Terör Saldırıları ve “Neden” Sorusu

2

13 Kasım günü öğlenden sonra Taksim’de gerçekleştirilen “Terör Saldırısı” üzerinden bir hafta geçti. Bu bir haftada “TNT”ye “Plastik Patlayıcı” diyen sözüm ona “Güvenlik / Terör Uzmanlarından”, kendi kendine “Radikalleşme Uzmanı” (Ne demekse bu?) ünvanı veren İlahiyat Akademisyenlerinden, hayatından hiçbir tane güvenlik makalesi okumamış “kişilerden”, en olmadık, alakasız kişilere kadar birçok analiz dinledik, okuduk. 

Düşmanlar belirlendi, şeytanlar tespit edildi, lanetler okundu, bayraklar asıldı, karanfiller bırakıldı, taziyeler kabul edildi, halk dezenformasyon ve propagandalarla bir yere çekildi ya da çekilmeye çalışıldı. Tüm bu bir haftalık süreç içinde görmediğimiz, duymadığımız, öğrenmediğimiz konu kalmadı ancak hiç “Terör saldırılarının psikolojik – sosyolojik sebepleri? Motivasyonları? Teröre neden ihtiyaç duyuldu? Hatta en basit haliyle “NEDEN?” sorusunun cevabını veren bir yazı” hatta “fikir beyanı” duyamadık, okuyamadık. 

Bir yerden başlamak gerek diye düşündüm…

Kişiler dünyaya geldikleri günden beri sosyal bir çevrede var olmaya başlarlar. Kimseye hangi ailede, hangi şehirde, hangi ülkede ya da hangi ırka mensup olarak dünyaya geleceği sorulmaz. Hatta hangi dinden olmak istediği bile sorulmaz, atalarının dinleri ve onlardan öğrendikleri ile hayatlarına devam ederler. Ve İstisnasız hepsi, tüm bu sosyal çevreler ilk başta muhtelif tesadüfler sonucunda oluşmuştur. Sonrasında ise hemen hemen herkes bu tesadüflerle gurur duyma eğiliminde olurlar. Oysa bu sahip oldukları için hiçbir uğraş göstermemiş sadece gözlerini orada açmış ve bunu bir lütuf hatta bir üstünlük olarak kabul ederler.

Bilinçli olarak ise ilk sosyal çevre ailedir. Yaş ilerledikçe bu sosyal oluşumlar; akrabalar, komşular, okul arkadaşları, mahalle, şirket, kurum, takım, şehir, ırk, ulus, millet, din ve ülke temeline dayanan, dairesel olarak çapı büyüyerek hızla gelişir ve artış gösterir. 

Tüm bu halkalar şeklinde büyüyen ve kişinin “eğitimi – olgunlaşması ve fikren gelişmesi” ile doğru orantılı olarak artarak değişkenlik gösteren çevrelerde kişi, kendini bir “sosyal çevreye” bağlı hissetme ihtiyacı duyar. Bu birçok farklılıklar gösterebilir; “Aynı sülaleden, aynı sınıftan, aynı mahalleden, aynı memleketten, aynı şirketten, aynı dinden ve / veya aynı ideolojik seçimlerden” dolayı çeşitlilik kazanabilir.

Oluşan her bir sosyal çevre halkası kendi içinde, sahip olduğu “fikri – çıkarı ya da kazanımları” en iyiye – en doğruya – en çok kazanana göre ilerletmek, geliştirmek ister. “En büyük sülale biz olmayız” , “En çalışkan sınıf biziz”, “En iyi mahalle futbolunu biz oynuyoruz” , “En güzel memleket bizim” , “Tek doğru din bizim” hatta “En iyi ve en iyiye ulaşacak tek yol bizim siyasi görüşümüz” gibi… 

Ve kişi kendini ait hissettiği bu sosyal halkalar içinde, halka politikasının çıkarlarını en iyiye ulaştırmak için var gücüyle çalışmaya başlar. Temelinde ve ilk olarak; “Takdir” ve halka üyeleri tarafından “Kabul görülme” kaygısı vardır. Ancak bu bir noktadan sonra idealist bir görüş alıp daimi hedef haline gelir. Bu hedefe ulaşmak içinse uygulanan her yol “mubahtır.”

Yukarıda verdiğimiz örneklerde, aleni olarak; “Biz” ve “onlar” özneleri görülmektedir. Bu oluşan sosyal halkalar elbette ki birleşip ortak kümeler oluştursa bile her zaman bir düşman halkaya, gruba, oluşuma ya da olguya ihtiyaç vardır. Yakın başka bir memleket, başka bir büyük sülale, yan sınıf ya da karşıt siyasi görüş her zaman vardır ve olacaktır. Birbirlerini besleyen, karşılıklı iki yırtıcı gibi diş bilemektedirler.

Ve bu iki sosyal çevre arasındaki inatlaşma ve bayrak yarışı, bir sonraki segmentte işleri çirkinleştirip, şiddete dönüştürebilir. Diğer memleketten gelen esnafa zorluk çıkartabilirsiniz, şehirde diğer büyük sülale ile bölge savaşlarına girebilir, çok iyi soru kitapçığını yan sınıfa vermeyebilir hatta karşıt görüşte olan siyasi fikre sahip insanlara şiddet temelli eylemler düzenleyebilirsiniz. Amacınız bellidir; sizin sosyal halkalarınızın daha iyi olduğunu göstermek, ispatlamak hatta ilan etmektir. 

Ancak bazı düşmanlar vardır ki; onların alışverişlerine engel olamaz, başarılı olmasınlar diye soru saklayamaz hatta onların bir araya gelip oturup, konuştukları fikir kulüplerinin camlarını kıramazsınız. O düşmanlar size göre çok çok güçlüdür. Hatta çok da büyüktür. Zarar vermeyi bırakın yaklaşamazsınız bile. Yaklaştığınızda da, ya sizi görmez ya da siz gözükmeyecek kadar küçük kalmışsınızdır onun karşısında. 

Bu tip durumlarda içinizde o düşmana karşı olan öfke ve zarar verme hislerinizi başka kanallara yansıtırsınız. Okulda öğretmenine çok kızan ve ondan hiç hoşlanmayan 8-11 yaş arası bir çocuk bireyin evine geldiğinde ebeveynlerine karşı öfke nöbetlerine girmesi gibi düşünün… O dev gibi düşmana zarar veremediğinizde ve artık onu düşman olarak bellediğinizde sizde kendi sosyal çevre halkanızın çıkarlarına bağlı olarak hareket etmeye, emirler almaya ve operasyonlar dizayn etmeye başlarsınız. O düşmanın sizi fark etmesini sağlayacak, bir şekilde gömleğini yırtacak hatta sizi düşman ilan etmesine sebep olacak şekilde öfkenizi çeşitli eylemlerle yönlendirirsiniz. Bu da çok doğal olarak düşman ilan ettiğiniz oluşumun en savunmasız ve canını en çok yakacak hedeflere doğru yön değiştirir. Çünkü kendisine bir türlü ulaşamıyorsunuzdur. Bu sebeple düşman ilan ettiğiniz; kocaman bir bölge – ülke ya da global bir şirket ise yapacağınız tek seçim ne yazık ki; “En savunmasız olduğu yerlerde yapacağınız terörist eylemlerdir.” Pek bir seçeneğinizde yoktur zaten bu yolda.

Kişi kendini ait hissettiği sosyal çevrenin gelişmesi, büyümesi ya da kazanımlar elde etmesi için bu kavgada ya da savaşta en önde koşarak gitmesi de kendi içinde kendi kendini besleyen ciddi motivasyon sebepleri yaratır. 

Tamam, siz kendi sosyal çevre halkanızın gelişmesi – büyümesi ve doğruluğunu ispat etmesi için olanca gücünüzle çalışıyor, kendi çevreniz tarafından takdir edilip, kabul görülüyor hatta bu cefakâr eylem sözünüze karşı bireysel olarak birçok kazanımda elde ediyor olabilirsiniz. Ancak bir sorun daha vardır; o da “ölümlülük” duygusu… Bu his ve duygu yüzünden Tanrılara / Dinlere / Peygamberlere inanç sistemi doğmamış mıdır? İşler bu kadar büyümüşken ideolojik bir sebepten dolayı birden bu duyguya ulaşmak için bambaşka “motivasyonlar” gereklidir. 

Durduk yere, sağlıklı hiçbir insan “ölüme” koşarak gitmez. Ve bu kadar ciddi bir sebep / sonuç ilişkisi varken bu parametrenin alternatifi olarak kullanacağınız aparatlarda son derece işlevsel ve ikna edici olmalıdır. 

Terör eylemine göndereceğiniz kişinin içini ürperten bir duygu olan “ölümlülük” başlığını silip yerine daha güzel – daha önemli başlıklar yazmalısınız ki, o kişi, o sosyal oluşum için tereddüt etmeden ölüme koşsun. Çünkü sonuç bellidir, bu işin en sonunda olan; bolca acı ve ölümdür. Ölüm duygusunun önüne geçebilecek ise tek şey vardır; “Ölümsüzlük…” 

Kişiye önce bunu vermelisiniz… Bunu kabul ettirmelisiniz, bu konuda ikna etmelisiniz ki, kişi ölüme gitsin gözü arkada kalmadan. Bunu da bulunduğunuz sosyal çevre halkanızın argümanları ve terminolojisine göre seçersiniz; “Bu eylem sonunda ölürsen, Allah yolunda Cihat etmiş olacaksın ve şehit sayılacaksın! Yerin cennettir!” , “Bu eylem sonunda ölürsen, tüm Devrimciler seni asla unutmayacak! Senin ölümünle birçok yeni Devrimci senin isminle dünyaya gelip, kavgamıza katılacak!” , “Vatan sana minnettardır Aslanım! Yürü bayrak için, şehitlerimiz için, devlet için!” vs vs vs… Hepsi temelde “ölümsüzlük” motivasyonu veren sloganlardır ve teorik olarak hiçbirinin bir diğerinden farkı yoktur.  

Ve sonraki adımda uzun yıllardır ya da etkili – nektar bir ideolojik eğitimle kendinize yakın gördüğünüz sosyal halkanın ilerlemesi için tetiğe, düğmeye, uzaktan kumandalı fünyeyi ateşlersiniz. Korkunuz yoktur. Kalmamıştır; Tek korkunuz “ölüp – yok olmak” ise çoktan silinip gitmiştir içinizden. Ve yapacağınız bu fedakârlık sayesinde bağlı bulunduğunuz halka ve o halka içindeki üyeler nezdinde büyük bir saygınlık, kabul görülme elde etmiş olacaksınız. İnsanlar sizi saygıyla anacak, büyük ve ihtişamlı bir cenazeniz olacak hatta halka üyeleriniz isminizi yeni doğan çocuklarına vermeye başlayacaklardır. 

Evet, bu; sığ – primitif ve komik olsa bile o eylemi yapan kişi için yeterli bir motivasyondur. Oysa telef olup gitmiştir. Ve çoğunlukla bir çukurda çürümeye bırakılmıştır. Ölmeden önce ona anlatıldığı gibi pek şiirsel bir son değildir gerçekte olan. Ancak; İşlevsel ve kullanışlıdır. Terör eylemini dizayn edenler için daha iyisi yoktur. Ama olan, sayısının hiçbir önemi olmayan “masumlara” olmuştur. Günün sonunda; bir kazanç ya da haneye yazılan artı bir değer olduğu da pek görülmemiştir. 

Diğer yandan, sonuca ulaşmak için birçok yol varken; “Terör” yolunu tercih edenler çoğunlukla onlardan daha büyük ve daha kurumsal düşünenlerin bir oyuncağıdır. Oyuncak olmaya çok hazırlardır çünkü. Ve yaptıkları terör eylemi kendi sosyal halkalarına faydadan çok zarar verirken bu işten nemalanan – kazananlar, karşı tarafın kayıplarına ve cenazelerine, her zaman taziye için “ilk çiçek gönderendir.” 

En temelde “Terör saldırılarının psikolojik – sosyolojik sebeplerini, teröre neden ihtiyaç duyulduğu ve motivasyonlarına”dair sebepleri okuduk. 

Ancak bir soru daha vardır ve kanımca en önemlisidir; “Peki bunun önüne nasıl geçeceğiz?”

Evet; Terör bir “Sorun” peki “Çözüm” nedir?

Asıl önemli olan cevapta budur… Bunun cevabı gereklidir… Bu cevap için çalışılmalıdır… Ve tüm gayretimiz bu yönde olmalı, bu idea için ilerlemelidir.

2 YORUMLAR

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz