- Kolayı Zorlaştırma Gafleti - 17 Nisan 2023
- Zamanın Ramazan İsimli Muallimine Selam Olsun - 24 Mart 2023
- Kaderimiz olan ne; ölmek mi, ders almak mı? - 15 Şubat 2023
Hukuku, ekonomiyi, siyaseti, edebiyatı, dili, dini, sosyal hayatı ıslah etmekle sorumlu olanlar; ıslah görevini yerine getirmedikleri halde neden bulunduğu veya sorumlu olduğu alanda kargaşaya yol açar, bir bozulma ve kokuşmaya sebep olur? Bunda bir art niyet, kompleks, ihanet olmadığını iddia etmek saflıktır, diye düşünüyorum.
Bir din adamı, dinde fitneye yol açamaz; bir hukukçu, vicdan ve adalete ters düşecek uygulamalara yönelemez; bir siyasetçi, toplumu ayrıştıracak ve infiale düşürecek eylem ve söylemde bulunamaz; bir baba aile düzenini bozacak davranışlardan kaçınmak zorundadır. Birlikteliğimizdeki iletişimimizi sağlayan dilimizi dilciler, dille eser veren edebiyatçılar bozamaz, korumak zorundadırlar.
Şu işe bakar mısınız? Bir üniversitenin kütüphanesinde kitapların yerleştirildiği bölüm başlıklarına “Alman edebiyatı”, “Rus edebiyatı”, “Fransız edebiyatı” yazıldığı halde, Türk yazarlarının eserlerinin yer aldığı bölüm başlığına “Türkçe edebiyat” yazılmış. Buradan tartışma çıkmış. Kimine göre Türkçe edebiyat, kimine göre Türkiye edebiyatı, kimine göre Türkiyeli edebiyatı denmeliymiş. Bazı yayınevi sahipleri de bu tamlamaları ciddi ciddi savunuyor, kendilerince gerekçeler üretiyorlar. Bu gerekçelerin hiçbirinin ayaklarının yere basmadığını, ön yargı, hatta art niyet taşıdığını, ortaya koyduğu tezlerin çürüklüğünden anlamak mümkün.
Türk sözcüğü; ahlakıyla, diliyle, estetik anlayışıyla, folkloruyla, tarihiyle zengin bir olguyu ifade eder, sadece bir ırkın adı değildir. Türk kelimesinin arkasına getirilen “-e” mekan ekiyle türetilen Türkiye kelimesi, sadece sınırları belli bir yerleşimin adıdır. Diğer Türkler de Farsça “-ıstan” yapım ekiyle kendi ülkelerine Türkistan demişler. Onlar da Türk medeniyet yapısının bileşenidir.
“-ce, -çe”; dil, yer, bitki, hayvan ismi yapan Türkçe yapım ekleridir: Türkçe, Almanca; Çamlıca, Taşlıca; kokarca, yumuşakça … kelimelerinde olduğu gibi.
“-lı, -li” yapım eki, soyut ve somut isimler, sıfatlar türetir: Ankaralı, köylü; yeşilli, huylu, bilgili, sözlü, irili ufaklı… kelimelerinde olduğu gibi…
Sözcüklerin arkasına getirilen her ek, sözcüğün kökündeki anlama bir nitelik katar ve anlamı daraltır. Bir sözcükte ne kadar ek varsa anlam o kadar daralmış ve özelleşmiştir. Türk kelimesi kök olarak daha kapsamlıdır, kuşatıcıdır. Türk edebiyatı tamlamasının muhtevasını ne Türkiye ne Türkçe ne de Türkiyeli tamlayanları verebilir. Türk edebiyatını, sözü edilen tamlayanlarla tanımlamaya çalışmak, Türk edebiyatına hem haksızlıktır hem saygısızlıktır. Türkiye edebiyatı, Türkçe edebiyat, ifadeleri; doğrusu bana çok iğreti geliyor.

Mevlana, yaşadığı dönemdeki edebiyat geleneğine uyarak bütün eserlerini Fars diliyle yazmıştır, şimdi Mevlana Celalettin Rumi’ye Fars edebiyatçısı mı diyeceğiz? Onu Türk edebiyatının temsilcisi kabul etmeyecek miyiz? Türkiye’de yaşayan bir bilim insanı, yaptığı çalışmaları bilim dünyasına tanıtmak için İngilizce yazsa onu İngiliz bilim insanı mı kabul edeceğiz? Bir Rus yazar, tamamen Rus kültürüyle, ahlakıyla, dünya görüşüyle ele aldığı bir romanını Türkçe yazsa biz ona Türk edebiyatının temsilcisi, eserine de Türk roman örneği diyebilir miyiz? Türk kelimesi de Rus, Alman, Fransız, Arap, Hint kelimelerinde olduğu gibi sadece bir dilin, mekânın adı değil; bir geleneğin, folklorun, tarihin, anlayışın, dünya görüşünün adıdır. Dil, tarih, gelenek; orkestradaki enstrümanlardır. Bu orkestranın adı, Türk’tür. Türk, bütün bileşenlerin adıdır, paydasıdır.
Bir eserin verildiği, bir üretimin yapıldığı yer; bir resimde kullanılan fırçanın markası, rengin türü, bir roman ya da hikâyede kullanılan dilin, lehçenin adı ona kendine mensubiyet hakkı vermez, o adla adlandırmaya yetmez. Yıllardır, Türkiye’de otomobil üretilmektedir; ama Türk otomobili denecek bir araç yoktur, Silahlı Kuvvetler’de Amerikan silahları kullanılmaktadır; ama adı Amerikan değil, Türk Silahlı kuvvetleridir. Selimiye, Süleymaniye gibi camilerin her bir malzemesi, bir başka ülkeden getirilseydi bu eserlere herhalde biz “Bunlar Türk eseri sayılmaz.” diyemezdik. Bir eserin aidiyet adını koyabilmek için, eserin yapıldığı malzeme, yer gerekli olmakla birlikte, tek başına yeterli değildir. Eseri birine ait kılan, tescilleyen; onun arkasındaki tarihtir, zihniyettir, kültürdür, emektir, ekonomidir, ümittir. Türk kelimesinin altında yatan, bütün bu bileşenlerdir.
Edebiyat için kullanıldığında Türkiye kelimesiyle eserin yazıldığı coğrafyayı, Türkçe kelimesiyle yazıldığı dili belirtmiş olabilirsin; fakat bu Türk edebiyatındaki genişliğis, derin manayı vermeye yetmez.
Sıra dışı olma kompleksi kişileri çok kere saçma sapan işler yapmaya yöneltebilir. Bu da onlardan biri. Yapılan tartışma, havanda su dövmek, akıntıya kürek çekmek.
Hainleri çok, tarihin her döneminde ihanete fazlaca uğramış bir ülkeyiz. Ortaya konan tezleri bu perspektiften değerlendirmek istemiyorum, ancak göz ardı da etmemek gerektiğini düşünüyorum.
Türk olarak dünyaya gelmek elimizde değildi, fakat bu toprağın insanına hizmet sunmak, bizde hakkı olanların haklarını ödemek, insanlığın huzuruna katkıda bulunmak; taşıdığımız bu sıfata sahip çıkmakla mümkündür.
Türk kelimesi bize ne eziklik ne kibir verir. Ders de ibret de alırız, örnek de oluruz. Biz kendimizi “Türk” kelimesi ile ifade ederiz, edebiyatımızın adı da “Türk edebiyatı”dır.
Kadir Durgun