitimden, sağlığa, barınmaya, adaletsizliğe ve gelir eşitsizliğine kadar birçok konuda aktif olarak mücadelenin içindeydi bütün hayatı boyunca. Kapitalist sistemden kaynaklanan çürümeye karşı son nefesine kadar mücadele etti. 

Dünyanın neredeyse her yerinde dostları ve arkadaşları vardı. Tam bir göçmen dostuydu. Evliliklerini bile bu ülkede doğmamış insanlarla yapmıştı. Uzun yıllar üniversitede göçmenler için İngilizce öğretmenliği yaptığı için Avrupa, Asya, Afrika ve Güney Amerika’dan öğrencileri vardı. Birçoğu ile dostluk ve dayanışma içine girmiş sorunlarına ortak olmuştu bu süreçte. Özellikle Orta ve Güney Amerika konusunda uzman denilecek kadar bilgiliydi. O ülkelerde demokrasi ve insan haklarını yakından takip etmiş ve defalarca oralara gitmişti. Özel olarak Honduras Nikaragua ve Haiti gibi ülkelerin neredeyse bir uzmanıydı. Hem dili hem de kültürleri hakkında ciddi bir birikimi vardı Öte yandan Asya dan gelen Vietnam ve Kamboçya göçmenlerinin sorunlarıyla da yakından ilgilenmişti bizzat. Bu ülkede yaşayan göçmenlerin ciddi anlamda yaşadığı sorunların farkındaydı. Başkalarının yaşamı kendisi için neredeyse daha önemli olmuştu.  

Amerika’nın da kendi içinde yaşadığı ciddi sorunları yakından takip ediyordu. Örneğin siyahlarla- beyazlar arasındaki çelişkiler ve eşitsizliklere karşın gençlik yıllarından bu yana mücadele etmiş bir insandı. Sorunların temelinde yalnız etnik değil sınıfsal çelişkileri de iyi analiz eden bir Marksist’ti. Birçok insanla konuştum ama kendisi kadar bu sorunlara derin bir yaklaşım getiren bir ikinci kişi görmedim. Siyahi toplumun beyazlara tarafından ezilmişliği karşıydı ama bir o  kadar yozlaşmasını da eleştiriyordu. Neydi o bahsettiği yozlaşma lümpen proleteryan bir sapkınlık içinde dinledikleri müzikten, yaşam biçimlerine uyuşturucu ve kriminal olaylara özellikle genç kesimin eğilimli olması kabul edilir bir olay değildi. Ona göre bugünkü genç siyahi nesil özellikle – hiçbir değer yargısına sahip değildi ve Martin Luther King veya Malcom X in öngördüğü toplumdan çok uzaklaşmaktaydılar. 

Hayatın ne acımasız cilvesiydi ki 2000 li yılların başında üniversitedeki işini yine siyahi Amerikalılar yüzünden yitirmişti. Örgütlü mücadeleden gelen biri olarak her zaman sendikalaşmaya önem verdi. Çalıştığı üniversitede sendikal faaliyetlerinden dolayı yine – her zaman haklarını savunduğu – siyahi yöneticiler tarafından görevine son verildi. Yaman bir çelişkiydi. 

Bir yandan kölelik dönemlerinden bu yana ezilmiş bir toplum olan siyahileri savunurken diğer yandan onların bugünkü yozlaşmış yaşam biçimlerinin kesinlikle karşısındaydı. Beyazlar konusunda ciddi yaklaşımları vardı. Örneğin demokratların hiçbir zaman gerçekten ciddi olarak ülkenin sorunlarını algılayamadıkları için Cumhuriyetçilerin kazandığını daha kötüsü ise Cumhuriyetçilerin de içerinde ise özellikle Trump’la beraber ırkçı aşırı sağın yükselmesinin kaçınılmaz olduğunu sıkça konuşurdu. En kötü senaryolardan biri ise – birçok Amerikalının dile getirdiği yakın gelecekte bir iç savaş olasılığıydı. 

Diğer önemli bir konu ise şiddetin ve silahların ülkede artışıydı. Bu konuda birçok defa konuştuğumuz oldu. Bilindiği gibi Amerika silahlı şiddetin oldukça fazla olduğu bir ülke. Ülkede yalnızca yasal değil yasal olmayan yollardan da silah temin etmek son derece kolay. İlginç benim de tanık olduğum birkaç olay oldu. Kendisiyle birkaç silah fuarına gittik ve orada şunu gördüm bu fuarlarda rahatlıkla istediğiniz silahı alabiliyorsunuz ve bazen kimlik bile sorulmuyor. Ama silah satılan dükkanlara gittiğinizde her türlü bilgiyi vermek zorundasınız. Bu arada kısa bir bilgide geçeyim – silah piyasasının canlı olması – Türkiye’de de bu işi yapanları iştahlandırmaktadır. Son dönemde birçok Türkiye’de yapılmış silahları görebiliyorsunuz buralarda. 

Gelelim kendisine silah üzerinde yönelttiğim sorunlara. Genelde şunu soruyordum – her silahlı bir baskın veya katliamda bu işi nasıl önlenebileceği gibi. Doğrusu devrimci solcu bir Amerikalın görüşleri beni de şaşırttı. Birincisi silahın bu ülkenin kuruluşundan beri neredeyse organik olarak kültürün bir parçası olduğunu ve bunları bir yasal düzenlemeyle insanlardan almanın mümkün olmadığını söylüyordu. İlginç ama ikinci bir söylemi ise – her silahlı baskında silah satışlarında da artış olmaktaydı. Sanırım korku bunu tetikliyordu. Üçüncü bir konu ise anayasanın 2. Maddesinin bu hakları korumasıydı (gerçi herkes aynı fikirde değil). Dördüncü ve son olarak – sağın sürekli olarak (aşırı sağcı beyazlar) silahlanması ciddi bir tehdit oluşturmakta dolayısıyla onun karşısındaki kitlenin de silahlanmak istemesi normal bir süreçti kendisine göre. Söyledikleri ne kadar objektifti tabi ki tartışılır. Ama şu bir gerçek silahların bu ülkede çok fazla olması ve kriminal bir şekilde kullanılması hala ortada duran ciddi bir sorun. 

Son olarak doğa aşığı bir insandı.  Son yirmi yıldır birçok doğa koruma alanına ve parklara beraber gittiğimiz bir insandı Russell Pelle. Sıkı bir Darwinci olarak türlerin evrimini sonuna kadar savunurdu ve gerçekten doğal çevrenin korunmasının ise ciddi olarak onu anlamaktan geçtiğini iyi bilirdi. Geçen yüzyılın gezginci ve doğa sevdalısı olan Henry David Threou sıkı bir aşığıydı.

Önceki İçerikSüper Kupa Trabzonspor’un..
Sonraki İçerikKabak, Deve ve Rotweiler
1968 Ankara doğumlu. Çukurava Üniversitesi Ziraat Fakültesi'ni bitirdikten sonra Peyzaj mimarlığında yüksek lisansını tamamladı. Mersin Üniversites'inde akademik çalışmalarda bulundu, CIHEAM ve Tübitak desteğiyle İspanya'da akademik çalışmalarda yapmıştır. 1998 yılından beri ABD'de yaşamaktadır. Evrensel gazetesinde ve Yarın derdisinde yazıları yayınlanmıştır.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz