- Veda ederken - 30 Nisan 2023
- 14 Mayıs 2023 Seçimlerine doğru Türkiye ve Dünya - 29 Nisan 2023
- Halkının mutluluğunu, refah ve barış içinde yaşamasını isteyen küreselleşme ve uluslararası dayanışmayı savunan devlet Adamı kimdir ? - 5 Nisan 2023
Sorgulamadan kastım felsefi anlamda sorgulamaktır. Türkiye’deki bir kısım insanların ülkenin kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk’e yönelik onun heykellerini kırmaya kadar varacak bilinçli ve belli bir amaca yönelik eylemleri, Türkiye’yi çağdaş yaşamdan uzaklaştıracak evrensel değerleri tamamen yok etmeye yönelik laiklik karşıtı hilafet çağrıları, Türkçe yerine Arap diline öykünmeler artık felsefi anlamda sorgulama yapılmasını gerektiren olaylar niteliğindedir.
Felsefi anlamda sorgulamak denince akla ilk gelen tabii ki felsefenin babası Yunan filozofu Sokrat ve onun öldürülmeden önce yaptığı meşhur savunmasıdır. Sokrat, Savunmasında, “İnsan mükemmeliyetinin en yüksek şekli kendini ve diğerlerini sorgulayabilmektir” diyor. Sokrat yine savunmasında “Hiçbir şeyi bilmiyorum. Tek bildiğim bilmediğimi bilmektir” ifadesi ile sorgulamanın, düşünmenin önünü açıyor. Felesefe tamamen bir uzmanlık konusu. Bu konuyu uzmanları daha iyi değerlendirmişlerdir. Benimki günümüz olaylarından yola çıkarak genel bir değerlendirme.
Sorgulamak için önce öğrenim, öğretim ve eğitimden geçmek gerekiyor. Bu üç kavram çoğunlukla birbirine karıştılır. Öğrenim görmek bir iş veya meslek sahibi olabilmek için okumak veya verilen bilgileri almaktır. Öğretim, belli bir amaç için bilgi vermek, aktarmaktır. Eğitim ise aileden başlayıp asker ocağında, okulda ve okul sonrasında ölene kadar devam eden süreçtir. Bence eğitim, hayatın ” insan olabilmek” için en önemli aşamasıdır. “İyi adam olmak” için bu yollardan geçmek şart. Ancak öğrenimle elde edilemeyen çoğu davranış aile içi eğitim ve yaşam boyunca edinilen deneyimlerin bütünüdür denebilir.
İlkokuldan başlayarak üniversite eğitimimin sonuna kadar Türk eğitim sisteminde okumuş bir yurttaş olarak sorgulamayı ilk öğretenler Antalya Dumlupınar İlkokulundaki değerli öğretmenlerim rahmetli Hüseyin Köken ve çok sevdiğim, saydığım aynı zamanda aile dostumuz olan rahmetli Hasan Gülel‘dir. Hasan hocamın kızı Gül Gülel Türkmen bugün en yakın arkadaşım. Daha sonraki yıllarda Siyasal Bilgiler Fakültesine kadar olan öğrenimimde ezbere dayanan bir eğitim sisteminden sonra bu Fakültede rahmetli Profesörler Mümtaz Soysal, Muammer Aksoy, Seha Meray, Tuncer Bulutay ve Oral Sander ile Bilsay Kuruç gibi akademisyenlerden sorgulamayı yani eleştirel düşünce temellerini aldık. ABD’nde Fletcher Hukuk ve Diplomasi Okulunda “Fletcher School of Law and Diplomacy” yüksek lisans yapmış rahmetli Prof.Dr. Oral Sander, üçüncü sınıfta her dersinin sonunda hepimizi birer birer kürsüye çıkartıp herhangi bir konuda beşer dakika konuşmamızı isterdi. Onun hitabet konusunda verdiği bu dersin yararını çok sonra konsolos olarak 100 veya 200 kişilik ilk toplantılarda yaptığım konuşmalarda gördüm.
Türkiye’de ezbere dayalı eğitim sistemi nedeniyle sorgulamayan, merak etmeyen ve eleştirmeyen insanların çoğunluğu teşkil etmesi ekonomik nedenlerle son zamanlarda ancak bıçak kemiğe dayanınca sorgulamanın başlaması elbette ki eğitim sistemi ile bağlantılı bir olgu. Örneğin, Köy Enstitülerinin kapatılması halk eğitimine vurulan ağır bir darbe olmuştur.
Avrupa’da Gutenberg’in 1455’de matbaayı icat ederek ilk kitap olarak İncil’i basmasından sonra matbaa, Osmanlı İmparatorluğuna ancak 40 yıl sonra 1495’de, Sarayın azınlıklara kendi dillerinde kitap basmaları şartıyla verilen izinle kurulmuştur. İlk Türk matbaası ise Macar asıllı İbrahim Müteferrika ve Yirmisekiz Mehmet Çelebi oğlu Sait Efendi tarafından 300 yıl sonra 1726’da kurulmuştur.El yazmaları dışındaki bu kitapsız dönem Anadolunun ne kadar geri bırakıldığına gösterge teşkil eder. Eğitimsiz, sorgulamayan bir halkı yönetmek tarihte her zaman daha kolay olmuştur.
Onun için eğitimde birlik (Tevhid-i Tedrisat) Türkiye için çok önemli bir devrimdir. Bugün Atatürk’ün kurduğu ve artık çok yüksek bütçeli Diyanet İşleri Başkanlığının Milli Eğitim Bakanlığı ile 6 yaş öncesi çocuklar için verilecek okul öncesi eğitiminin din ağırlıklı olması sağlıklı bir nesil yetişmesini engelleyecek niteliktedir. Altı yaş öncesi çocuk oyun çağında olup felsefi anlamda sorgulama yapma yeteneğinden uzaktır. Yazılı basında çıkan haberlerde ilk aşamada 200 bin çocuğa bu eğitimin verilmesinin planlandığı yer almıştır. Orta ve lise öğrenimimiz sırasında verilen “Din ve Ahlak Dersi” içeriği bakımından ve yaş itibarıyla belki bır nebze yararlı olmuştur. Ancak bu konudaki Danıştay ve AİHM kararlarına göre de tek yanlı bir dini eğitim istenen amaçlara ulaşmamaktadır ve sadece Sünni İslam eğitimi almak istemeyen öğrenciler ve velileri açısından ayrımcılığa yol açmaktadır. Etik değerler, aile eğitiminin dışında ancak bu yaşta verilen derslerle öğrenilir.
Sorgulamanın yararını her alanda görmek olası. Örneğin merak edip Türkiye yakın tarihini de kapsayan Prof. Dr. Sina Akşin‘in “Kısa 20.Yüzyıl Tarihi”nin (İş Bankası Kültür Yayını,8.basım) ilgili bölümlerini okursanız bugünkü Ukrayna-Rusya geriliminin arkasında yatan nedenlere bir cevap bulabilirsiniz. Kitapta, Türkiye iç politikasından “Yeni Akrabalarımız Türk Cumhuriyetleri”ne kadar yakın tarih mevcut. Aradan bölüm olarak da okunabilecek bir kitap. Hocamızın esprili bir dille yazdığı bu kitap çelişkilerle dolu bugünkü çağdaş dünyanın yakın tarihini sorgulayan bir eser.
Ülkemizde pek tanınmayan benim ise tesadüfen öğrendiğim bir düşünür de İsveçli tıp doktoru Axel Munthe (1857-1949). Hayatının 67 yılını İsveç dışında geçiren ve zamanında Avrupa’nın en tanınmış doktoru olan Munthe, İtalya’nın Capri adasının Anacapri denilen kısmındaki muhteşem deniz manzaralı bir evde yaşamış. Tabiata ve hayvanlara tutkusuyla tanınan Dr. Axel, “Bilmek, istemek, cüret etmek ve susma”nın en önemli kavramlardan olduğunu ifade etmiş. Buradaki “cüret etmek” herhalde girişimde bulunmak, cesaret etmek anlamında olmalı. Dünyadaki adaları görmek tutkumuz nedeniyle Capri’ye de gittik. Çok küçük kayalık bir ada olmasına karşın dünyanın en tanınmış turistik adalardan biri. Ada Capri ve Anacapri olarak iki kısımdan oluşuyor. Buradaki Ana bildiğimiz ana, esas anlamında değil. Meşhurların uğrak yeri Capri kısmı. Birçok filme de ev sahipliği yapmış. Napoli’nin tam karşısında. Ada içinde ulaşım çok kolay. Gezilecek yerlerin başında Dr. Axel Munthe’nin yaşadığı Villa San Michele ev Müzesine (http://www.villasanmichele.eu/) gittik. Deniz üstünde, görkemli ve bakımlı bir müze ev. Bahçesindeki ağaç ve bitkiler onun yetiştirdiği gibi eski yerlerinde ve bakımlı. Bina ve bahçenin bakımı için bir vakıf kurulmuş. Hatıra eşya satan küçük bir mağaza ile deniz manzaralı bir kafe de mevcut. Munthe hayatının önemli bir kısmını burada geçirmiş. Hayatını ve düşüncelerini “San Michele’in Hikayesi” isimli otobiyografisinde yazmış. Stokholm’e dönüşünde İsveç Kralı tarafından Saray’da kalması için davet edilmiş. Burada Prenses Victoria’ya aşık olmuş. Stokholm’de de vefat etmiş. Kitap 2008’de ” San Michele’e Giden Yol” adı altında tekrar derlenmiş. Hayvanlara olan sevgisini her fırsatta göstermiş. “Vahşi ve zalim hayvan kafesinin içindeki değil kafesin önündekidir” diyerek insanoğlunun acımasızlığını ifade etmiş. Çok da doğru söylemiş. Bugün kırsal kesim hariç Türkiye’nin genelinde sokağa, ölüme ve bakımsızlığa terk edilen hayvanlar nedeniyle Munthe, insanlar konusunda ne kadar da haklı. Çocuklara “hediye” olarak alınan canlılar bakım, aşılar ve mamaların pahalılığı yeterli eğitim verilememesi nedeniyle sokağa atılıyorlar. Ankara sokakları cins köpek ve kedilerle dolu. Bu türler sokak hayvanları gibi yaşamaya alışkın da değiller ki sokak hayvanlarının bile bugün tonlarca sorunları var.
Sorgulamaya devam ederek sorunlara çözüm de bulunacaktır. Yeter ki okuyarak merak ederek sorgulayalım. Sorgulamaya devam etmek ve çok yönlü düşünebilmek sorunlara çözüm bulmak için çok önemli. Verimli ve etkin sorgulama ile bunlardan sonuç alma ise ifade ve düşünce özgürlüğünün tam olduğu toplumlarda mümkün. Aynı zamanda toplumun ve özellikle çocukların ve gençlerin okumaya, bilimsel görüşleri, edebiyatı, sanatı, kısacası hayatı anlamaya teşvik edilmeleri her demokratik ve gelişmek isteyen toplumun başlıca amacı olmalı. Batı bunları büyük ölçüde gerçekleştirmiş.
Darısı başımıza.
Atatürk heykellerine saldırı benim çocukluğumdan beri duyduğum bir vaka ama aynı şekilde çocukluğumdan beri “birilerinin, elinde siyasi güç olanların siyaseti istedikleri gibi şekillendirme gayretleri doğrultuda halktan birilerine yaptırdıkları provakasyon olduğu da duyageldiğim bir husus. çocukluğumdan beri de hiç kimseden heykellere karşı bir tavır görmedim, duymadım. halk heykellerle neden ilgilensinki.
son yaşanan saldırı da ap açık bir provakasyon şüphesiz. bu gün bir çocuğa sorsanız samsundaki heykeli en kolay nasıl yıkarsın deseniz çocuk atın boynuna halatı takar çekerim der, atın ayaklarına halatı bağlayıp yıkamayacağını çocuk bile bilir. yaşanmış örneği var çünkü; saddam heykelini boynuna taktıkları halatla çekerek yıkabildiler. bu ana ait görüntüler sık sık a haber ekranlarında gösteriliyor.
şimdi sizler bir gazete yazarı olarak sormanız gereken bu provakasyonu kimler yaptırdı sorusu olması gerekmez mi? ama siz bu soruyu hiç sormuyorsunuz Atatürk düşmanlığı Atatürk heykeline saldırdı diyorsunuz. aslında dediğiniz doğru bu provakasyonu kim yapmış olursa olsun bu Atatürk e bir saldırı. ama kim ne için saldırdı, amacı ne, bu saldırıdan kim yarar sağlıyor? soru bu ve bu soruya cevap aramayan her düşünce de provakasyona alet oluyor demektir zannımca.
bu provakasyonu iktidara yakın birilerimi yaptı yoksa muhalefete yakın birileri mi. her iki tarafın da böyle bir provakasyon yapabileceklerine dair kanaatler var çünkü.
bana hiç kızmayın ben sadece sorguluyorum.
mehdilik meselesi üzerinde konuşulacak kadar ciddi bir konu değil. kimsenin işte size vadedilen mehdi bu demeye ne hakkı var ne de bunu kabul edecek bir millet var. bu konu ancak ‘mehdi’ kavramını bilmeyenlerin sayıkladığı bir ham hayalden ibaret. öyle bir şey yok.
Osmanlı devletine matbaanın geç gelmesinin sebebinin hattat sınıfının işsiz kalmasına sebep olacağı anlatıldı yazıldı.
ama asıl sebebin halkı kul olarak gören halife-i ruyi zemin ünvanlı padişahın(bu ünvanı hangi dalkavuk yalakalar verdiyse)cahili idare etmenin kolaylığı olduğuydu.
ne zaman bir rektör yardımcısının”Okuma oranı arttıkça beni afakanlar basıyor, ben her zaman cahil halka güvendim”Ben daha çok cahil ve okumamış tahsilsiz kesimin ferasetine (anlayış-sezgi) güveniyorum bu ülkede. Yani ülkeyi ayakta tutacak olanlar, okumamış, hatta ilkokul bile okumamış, üniversite okumamış cahil halktır” dediğini duyduk ve asırlardır bu kafanın değişmediğini gördük.