- Veda ederken - 30 Nisan 2023
- 14 Mayıs 2023 Seçimlerine doğru Türkiye ve Dünya - 29 Nisan 2023
- Halkının mutluluğunu, refah ve barış içinde yaşamasını isteyen küreselleşme ve uluslararası dayanışmayı savunan devlet Adamı kimdir ? - 5 Nisan 2023
Yorumu ve söz yazarlığıyka herkesin gönlünde taht kurmuş olan sanatçımız Sezen Aksu‘ya yönelik korkunç tehditler ile ülke savrulmuş, gazeteci Sedef Kabaş tutuklanmışken ve Türkiye’nin dünya çapındaki Fazıl Say gibi bir sanatçısına yapılan hakaretlere üzülürken, haksızlıklara boyun eğmeyen, sert ama iyi kalpli, mavi gözlü, çizgisini değiştirmeyen beş kez en iyi kadın oyuncu ödülü alan Şişli Belediye Başkanı olarak da siyasetteki ustalığını perçinleyen Fatma Girik‘in ölümü ile çok sarsıldık.
Nasıl sarsılmayalım?
Çocukluğumuz, gençlik yıllarımızda İzmir Güzelyalı‘daki Vadi, Sahil, Gözümoğlu gibi açık hava, kışları ise Köşk ve Elhamra Sinemalarında onun filmlerini büyük bir heyecanla izlerdik. Türkiye onun filmleri kadar ödün vermeyen kişiliğini de çok sevdi.
Beş şeker Kız (1964), Fikret Hakan ile oynadığı Keşanlı Ali Destanı (1964), İzzet Günay ile Şoför Nebahat (1970), Yaşar Kemal‘in romanından aynı isimle uyarlanan Ağrı Dağı Efsanesi (1975), Tarık Akan‘la çevirdiği Orhan Kemal‘in aynı adlı romanından uyarlanan Kaçak ve daha sonra Yılanların Öcü (1985) onun 200’e yakın filminden birkaç örnek sayılabilir. Bu filmleri artık youtube kanallarından izlemeniz mümkün.
Fazıl Say ise bu ülkenin yetiştirdiği, dünya çapında üne sahip bir sanatçımız. Onu yurt dışında da izledim. 30 Haziran 2007’de, Floransa’da verdiği bir açık hava konserinde orkestrayı yöneten ünlü şef Zubin Mehta, İtalyan seyircisinin sürekli alkışları karşısında onu iki kez piyanosunun başına davet etmişti. Konser sona erdiğinde alkışlarken ülkesini en iyi şekilde tanıtan bu sanat elçimize gösterilen büyük sevgi ve saygı karşısında gözyaşlarımı tutamamıştım.
Dünyayı pençesine alan COVİD 19 salgını bir yandan, 40 yıllık bir diplomat olarak Türkiye’nin iç ve dış politikasındaki gelişmelerinin gidişatının nerelere varabileceği diğer yandan diye düşünürken bir meslekdaşımın telefonu ile eskilere döndüm. Bu salgında kaybettiğimiz Mehmet Dönmez, Feyha Enç gibi diplomat arkadaşlarımızı yine meslekdaşımız aynı zamanda tanınmış bir edebiyatçı Oğuz Demiralp‘in Aralık 2021’de, kalp krizi sonucu hayatını kaybeden değerli hayat arkadaşı, eşi Hülya Demiralp‘in zerafetini ve dost kimliğini bu arkadaşımla konuşurken onlarla olan anılarımızı yad ettik.
Konu okuduğumuz kitaplara geldi. Meslekdaşım, film yapımcısı ve kaleme aldığı biyografilerle tanınan İngiliz kadın yazar Franny Moyle‘un İngiliz ressam William Turner‘ın (1775-1851) hayatı konusunda yazdığı bir kitabını okuyormuş. Kitabın adı; “J.M.W.Turner’ın Olağanüstü Hayatı ve Önemli Zamanları”
İsmini açıklamamı istemeyen değerli meslekdaşımın izni ile bu kitapta okuduğu önemli bir bilgiyi paylaşarak 2022 Ocak ayının bu soğuk ve karanlık günlerini biraz olsun aydınlatayım dedim. Zira verilen bilgilerle daha önce hiç karşılaşmamıştım.
Turner’ın hikayesine geçmeden önce Leonardo da Vinci‘nin II. Bayezid’a, şimdi Topkapı Arşivlerinde duran Osmanlıca bir mektup yazarak Haliç’e bir köprü yapılmak istendiğini haber aldığını, bu nedenle yaptığı köprü planı ile bu inşaata talip olduğunu bildirmiş. Saray çevresinin bunun pahalı ve tehlikeli bir proje olacağı yönündeki telkinleriyle bu tekliften II. Bayezid’ın vazgeçtiğini okumuştum. II. Bayezid’ın ve çevresinin bu projeyi pahalı bulmasının nedeninin Cem Sultanı rehin tutması için Papa ve Vatikan’a ödenen altınlar olduğunu düşünürüm. İmparatorluğun hazinesini çökertmeye başlayan bu ödemeler Cem Sultanın zehirlenmesi ile sona ermişti. Norveç’in bu köprü projesini, 2000’li yılların ortasında, Oslo yakınlarındaki Aas’da uyguladığını ve Norveçlilerin bundan büyük gurur duyduklarını yabancı kaynaklarda okumuş bu konuda bir yazı da yazmıştım.
Moyle’un biyografisini yazdığı İngiliz ressam William Turner‘ın resimlerini ilk kez Londra’daki Ulusal Galeri’de (National Gallery) görmüştüm. Resim sanatı dünyasında daha çok İtalyanların sözü geçtiği için Turner’ın tekniğinin ” impasto” olduğunu o zaman öğrendim. “Impasto” koyu renk vurma tekniğine verilen isim. Fırça ve resim spatülü ile ışık oyunları yaratabilmek için kalın ve bolca sürülen boya tekniği. Bunu Van Gogh’un resimlerinde de görmek mümkün.
William Turner’ın Osmanlı İmparatorluğu ile olan dolaylı bağlantısını Franny Moyle bu kitabında bahsetmiş. Lord Elgin XIX.yüzyılın başında Osmanlı İmratorluğu nezdine atanan İngiltere Büyükelçisi olarak o zamanlar İmparatorluk topraklarında olan Atina’ya yapacağı bir gezide buradaki anıtların ve eski eserlerin resimlerini yapması ve İstanbul’da eşi Lady Elgin’e dekorasyon ve bazı işlerde yardımcı olması için bir ressam tutmak istemiş. İlk görüştüğü ressama 30 Guine teklif edince ressam teklifi reddetmiş. Lord Elgin, vereceği maaşın yetersiz kaldığını görünce bu sefer teklifini, 400 Sterlin aylıkla, ressam Turner’a yapmış. Ancak annesinin akıl hastası olması, ailedeki ölümler nedeniyle çocukluğu çalkantılı geçen Turner, 1799’da işlerinin kötü gitmesine rağmen Lord Elgin’in bu teklifini reddederek kendini sanata adamış. Yaptığı resimleri yaşamının sonuna doğru da çok ucuza dağıtmış. 14 yaşında yaptığı resimlerden büyük paralar kazanan Turner, Fransa, İtalya ve İsviçre’ye giderek bugün önünde kuyruklar oluşan peyzaj/manzara resimlerini yapmış. Bu arada Lord Elgin’in Atina’daki Parthenon’un cephesindeki üçgende bulunan mermer oyma alınlıkları Londra’ya “naklettiğini” ve bunların kendisine bağışlandığını ifade ettiğini hatırlatmalıyım.
Turner ve Leonardo da Vinci İstanbul’a gelseler ve bu şehirde çalışma imkanı bulabilselerdi İstanbul ihtişamına sanatları ile daha da katkıda bulunabilirlerdi.
İstanbul’a gelme ve çalışma talebi reddedilen diğer bir tarihi şahsiyet Napolyon Bonaparte.
Napolyon Bonaparte İstanbul’a olan sevgisini şu sözlerle ifade etmiş: “Eğer dünya tek bir devlet olsaydı İstanbul onun başkenti olurdu.” Napolyon Bonaparte, Fransız Harp Akademisinden 1785’de topçu subayı olarak mezun olduktan sonra cesareti, başta fen bilimleri olmak üzere matematikteki başarısı ve 1793 Toulon Savaşındaki önderliği ve uyguladığı savaş taktiği sonucu kazandığı zaferle 24 yaşında general oldu. Fakat 1789 Fransız İhtilalinde Robespierre ile olan yakınlığı dolayısıyla devrimciler bu olağanüstü askere görev vermediler. Napolyon da 1795’de uzun süredir yakından takip ettiği Osmanlı İmparatorluğunda topçu subayı olarak görev almak ve hayranı olduğu İstanbul’da yaşamak için III. Selim zamanında Fransızca bir başvuru mektubu yazmıştır. Prof. Dr. Enver Ziya Karal‘ın Türkçeye çevirdiği ve yayımladığı bu mektupta, Bonaparte şunları der:
“…Rusya İmparatoriçesinin Avusturya ile geliştirdiği ilişkileri dikkate alarak Osmanlı Devleti’nin askeri bakımdan daha güçlü olması için Fransa yardıma hazırdır. Osmanlı Devleti büyük ve kahraman fakat harp sanatının ilkeleri bakımından çok bilgisiz olan milis kuvvetlere sahiptir… Babıali, bunu hissederek birçok defa Fransa’dan topçu ve istihkam subayı istemiştir. Bugün Osmanlı Devletinde fiilen çalışan birkaç subayımız bulunmaktadır.Fakat bunlar netice elde edebilmek için ne kemiyet ne de keyfiyet bakımından kafidirler.
Toulon Muhasarasını kumanda ederek ün kazanan General Bonaparte, Osmanlı Devleti’ne Fransa Hükümeti adına gitmeye taliptir.
…bu yeni vazifesinde Bonaparte, Türk ordularını daha çok kuvvetlendirmeye ve Türk İmparatorluğunun müstahkem mevkilerini geliştirmeye başarılı olursa vatanına (Fransa’ya) mühim bir hizmet yaptığına ve dönüşünde onun sevgisini ve liyakat kazandığına inanacaktır.“
Bonaparte’ın bu mektubu tarihçilerimiz ve bu konularla uğraşan uzmanlarca bilinmektedir. Amacım, burada küskün Bonaparte’ın ipleri fazla kopartmadan ülkesinin izniyle Fransa’dan uzaklaşmak bunun için de yakından takip ettiği Osmanlı ordusuna yardım etmek ve çok sevdiği İstanbul’da yaşamak arzusuna dikkat çekmektir. Bonaparte’ın 3. kişi olarak yazdığı bu mektupla ne kadar iyi bir istihbaratçı olduğu görülmekte ve Rusya’nın genişleme, sonra da sıcak denizlere inme politikasını Avusturya ile olan ilişkilerinden yola çıkarak öngördüğü ve değerlendirdiği anlaşılmaktadır.
Bonaparte’ın bu teklifi ne yazık ki kabul edilmemiştir. Bonaparte gibi bir askeri dehanın topçu subayı olmasının yanısıra daha sonra yaptığı savaşlardan ne kadar büyük bir stratejist olduğuna bakarak bu yeteneklerini Osmanlı ordusu için kullansaydı belki de tarihin akışı değişebilir miydi?
Bonaparte’ın Osmanlı ordusu ile ilgili değerlendirmelerinin sadece topçu sınıfı ile sınırlı kaldığını düşünmüyorum. Zira Bonaparte başarılı bir asker olmasının yanısıra iyi bir diplomat, elindeki bilgileri çok iyi değerlendiren bir istihbaratçı ve politikacı idi. Neyse ki bunlara gerek kalmadan Osmanlı İmparatorluğunun külleri üzerinde Mustafa Kemal Atatürk gibi bir deha sayesinde Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.
Cumhuriyetimizin 100. yılına yaklaşırken Atatürk’ün değeri her zamankinden daha berrak bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
Faydalanılan kaynaklar :
Franny Moyle, The Extraordinary Life and Momentous Times of J.M.W.Turner, Viking Yayınevi, 2016 Londra
Deniz Kılıçer, “Leonardo da Vinci’nin İstanbul Rüyası”, Ocakmedya.de
Prof Dr. Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihine dair Vesikalar, Belleten IV/14-15 s. 184-185.